Yapıp ettiklerimizin hepsinin bir karşılığı var; bunu biliyoruz. Yatışımızdan kalkışımıza, baktıklarımızdan dinlediklerimize, yediklerimizden içtiklerimize kadar hepsi ya sevap ya da günah hanemize yazılıyor. Bunların arasında bir de ağzımızdan çıkanlar var; konuştuklarımız. Sözdür, uçar gider diye düşünüp üstünde pek durmadıklarımız. Fakat sözlerimiz en kritik amellerimiz.
Dil; olan olmayan, yaratan yaratılan, hayal edilen, bilinen veya zannedilen her şey hakkında konuşur. Onaylar veya reddeder.
Dildeki bu özellik, başka hiçbir uzuvda yoktur. Göz ancak renkleri ve şekilleri görebilir. Kulak ancak sesleri işitebilir. El sadece cisimlere dokunabilir. Diğer azalar da böyledir; yapabildikleri hep sınırlıdır.
Dilin ise ulaşabildiği alanın bir sınırı yoktur. Önünde onu sınırlayacak herhangi bir engel de bulunmaz. Sadece ilâhî hükümler, Allah’ın dini onu sınırlar.
Şeytan ise dilinin kontrolünü bırakan kimseyi her türlü şerre çeker, helâke düşene kadar zorlar.
Dili ile işlediği günahlar insanı cehenneme sürükler. Dilin şerrinden ancak onu dünyasına ve âhiretine fayda verecek şeylerde kullanan, dinine ve dünyasına zarar verecek her şeyden uzak tutan kimse kurtulur.
Azalar içinde insana en çok isyan eden yine dilidir. Çünkü kolay hareket eder, konuşmaktan yorulmaz. İnsan dilin âfetlerinden sakınmaz, onu kontrol etmezse, Allah muhafaza, hem dünyada hem de âhirette zarara uğrar.
Kısacası, insanları saptırmada şeytanın en büyük silahlarından biri dildir.
Ağzımızdan çıkanlar
Söz dört kısımdır:
1. Tamamı zarar olan,
2. Tamamı faydalı olan,
3. İçinde hem fayda hem de zarar bulunan,
4. Ne faydası ne de zararı olan.
Tamamı zarar olan sözden mutlaka kaçınmak gerekir. Çünkü bu insanı helâke götürür. İsyan, haram, yalan, çirkinlik içeren sözler bu kapsamdadır.
İçinde hem zarar hem fayda olan konuşmalardan da kaçınmak gerekir. Çünkü faydası zararını karşılamaz. Ağzından çıkanlara dikkat eden kimse nerede hayır konuştuğunu, nerede yanlışa düştüğünü bilir, kalbi ona hissettirir.
Ne faydası ne de zararı olan konuşmalar ise gereksiz konuşmalardır. Bununla meşgul olmak zamanı zayi eder. Bu da baştan aşağı ziyandır.
Hepsi faydalı olan konuşmalarda da dikkat gerekir. Bunda da tehlikeler vardır. Çünkü konuşulanlar faydalı ve doğru olsa da araya günah karışabilir. Muhtelif riya şekilleri, yapmacık sözler, gıybet, nefsi temize çıkarmak, gevezelik gibi. Böyle olunca konuşmada hayır ve şer birbirine öyle karışır ki artık o sözlerde ne doğruluk ne de fayda kalır. Aksine insana zarar verir.
Gıybet ise konuşmaların en tehlikelisidir. Çünkü hem nefsin keyif aldığı hem insanın çoğu zaman fark edemediği bir âfettir gıybet. İnsanın ağzından kolayca çıkabilir. Meclislerde konular kolayca gıybete gelebilir. Bazen söylenenlerin günah olmadığı hatta doğru olduğu zannedilir. Zaten asıl tehlike de buradadır; gıybetin gıybet olarak görülmemesinde.
“Tiksindiniz değil mi?”
Gıybet ve dedikodunun toplum ahlâkını çürüten bir özelliği var. Ve bu gün geçtikçe artıyor. Güven, dostluk, dürüstlük, muhabbet gibi erdemleri bu yüzden kaybediyoruz.
Elbette meselenin bir de sorumluluk tarafı var; mümin sorumluluğu. Bir haramın kötülüğünü, çirkinliğini anlamamız için onun dünyevî sonuçlarına bakmaya gerek yok, bizzat Cenâb-ı Hakk’ın o şeyi yasaklamış olması yeterlidir. O şöyle buyuruyor:
“Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz değil mi? Öyleyse Allah’tan korkun (gıybeti terk edin).” (Hucurât 12)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize kötü konuşmayın, birbirinize sırt çevirmeyin, bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr. 4700; Müslim, Birr, 30; Ahmed, Müsned, 2/389)
Sahabiler birbirlerini güler yüzle karşılar, ayrıldıklarında da arkalarından çekiştirmezlerdi. Bu davranışlarını en faziletli amel olarak görür, aksi durumu ise münafıkların işleri olarak değerlendirirlerdi.
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh demiştir ki: “Vallahi gıybet, vücudu yiyen mikrobun bedeni harap etmesinden daha kısa zamanda kişinin dinini harap eder.”
Hz. Ömer radıyallahu anhu şöyle demiştir:
“Allah Teâlâ’nın zikrine sarılın. Çünkü o şifadır. İnsanlardan da dilinizi çekin. Çünkü o hastalıktır.”
Gıybet, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı bir şeyi birinin arkasından söylemektir. Arkasından konuşma onun fiziği, soyu, ahlâkı, yapıp ettikleri, sözleri, dindarlığı, elbisesi, evi hakkında olabilir. Bunların hepsi aynıdır.
Mesela din kardeşinin fiziği ile ilgili gıybet, onu zayıf, şişman, şaşı, kel, kısa, uzun gibi onun hoşlanmayacağı bir özelliği ile anmandır.
Soyu ile ilgili gıybet kapsamına “babası çiftçidir, dedesi fâsıktır, annesi cimridir, falanca akrabası ayakkabıcıdır, şu akrabası çöpçüdür” gibi duyduğunda onun hoşlanmayacağı sözler girer.
Ahlâkıyla ilgili gıybet: Kardeşini “ahlâkı kötüdür, cimridir, kibirlidir, gösterişçidir, çok sinirlidir, korkaktır, acizdir, zayıf kalplidir, her şeye atılır” gibi hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.
Dindarlığı ile ilgili gıybet: Müslüman kardeşini “hırsızdır, yalancıdır, içki içer, haindir, zalimdir, namaza, zekâta karşı tembeldir, rükû ve secdesini güzel yapmaz, necasetlerden kaçınmaz, ana babasına iyi davranmaz, sadaka vermez, orucunu kötü konuşmaktan, gıybet etmekten, insanların şerefine dil uzatmaktan korumaz” gibi bir şeyle anmandır.
Dünyasıyla ilgili gıybet: Onu “insanları küçük görür, kimsenin kendi üzerindeki hakkını düşünmez, kendisini insanlardan alacaklı görür, çok konuşur, çok yer, çok uyur, oturacağı yeri bilmez” gibi hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.
Elbisesiyle alakalı gıybet: Kardeşini “Demode, uyumsuz, kalitesiz giyinir, üstü başı kirlidir” gibi sözlerle anmandır.
Günahkârı değil, günahı yermek
“Bir kimseyi işlediği günahlardan dolayı kötülemek, kusurlarını söylemek gıybet olmaz” gibi bir düşünceye kapılmak yanlıştır. Bu da gıybete dâhildir. Bu hususta ölçü günahkârı değil, günahı yermektir. Esasen mümin müminin günahını, kusurunu konuşup anlatmak bir yana, saklaması gerekir. Bu müminlerin birbirinin üzerindeki hakkıdır. Ancak ortada açık bir tehlike, bir zarar varsa bu kural değişir. Dolayısıyla herhangi bir kötülük yerilmek isteniyorsa bu, o günahı işleyen üzerinden değil, günahı kötülemekle olur.
Gıybetin tarifini ve kapsamını hatırlayalım: Âlimler “Bir kişi, başkasının arkasından hoşlanmayacağı bir şeyle onu anarsa gıybet etmiş olur” görüşünde ittifak etmiştir. Çünkü Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin gıybet tarifi tam olarak budur. Dolayısıyla kişinin arkasından konuşulan söz doğru bile olsa, eğer duyduğunda o kişi hoşlanmayacaksa gıybettir. Onu yapan Rabbi’ne isyan etmiş ve kardeşinin etini yemiş olur.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sahabilere sordu:
– Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
– Kardeşini, arkasından hoşlanmayacağı bir haliyle anmandır, buyurdu. Sahabiler;
– Eğer o dediğimiz şey kardeşimizde varsa durum nedir? diye sordular. O zaman buyurdu ki:
– Söylediklerin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa iftira etmiş olursun. (Müslim, nr. 2589; Ebû Davud, Edeb 40)
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh demiştir ki: “Başkasını arkadan çekiştirmek üçe ayrılır:
1. Gıybet,
2. İftira,
3. İfk.
Üçü de Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmıştır. Gıybet, kişide olan şeyleri söylemendir. İftira, olmayan şeyi söylemendir. İfk, (doğrusunu eğrisini araştırmadan) onun hakkında duyduğunu söylemendir.”
Gıybet sadece dille yapılmaz
Kardeşinin bir kusurunu, ayıbını başkasına üstü kapalı söylemek, işaret ederek, göstererek belirtmek de açıkça söylemek gibidir. Kardeşinin arkasından işaret, ima, göz işareti, yazı, hareket gibi şeyler de gıybete girer. Böyle yapmak haramdır. Hz. Âişe radıyallahu anhânın şu sözü buna örnektir:
– Bir gün kadının biri bize geldi. Kadın gittikten sonra başparmağımı göstererek kısa boylu olduğunu işaret ettim. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki;
– Onun gıybetini yaptın! (Ahmed, Müsned, 6/136, 189; Ebû Davud, Edeb 40; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 51)
Bir kişinin yürüyüşünü, aksaklığını taklit etmek de gıybete girer. Hatta bu şekil anlatımlar, dille gıybetten daha tehlikelidir. Çünkü taklit, kusuru anlatmada daha etkilidir.
Birisinin kusurlarını yazıyla anlatmak da haramdır. Çünkü yazı da anlatımdır. Bir yazarın belli bir şahsı ayıplaması ve bunu kitapta belirtmesi gıybettir. Ancak dinin belirlediği ölçülere göre bir sebep varsa mazur görülür.
Belli bir kişiyi anmadan mesela “Bir topluluk şöyle dedi” denildiğinde gıybet olmaz. Çünkü gıybet, ölü ya da diri belirli ve bilinen bir şahsı kötülemektir. Yoksa birini belirtmeden anlatılanlar gıybet kapsamına girmez. Bu durumda sadece işlenen günah yerilmiş olur.
“Bugün yanımızdan geçenlerden bazıları” ya da “Gördüğümüz bazı kişiler” dediğinde, seni dinleyen bundan belirli bir şahsı anlarsa bu da gıybettir. Çünkü sakıncalı olan gıybeti yapılan şahsın tanıtılmasıdır. Yoksa anlatmakta kullanılan usul ve yöntem değildir. Eğer muhatap bu konuşulanlardan kimin kastedildiğini bilmiyorsa ancak o zaman gıybet sayılmaz.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem, birisinden hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman;
“Bazılarına ne oluyor ki, şöyle şöyle yapıyorlar” buyurur, kişiyi belli etmezdi. (Ebû Davud, nr. 4788)
Gıybete kulak vermek
Şaşkınlık ifadesiyle bile olsa gıybete kulak vermek de gıybettir. Çünkü şaşkınlık, kişinin o konuya ilgi duyduğunu gösterir ve bu hali konuşanın devam etmesine bir işaret gibidir. O da bir nevi bu haliyle gıybet etmiş olur. Mesela “Hayret! Ben onun böyle olduğunu bilmiyordum. Şu zamana kadar onun hayırlı biri olduğunu sanırdım. Allah Teâlâ bizi o belâdan muhafaza etsin...” denilmesi dahi gıybet edeni tasdik etmektir ve hepsi gıybete girer. Hatta yanında yapılan gıybete ses çıkarmayan kimse de gıybete ortaktır.
Gıybeti işiten, diliyle karşı çıkmadığı ya da korkuyorsa kalbiyle nefret etmediği müddetçe o günaha ortaktır. Sözü başka bir kelâmla bölmeye ya da oradan kalkıp gitmeye gücü yettiği halde, yapılan gıybete karşı bir tavır almazsa günaha ortak olur.
Diliyle “sus” diyor, ancak kalbiyle devam etmesini arzuluyorsa bu münafıklıktır. Kalbiyle nefret duymadığı müddetçe günahtan kurtulamaz. Eliyle sus diye işaret etmesi ya da kaşlarını çatıp alnını kırıştırması yeterli olmaz. Bu davranış gıybeti yapılan kimseyi önemsememektir. Aksine, ona değer verip açıkça müdafaa etmelidir.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kimin yanında bir mümin küçük düşürülür, o da gücü yettiği halde kardeşine yardım etmezse Allah onu kıyamet günü mahlûkatın önünde rezil eder.” (Ahmed, Müsned, 3/487; Taberânî, el-Kebîr, 6/73)
Artık günümüzde birçok şer’î hükmün hafife alındığını biliyoruz. Fakat bu zannedildiği kadar masum bir mesele değil. Kimi insanlar “Bu gün günlerden gıybet!”, “Biraz otur da dedikodu yapalım” gibi cümlelerle bir araya geliyor. Bu ya işlenen cürmün vahametini bilmemekten oluyor ya da kasten yapılıyor.
Gıybet ve dedikodu haramdır. Gıybet eden günahkârdır. Bütün haram fiillerde olduğu gibi âhirette cezası vardır. Fakat mesele, haramı haram olarak kabul etmekten çıkıp artık hükmü tanımama ve hafife alma derecesine gelmişse tehlikenin boyutu da değişmiş demektir. Bu durumda, Allah muhafaza, iman tehlikeye düşüyor.
Gıybete götüren sebepler
İnsanı gıybete sürükleyen sebepler çoktur. Kısaca şöyle sıralanabilir:
Öfkeyi dindirmek için yapılan gıybet
İnsan bir sebeple birisine kızınca, adamın ayıplarını anlatarak öfkesini söndürmek ister. Eğer onu engelleyecek dinî hassasiyete sahip değilse dili gıybete kayar.
Bazen de öfkesini başta bastırır fakat zaman içinde öfkesi alttan alta kine dönüşür. Bu kin sürekli gıybete sebep olur. Gıybete sürükleyen en büyük etken kin ve öfkedir.
Arkadaşlara uymak için yapılan gıybet
Kişi arkadaşlarına uyarak onların gıybetine ortak olur. Arkadaşları gıybetle gönül eğlendirirken, onların zoruna gider endişesiyle karşı çıkmayı ya da o ortamı terk etmeyi uygun görmez, konuşmalara katılır. Bu davranışının da uyumlu arkadaşlık ve hoş sohbet olduğunu zanneder.
Bazen arkadaşları bir şeye kızınca kendisinin de kızması gerektiğini sanır. Böyle yaparak her zaman onlarla birlikte olduğunu gösterir. Onlarla beraber başkalarının ayıp ve kusurlarını konuşup durur. Bu büyük bir yanlıştır.
Kişinin kendisini savunmak için
yaptığı gıybet
Mesela bir kişi başkasının kendisine dil uzatacağını, itibarlı birinin yanında kendisini küçük düşüreceğini ya da aleyhine şahitlik yapacağını anlar. Onun sözleri dikkate alınmasın diye önce kendisi onu kötüler.
Ya da şöyle yapar: Peşinden yalan söyleyebilmek için ilk önce arkadaşı hakkında doğru olan şeylerden bahseder. Sonra yalanını önceki doğru ile karıştırıp; “Ben yalanı hiç sevmem. Bakın size şunlardan bahsetmiştim. Mesele benim dediğim gibidir” der ve kendisini bu şekilde haklı göstermeye çalışır. Bu yaptığı ile gıybetine yalan ve iftirayı da katmış olur.
Yanlışı başkasına nispet ederek
yapılan gıybet
Kişi kendisine bir suç ya da kabahat isnat edildiğinde bundan kurtulup temize çıkmak ister. Kendisine suç isnat edenin yaptıklarını dile getirir. Hâlbuki ona düşen kendisini temize çıkarmak, muhatabın yaptığını dile getirmemek, başkasını suçlamamaktır.
Bazen bu kimse yaptığı kusurda kendisini mazur göstermek için “filanca da öyle yapmıştı” diyerek başkasının da o yanlışa ortak olduğunu dile getirir. Bu da gıybettir.
Kendisini göstermek, övünmek
için yapılan gıybet
Bazıları başkasının eksikliklerini ortaya dökerek kendisini yüceltmek ister. “Falan cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır” gibi sözler söyler. Burada asıl maksadı kendisinin faziletli olduğunu ispatlamak ve o kişiden daha üstün olduğunu göstermektir. Ya da hakkında konuştuğu kişinin insanlar nezdinde itibar görmesini istemez ve bu nedenle aleyhinde konuşur.
Haset ve kıskançlıkla yapılan gıybet
Terbiye olmamış ilkel nefs, övülen, sevilen ve itibar gören kişiye haset eder. Bu nimetin ondan gitmesini ister. Bunun için de onu kötülemekten başka bir yol bulamaz. Onun şeref ve haysiyetini lekelemek ister. Çünkü insanların ona itibar ettiklerini görmek kendisine ağır gelir. Bu hasedin ta kendisidir; öfke ve kinden farklıdır. Çünkü genellikle öfke duyulan kişi bunu hak edecek bir suç işlemiş veya kötülük yapmıştır. Fakat haset bazen bunu hiç hak etmeyen iyi bir kimseye veya yakın bir dosta yönelik olabilir.
Eğlenme ve alay için yapılan gıybet
Bazıları oyun, eğlence, gönül eğlendirmek ve zamanı gülüp eğlenerek geçirmek için taklit yoluyla ve insanların ilgisini çekecek şekilde başkasının ayıbını ya da kusurunu anlatır.
Bazıları da biriyle alay etmek ve onu küçük düşürmek için başkalarının kusurlarını anlatır. Bu, o kişinin yüzüne karşı ya da arkasından yapılabilir. Bunun sebebi kibir ve alaya alınan kişiyi küçük düşürmektir. Ya da günümüzde olduğu gibi insanları profesyonel şov malzemesi yapmaktır ki yanlış ve günahtır.
Hayır altında gizli şerler
Bir de özellikle gıybeti bilen, dikkat etmeye çalışan kişileri gıybete sürükleyen bazı sebepler vardır. Bunlar gıybetin en gizlisi ve en ince olanlarıdır. Çünkü bunlar şeytanın hayır kılıfı altında gizlediği şerlerdir. Belki içinde hayır vardır fakat şeytan şer karıştırmıştır. Bu duruma örnek olarak şunlar sıralanabilir:
Hayret ve şaşkınlık ifadesiyle
yapılan gıybet
Buna dair kısa bir açıklama yapmıştık. Şeytan bu şaşkınlık ifadesiyle yapılan gıybeti bazen öyle bir gizler ki, kişi bunun gıybet olduğunun farkına bile varmaz. Şaşkınlık ifadesi kişiyi dinde yapılan bir hata veya yanlışı gıybet yoluyla dile getirmeye sevk eder.
Mesela kişi; “Falancadan gördüğüm şeye çok şaşırdım” der. Bu sözüyle doğruyu söylemiş ve gördüğü yanlıştan dolayı hayretini ifade etmiş olabilir. Fakat onun yapması gereken, o kişiyi belirtmeden hayretini ifade etmesidir. Şeytan ona, hayretini ifade ederken o kişinin ismini söylemeyi kolaylaştırır, farkına varmadan gıybet etmiş ve günaha girmiş olur.
“Falancanın yanında nasıl oturuyor, hâlbuki o cahilin biridir” gibi sözler de gıybete girer.
Şefkat görünümünde yapılan gıybet
Bazıları, kardeşinin düştüğü bir günahtan dolayı üzülür, adını vererek; “Zavallı adam! Onun başına gelenler beni üzdü” der. Üzüntüsü doğrudur, ancak bu üzüntü ona kişinin ismini söyleme hakkı vermez. İsmini anar ve böylece gıybete girer.
Onun adına üzülmesi, şefkat göstermesi hatta hayrete düşmesi hayırdır; fakat hiç farkında olmadan şeytan onu şerre sürüklemiştir. Hâlbuki adamın ismini anmadan da merhamet etmek ve üzülmek mümkündür. Şeytan onun üzüntü ve acımasının sevabını götürmek için kardeşinin ismini anmaya sevk eder.
Allah için kızarak yapılan gıybet
Kişi bazen birinin yaptığı yanlışı işittiği ya da gördüğü zaman gıyabında kızar. Onun ismini vererek kızgınlığını ortaya koyar. Aslında yapması gereken, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak kızdığını ona göstermek, kusurunu başkasına açmamak, ismini saklı tutmak ve onu kötü anmamaktır.
Bu üç hususu fark edebilmek, avam bir yana âlimler için bile zordur. Onlar kusur işleyene şaşkınlık, şefkat ve kızmak Allah için olunca arkasından konuşmanın bir sakıncası olmadığını zannederler. Fakat bu bir hatadır.
Gıybetten nasıl korunacağız?
Bütün kötü huylar ilim ve amelle tedavi edilir. Her hastalığın ilacı, onu meydana getiren sebebin tersini yapmaktır. O halde bu hastalığın çarelerini bulmaya çalışalım.
Gıybetten korunmak için özellikle şu üç hususa dikkat etmek gerekir:
1. Allah Teâlâ’nın gazabından korkmak
İnsan gıybet etmekle Allah Teâlâ’nın gazabına uğrayacağını, kıyamet günü gıybetin sevapları teker teker yok edeceğini bilmelidir. Çünkü o gün, kişinin dünyada gıybet ettiği kimsenin şahsiyetine verdiği zarara karşılık sevapları ona verilir. Sevabı yoksa, gıybet ettiği kimsenin günahlarından ona yüklenir, böylece günah kefesi sevap kefesinden daha ağır basar ve Allah muhafaza, cehenneme girer.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Gıybetin kulun sevaplarını bitirmesi, ateşin kuru odunu bitirmesinden daha çabuktur.” (Benzer bir rivayet için bkz. İbn Ebi’d-Dünyâ, Kitâbü’s-Samt, nr. 192)
2. Kendi kusurunu ve ayıbını görmek
Gıybetten kurtulmak için kişi önce kendi ayıplarıyla, kusurlarıyla meşgul olmalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kusurları, başkasının kusurlarıyla uğraşmaktan kendisini alıkoyan kimseye müjdeler olsun!” (Bezzar, Müsned, nr. 3225; Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, nr. 3742; vd.)
Kişi kendi nefsindeki kusuru bildiği halde, kendisini bırakıp başkasını kötülemekten utanmalıdır. Daha kendi kusurlarını düzeltememiş bir kimse nasıl olur da başkalarının kusurlarını sayıp dökebilir!
Eğer kişi kendi nefsinde bir kusur bulamazsa Allah Teâlâ’ya şükretsin ve gıybet gibi bir hastalığa bulaşarak kendisini kusurların ve ayıpların en büyüğü ile kirletmesin. Çünkü “ölü eti yemekten” ağır ne olabilir?
Aslında insafla bakıldığında kişinin bütün kusurlardan uzak olduğunu zannetmesi, nefsini bilmemektir. Bu cehalet de en büyük kusurlardan biridir.
3. Kendi gıybetinin yapılmasını istemediği gibi başkasının da gıybetini yapmamak
İnsan kendisinin gıybeti yapıldığında nasıl üzülüyorsa, başkasının da aynı şekilde üzüldüğünü bilmelidir. Kendi nefsi için razı olmadığı bir şeye başkası için de razı olmamalıdır.
Öfkeyi dindirmek için yapılan
gıybetin tedavisi
Kızdığı kimsenin arkasından konuşmak isteyen kişi şöyle demelidir:
“Ben öfkeyle bu adamın gıybetini yaparsam Allah Teâlâ bana gazap eder, öfkelenir. Çünkü gıybeti yasaklamıştır. Ben gıybet etmekle bu yasağı hafife almış ve ilâhî gazaba, öfkeye uğramış olurum.”
Bu konuda Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz cehennemde bir kapı vardır. Oradan sadece kinini Allah’a isyan ederek teskin eden kimseler girer.” (Bezzar, Müsned, nr. 2055; Heysemî, ez-Zevâid, 8/71)
“Her kim Rabbi’nden korkarsa dilini haramdan tutar; onunla kinini boşaltmaz.” (İbn Ebi’d-Dünyâ, el-Vera’, nr. 104; Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummâl, nr. 5640)
Arkadaşlara uymak için yapılan
gıybetin tedavisi
Kulları memnun edeyim diye Allah Teâlâ’nın gazabını göze alırsan, helâk edici bir hata yaptığını bilmelisin. Mevlâ’nın hakkını küçük görerek, başkasını memnun etmeye nasıl razı olursun? Onları hoşnut edeyim diye Allah Teâlâ’nın rızasını nasıl terk edersin?
Senin kızman ve sevmen ancak Allah için olmalıdır. Bu da birinin gıybetini yapan arkadaşlarına Allah için kızmanı gerektirir. Çünkü onlar günahların en çirkini olan gıybetle Rabbi’ne isyan etmektedirler.
Kişinin kendisini savunmak için
yaptığı gıybetin tedavisi
Allah Teâlâ’nın gazabına uğramak, insanların gazabına uğramaktan daha çetindir. Sen gıybet etmekle kesin olarak Allah Teâlâ’nın gazabına uğramış olursun. Fakat insanların sana kızıp kızmadığını tam bilemezsin.
Sen dünyada kendi düşüncene göre nefsini temize çıkardığını düşünürsün. Hâlbuki âhirette kesin olarak kendini helâk edip sevaplarını yok edersin. Allah Teâlâ, gıybet edeni peşinen yermişken, sen insanların ileride seni sevmesini, kötülememesini beklersin. Bu durum cahilliğin ve nefsiyle baş başa kalmanın ta kendisidir.
Senin mazeret olarak; “Eğer ben haram yiyorsam, falan da yiyor” gibi sözlerle özür beyan etmen de cahilliktir. Çünkü sen peşinden gidilmemesi gereken kişiye uymayı bir mazeret sayıyorsun. Kim olursa olsun, Allah Teâlâ’nın emirlerine aykırı davranan kimseye uyulmaz. Eğer bazı insanlar ateşe atlasa, senin de buna karşı koymaya gücün varsa, onlara uymazsın. Uyarsan aklın yok demektir.
Senin kendini temize çıkarmak için söylediklerin de gıybettir, büyük günahtır. Bu şekilde “Eğer ben haram yiyorsam, falan da yiyor” gibi sözlerle özür olarak arkasına sığındığın kimseye nispet ettiğin kusurlarla iki günahı birden işlemiş olursun. Bu ise cahillik ve ahmaklıktır.
Övünmek için yapılan gıybetin tedavisi
Bazıları başkasını kötüleyip gıybetini yaparak kendi nefsini över, temize çıkarır. Bunun ilâcı şudur:
Kendine ait anlattığın meziyetlerle insanların zihninde iyi bir insan izlenimi bıraksan bile Allah katındaki faziletini yitirmiş olursun. İnsanlar senin başkasını ayıplayan ve karalayan biri olduğunu bildiklerinde sana hiç itimatları kalmaz.
İnsanlar nezdinde elde edeceğin sahte itibara karşılık Allah Teâlâ’nın sana sunacağı rahmeti kesin olarak kaçırmış olursun. Eğer insanlar senin faziletli biri olduğuna inansalar bile, Allah’tan gelecek azabı senden gideremezler.
Haset ve kıskançlıkla yapılan
gıybetin tedavisi
Hasetle yapılan gıybette iki türlü azap vardır.
Birincisi, sen ona dünya nimeti için haset edersin ve dünyada hasedin içini acıtır, acı çekersin. Bir de gıybet ederek buna âhiret azabını eklersin. Bu şekilde hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğrarsın.
Sen haset ettiğin kişiyi zarara uğratayım derken kendine zarar verir, ayrıca sevaplarını da ona hediye edersin. Bu durumda sen onun dostu, kendi nefsinin ise düşmanı olmuş olursun. Çünkü senin gıybetin ona değil, sana zarar verir. Senin sevapların ona verilerek ya da onun günahları sana yüklenerek ona fayda vermiş olursun. Sana ise hiçbir faydası olmaz. Böyle yapmakla hasedin kiri ile cehalet ve ahmaklığı birleştirmiş olursun.
Eğlenmek ve alay için yapılan
gıybetin tedavisi
Bundan maksadın başkasını insanların yanında küçük düşürmektir. Bu şekilde sen Allah Teâlâ’nın, meleklerin ve peygamberlerin katında kendini küçük düşürmüş olursun. Eğer kıyamet gününde karşılaşacağın üzüntüyü, utancı, rezilliği, alay ettiğin kişinin günahlarının sana yüklenmesini ve bu yüzden cehenneme atılmanı düşünseydin, böyle bir işi asla yapmazdın.
Eğer halini bilsen, asıl gülünecek durumda olanın kendin olduğunu anlardın. Çünkü sen alay ettiğin kimseyi dünyada küçük bir topluluk önünde küçük düşürürsün. Halbuki kıyamet günü kendini kendi elinle büyük bir topluluk önünde rezil edersin.
Şefkat görünümünde yapılan
gıybetin tedavisi
Aslında kardeşinin işlediği günahtan dolayı ona acıman güzel bir duygudur. Fakat şeytan sana haset eder ve seni haktan saptırır. Seni onun hakkında konuşturarak, acıdığından çok daha fazla sevabın ona aktarılır. Onun günahlarını da sen yüklenirsin ve bu defa acınacak duruma sen düşersin. Çünkü sevabın gitmiş ve iyiliklerin eksilmiş olur. Bunları düşün ve gıybetten sakın.
Allah için kızarak yapılan
gıybetin tedavisi
Allah için kızmak da güzel bir şeydir. Fakat bu gıybet etmeyi gerektirmez. Şeytan, Allah için kızmanla elde ettiğin sevabı heba etmek için gıybeti sana sevdirir ve sen gıybet ederek Allah Teâlâ’nın gazabına uğramış olursun.
Hayret ve şaşkınlık ifadesiyle
yapılan gıybetin tedavisi
Kusur işleyen birinin gıybetini şaşkınlık şeklinde yaptığında asıl kendi durumuna şaşırmalısın. Başkasının dini ya da dünyası adına kendini ve âhiretini niye helâk ediyorsun? Halbuki sen de dünyada sonunun ne olacağından emin değilsin. Hayret ederek kardeşinin gizli durumunu açığa çıkardığın gibi Allah da senin ayıbını ortaya çıkarır.
Bütün bunların çaresi işin aslını iyi bilmek, zararlarını tam olarak idrak etmektir. Bu da imanın bir unsurudur. Bütün bu hususlarda imanı kuvvetli olan kimse dilini gıybetten alıkoyar.
En kısa tedavi yolu
İnsan dilin bu büyük tehlikelerinden çok kısa bir yolla kurtulabilir; susarak! Bundan dolayı yüce dinimiz, susmayı övmüş ve teşvik etmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurur ki: “Susan kurtulmuştur.” (Tirmizî, nr. 2501; Ahmed, Müsned, 2/159)
Süfyan es-Sekafî radıyallahu anhu anlatıyor:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme; “Ey Allah’ın Resûlü, en fazla hangi şeyden sakınayım?” diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de eliyle dilini işaret etti.” (Müslim, İman, 62; Tirmizî, Zühd, 61)
Sehl b. Sa’d es-Sâidî radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“İki çenesi arasındaki dili ve iki bacağı arasındaki uzvunu haramdan koruyacağına söz verenin cennete gireceğine kefil olurum.” (Buhârî, nr. 6474, 6807; Tirmizî, nr. 2408)
Saîd b. Cübeyr radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlu sabaha ulaşınca bütün âzâları dile şöyle derler: Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Gerçekten sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen doğruluktan saparsan biz de saparız.” (Tirmizî, Zühd 60; Ahmed, Müsned, 3/95, 96)
Safvan b. Süleym radıyallahu anhudan nakledildiğine göre Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Size ibadetin en kolayını ve bedene en hafif gelenini haber vereyim mi? Susmak ve güzel ahlâktır.” (Süyûtî, es-Sağîr, nr. 2759; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/75; vd.)
Ebû Hüreyre radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr. 102; Müslim, nr. 47)
Bunca faziletin sebebi dilin âfetlerinin çok olmasıdır. Gıybet, yalan, gösteriş, ikiyüzlülük, çirkin konuşma, çekişme, nefsi temize çıkarma, düşmanlık, mâlâyani konuşma, bâtıla dalma, hakkı değiştirme, gereğinden fazla ya da az konuşma, halka eziyet etme, namusu zedeleme... Bunlar hep dilin âfetleridir. Hepsi dilden geçer, dile de hiçbir ağırlık vermez.
Zikirle meşgul olmayanın kalbi böyle konuşmaktan haz duyar. İnsanın tabiatı ve şeytan, kişiyi bunlara sevk eder. Bunlara dalan kimsenin çok defa dilini tutmaya gücü yetmez. Dolayısıyla dilini, hoşuna giden şeylerde serbest bırakır, hoşuna gitmeyen şeylerde ise tutar. Söze dalmada tehlike, susmada ise selâmet vardır.
İnsan susunca yönelimini odaklar, kendisinde vakar ortaya çıkar. Tefekkür, ibadet ve zikir için vakti olur. Bir de dünyada sözün getireceği tehlikelerden ve âhirette bunların hesabından emin olur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İnsan bir söz söylediğinde muhakkak yanında onu gözetleyen ve hemen yazan bir melek bulunur.” (Kâf 18)