Aramak

Sorular

Soru sormak ilmin yarısıdır, bunu herkes bilir. Bilinmeyen ise insanın kendini tanıması için sorduğu soruların önemidir. Başkalarına değil, sadece kendisine sorması gereken sorulardır bunlar. 

Dışımıza Ne Sızıyor? 

Küp içindekini sızdırır derler. Kalp de öyledir ve dil kalpte olanı sızdırır. Dilimizden çıkanlarda kalbimizin sakladıklarından izler vardır. O yüzden söylediklerimiz; kim olduğumuz, kalbimizin neyle meşgul olduğudur. Kendini bilmek isteyen insan ağzından çıkana bakmalıdır. Ne diyor dilimiz? Dilimizde ilim, zikir ve şükür mü var, yoksa mâlâyâni mi? Sadra şifa mı oluyor, kırıp döküyor mu? Hayır mı söylüyor, şer mi? Hayrın mı önünü açıyor, fitnenin yolunu mu? Kalp temiz ve doğru ise dilden dökülenler de elbette temiz ve doğru olacaktır. O halde: Dilimizden dökülenler neler? Yani dışımıza neler sızıyor? 

Neyle Meşgulsün?

Hayat, nasıl geçtiğini anlamadığımız geçmiş günler ile içinde olduğumuz şimdiden ibaret. Gelecek günlerin gelip gelmeyeceğinin, gelecekse de nasıl olacağının bir garantisi yok. O halde “şimdi” dediğimiz zamandan başka elimizde imkân yok. Bütün tercihlerimizi ve terklerimizi yani amel ve eylemlerimizi bu vakitte, şimdide yapabiliriz ancak. O asla geri gelmeyecek geçmiş zamanlar bir zamanların şimdileri idi. Ve artık geri getirilemez, bir daha yaşanılamaz. Eskiler önemli bir vakte erişmeye, onu gereğince değerlendirmeye “vakti idrak etmek” derlermiş. İdrak etme; bir şeye ulaşma, kavuşma anlamı ile beraber anlama, kavrayış, akıl erdirme demektir. Demek ki bir vakti değerlendirmek ancak onu idrak etmekle oluyor. İdrak ederek kıymetini anlıyor, kavrıyor ve farkına varmış oluyoruz. Peki, vakti idrak etmek ne demek? 1) O vaktin bir daha yaşanmayacağını bilmek, 2) O anda yapılması gereken en öncelikli olan şeyi yapmak. Şu an neyle meşgulüz? Boş, hayırsız şeylerle mi, faydalı ve hayırlı işlerle mi? Efendimiz sallalahu aleyhi vesellem, iyi Müslüman olmayı boş ve faydasız meşguliyetleri terkle ilişkilendiriyor. O zaman kendimize soralım: En son 24 saati, yani şimdiyi neyle meşgul olarak geçirdik? 

Nerelerde Geziyorsun? 

Uçurumun kenarında dolananın ayağının kayıp düşmesi pek mümkündür. Bu şekilde düşenin, “Ben uçurumun kenarında idim ama düşmek istemiyordum” gibi bir mazeret ileri sürmesi ancak komiklik ya da çocukluk olur. Ona dense dense “kendin ettin kendin buldun” denir. Şu halde insan nerelerde dolandığına dikkat etmelidir. Başka misaller de verilebilir: Çamura basanın ayağı çamur olur, ateşin yakınında duran yanmasa da üzerine is kokusu siner. Dünya planında hal böyleyken ebedi hayat için de durum farklı değildir. Verdiğimiz misallerden devam edersek, uçurumdan kasıt haramlardır; şüpheli şeyler de uçurumun kenarı. Haramların civarında gezenin harama düşmesi an meselesidir. Hele de bugünün dünyasında rüzgâr böyle sert esiyorken. Haramlardan uzak kalmak şüpheli şeylerden uzaklaşmakla olur. Kötülükler içinde olup da etkilenmemek mümkün mü? Bu yüzden çamurda yürüyüp temiz kalamamak, ayartıcı ortamlarda bulunup günaha düşmeyi temsil eder. Aynı şekilde kötülük ateşinin yanında duran ya yanar ya da üzerine kötülüğün kokusu siner. Öyleyse nerelerde gezdiğine, kimlerle bulunduğuna dikkat etmeli insan. Şu halde kendine sormalı: Hangi ortamlarda, nerelerde geziyorsun? Ve kimlerlesin? 

Ramazandan Ne Kaldı? 

Bir ramazan ayını daha geride bıraktık. Rahmet ve esenlik mevsimi, arınma ve manevi diriliş ayı yine misafirliğini tamamladı ve ayrıldı aramızdan. Peki biz ne kadar istifade edebildik? Ne bıraktı kalp evimize? Oysa bizi yüklerimizden kurtarmış, ferahlatmıştı. Bizi nefsimizle yüzleştirmiş, onu tanımamıza imkân sağlamıştı. Peki, ne kadar tanıyabildik nefsimizi, kendimizi ne kadar görebildik? Ramazana elveda derken içimizdeki karanlığı, kötü yanlarımızı götürmesine izin verdik mi? Yoksa o gider gitmez yeniden o kirli yorganı başımıza mı çektik? Şimdi durup kendimizi muhasebe etme zamanı: Ramazandan bize ne kaldı? 

Asıl Bayram Ne Zaman? 

Ramazan ayından sonra bayram yapmanın sebebi, oruç zahmetinin bitmesi değildir. Ramazan ayında sağanak olup inen rahmetle hassaslaşıp incelen mümin kalbinin kazandığı kulluk şuuruna bir güzelleme, erişilen ve kendini hissettiren mağfirete sevinme halidir bayram. Diğer taraftan kulun biraz gayret ve sabırla bayrama, sevinç ve neşe günlerine ulaşması gösteriyor ki, sıkıntılı dünya hayatında kulluk gereğini yerine getirdiğinde cennette gerçek sevinç ve neşe günlerine erişecek. Nitekim müminin asıl bayramı Rabbi’ne ulaştığı zamandır. Alvarlı Efe hazretleri kuddise sırruhû ne güzel söylemiş: 

“Can bula cananını
Bayram o bayram ola.
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola.”

Şimdi kendimize soralım: Ramazan-ı şerifle içimize doğan bayram isteğini, iştiyakını o gerçek bayram için de hissedebiliyor muyuz?




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy