Aramak

Hikmet

12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah “Kimyâ-yı Saâdet” adlı meşhur eserinde der ki: 

Kul, günün sonunda yatma vaktinde bir süre o gün neler yaptığı konusunda nefsini hesaba çekmelidir. Sermayesini kârdan ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlar, kâr nafileler, zarar da günahlardır. İnsan aldanmamak, zarar etmemek için ortağı ile sözleşme yapıp dikkatli davrandığı gibi, nefsine karşı da uyanık olmalıdır. Çünkü nefs yalancı ve hilecidir. Faydalı zannedilmesi için kendi maksatlarını taatlere karıştırarak sunar. Oysa bunlar fayda değil, zarar verir. Hal böyle iken kişi bütün mübahlarda bile nefsini hesaba çekmeli, “Bunu neden yaptın?” diye sormalıdır. Eğer zararlı bir şey yapmış ise bunu ona ödetmelidir.

İbnü’s-Samt rahmetullahi aleyh büyüklerdendi, nefsini hesaba çekerdi. Bir gün hesap etti, altmış bir yaşında olduğunu gördü. Onun günlerini hesap etti, toplam 21.500 gün tuttu. Bunun üzerine bir sayha atarak, “Vay bana, yüce Melik’in huzuruna 21.500 günahla mı çıkacağım? Her bir günde binlerce günah bulunursa durum nasıl olur?” dedi, sonra kendinden geçip bayıldı. Baktılar ki vefat etmiş. Orada bulunanlar gaipten bir seslenicinin, “Müjde sana, Firdevs-i Alâ’ya koş!” dediğini işittiler.

Fakat insanoğlu günahlarını hesaplamıyor. Kişi eğer bir eve her günahı için küçük bir taş koysa, kısa zamanda o ev taşla dolardı. Eğer kirâmen kâtibîn melekleri günahları yazmak için ücret isteselerdi, insan neyi var neyi yok onlara harcardı. Kişi birkaç defa gafletle “Sübhanallah” demek istese eline tesbih alıp sayar ve “Yüz defa sübhanallah dedim” der. 

Fakat bütün gün boş sözler sarf eder de konuştuklarının ne seviyeye ulaştığını öğrenmek için eline tesbih alıp saymaz. Bununla beraber sevap hanesinin günah hanesinden ağır basacağını umar. Bu akılsızlıktan ileri gelen bir şeydir.

Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer radıyallahu anhu, “Amelleriniz tartılmadan evvel kendinizi hesaba çekin!” derdi. Yine o gece olunca ayaklarına kamçı ile vurur ve nefsine, “Bugün ne yaptın?” derdi.

Abdullah b. Selâm radıyallahu anhu bir yük odun sırtlanmış, taşıyordu. Kendisine, “Ey Ebû Yusuf, hizmetçilerin içinde senin yerine bunu yapacak kimseler var” denilince, “Bu işi kötü görüyor mu diye nefsimi denemek istedim” demiştir.

Enes b. Mâlik radıyallahu anhu demiştir ki: “Bir gün Ömer b. Hattâb radıyallahu anhu ile dışarı çıkmıştım. Bir bahçeye girdi. Onunla benim aramda bir duvar vardı. Kendi kendine, ‘Müminlerin emîri Ömer b. Hattâb, oh ne hoş! Vallahi ya Allah’tan korkarsın yahut Allah sana azap eder!’ dediğini işittim.”

Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:

“Nefs-i levvâme, ‘Filanca işi neden yaptın, filan yemeği niçin yedin, neden yaptın, niçin yedin?’ sorularını sorup kendisini azarlayan nefstir.”



Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy