Kulluk
Mektebi
Sayılamayacak birçok güzelliğiyle Ramazan ayı sanki bir kulluk mektebi idi. Müfredatını, bütün hayatımıza yön verecek sâlih amellerin oluşturduğu bir mektep.
En kapsayıcı tanımıyla kulluk, Yüce Mevlâ’nın emir ve yasaklarına itaat etmek ve bu farkındalıkla yaşamaktır. Arapçada “abd”, “kul” demektir. Kulun Rabbine itaat adına yaptığı bütün fiiller “ibadet” diye tanımlanır. İbadetler neticesinde müminin ortaya koyduğu bu kulluk tavrı ise “ubûdiyet” kavramı ile ifade edilir.
Kulluğun nasıl olması gerektiği, Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellemin örnekliğiyle, özelde müminlere genelde bütün insanlığa arz edilmiştir. Dolayısıyla Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatı, ideal bir kulun nasıl olması gerektiğinin şahididir.
Bütün insanlığa mesaj
Kulluk, Kur’an-ı Kerim’de vurgulanan temel kavramlardandır. Âlemlerin Rabbi olan Yüce Mevlâ, “Ey İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki gereği gibi sakınanlardan olasınız.” (Bakara 21; diğer ayetler için bkz. Nisâ 36; Hac 77; Necm 62) fermanıyla insanları kendisine kulluğa davet etmektedir.
Diğer bir ayet-i kerimenin ifadesiyle Allah Teâlâ’ya kulluk etmek, bütün peygamberlerin ortak mesajıdır. Her ümmet, kendilerine gönderilen peygamberler aracılığıyla ubûdiyete davet edilmişlerdir: “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tâğuttan kaçının’ diye peygamber gönderdik.” (Nahl 36)
Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb, Hz. İbrâhîm ve Hz. İsa aleyhimüsselamın ümmetlerini kulluğa davet eden çağrılarına yer vermektedir. (Âl-i İmrân 51; Mâide 72; A’râf 59, 65, 73, 85; Hûd 50, 61, 84; Meryem 36, Müminûn 23, 32; Neml 45; Ankebût 16, 17, 36; Zuhruf 64; Nûh 3)
Kulluk, ayet-i kerimede “sırât-ı müstakîm” diye tavsif edilen dosdoğru yolun ta kendisidir. Cenâb-ı Hak, sırât-ı müstakîm üzere bulunmanın gereği olarak Âdemoğullarını kendisine kulluğa çağırırken, bu yol üzerindeki şeytan tehlikesini de mealen şöyle haber vermektedir:
“Ey Ademoğulları! Ben size, ‘Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur’ diye emretmedim mi?” (Yâsîn 60, 61)
Ubûdiyetin en belirgin alâmeti olan namazlarımızda da kulluk itirafı ve sırât-ı müstakîm talebi yer almaktadır. Fâtiha suresini okuduğumuz her rekâtta, “Sadece sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fâtiha 5) ifadesinden sonra, “Bizi dosdoğru yola ilet.” (Fâtiha 6) diyerek Rabbimize yöneliriz. Devamında ise ilâhî ikrama mazhar olup kulluk yolunda muvaffak olanların zikri yer alır: “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil.” (Fâtiha 7)
Kendilerine nimet verilenler, Nisâ suresinde mealen şöyle tarif edilmektedir: “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 69)
Ayet-i kerimenin işaretiyle anlaşılmaktadır ki sırât-ı müstakîm üzere olmak Yüce Mevlâ’nın bir ikramıdır. Ve bu ikrama mazhar olanların vasfı itaattir. Yani kulluktur. Yol belli, yordam belli, yolcu bellidir. Bize düşen ise kulluk yoluna revan; nimet sahiplerine bende olmaktır.
Kulluğun sınırı ve ölçüsü
İman ehli için kulluk, dünya hayatının bütün safhalarını kapsayan bir farkındalık ve itaat halidir. Büluğ çağına kadar daha çok ebeveynin himayesi ve kontrolünde takip edilen bu sorumluluk, bu aşamadan sonra hayatın son anına, yani ölüm vaktine kadar devam etmesi gereken imanî bir duruştur. Zira kulluk, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insanoğlunun yaratılış gayesidir. (Zâriyât 56) Kul ise, bu gaye uğruna son nefesine kadar itaat üzere bulunmaya gayret edendir. Nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin şahsında iman ehlinin önüne konulan hedef açık ve nettir:
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99)
‘Ölüm gelinceye kadar’ ifadesinden ibadetin yani kulluğun belli bir dönemle sınırlı olmayıp, sürekli olduğu anlaşılmaktadır. Tefsirinde konuya değinen Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh, ‘ölüm gelinceye kadar’ ifadesinin hikmeti hakkında şu tespitte bulunur:
“Herkes öldüğü zaman üzerinden ibadet etme mesuliyeti zaten düşer ve bunu herkes bilir. Öyleyse ibadetlere böyle sınır çizmenin hikmeti nedir?’ denilirse biz deriz ki: Bundan murad şu manadır: Hayatın boyunca Rabbine ibadet et, hayatının hiçbir safhasında bu ibadetten uzak ve geri durma.” (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, 19/166)
Başta iman nimeti olmak üzere sayısız lütuf ve ikramlara mazhar olan insanoğlunun bu nimetlerin şükrü için zaten devamlı kulluk ve itaat üzere olması gerekir. Bu kabilden olmak üzere Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin gece ibadetine şahit olan Hz. Âişe radıyallahu anhâ: “Yâ Resûlallah! Rabbin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı halde niçin bu kadar ibadet ediyorsun?” diye sormaktan kendini alamamıştır. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem nimet, şükür ve ibadet dengesine şöyle dikkat çekmiştir: “Şükreden bir kul olmayayım mı ey Âişe?” (Müslim, Sıfâtü’l-Münâfikîn 81)
Müminin ibadetlerini belli bir düzen ve istikrar içinde devam ettirmesi gerekir. Fakat bu kolay değildir. İbadet hayatımızda iniş çıkışların olması tabii bir durumdur. Kişi her zaman aynı muhabbet ve istikrarı muhafaza edemeyebilir. Bu konuda da dengeli olmak, Kur’an ve Sünnet ölçülerine göre hareket etmek gerekir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin şu ifadesi, kulluk hayatımızda nasıl bir dengenin olması gerektiğine işaret etmektedir: “Allah katında amellerin en hoş bulunanı, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhârî, Rikâk 18)
Az da olsa devamlı olandan kasıt, başlanılan bir ibadeti külfet haline dönüştürmeden istikrarlı bir şekilde devam ettirmektir. Asr-ı Saadet’teki şu örnek bu konudaki yanlış mülahazaları bertaraf edecek niteliktedir: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin ibadet hayatını soruşturup kendileri için bunu az bulan bazı sahabiler, “O Allah’ın Resûlü’dür, bütün günahları bağışlanmıştır. Biz öyle miyiz?” diyerek kendi aralarında sözleşmişler ve her geceyi ibadetle geçirmeye, her gün oruç tutmaya ve evlenmemeye karar vermişlerdi. Bunu haber alan Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Şöyle şöyle söyleyen siz misiniz? Allah’a yemin ederim ki ben Allah’tan en çok sakınanınızım. Bununla beraber bazen oruç tutarım, bazen tutmam. (Gecenin bir kısmında) nafile namaz kılar, (bir kısmında) uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1)
Kulluk eğitimi
Geride bıraktığımız, fakat önümüzü aydınlatacak olan Ramazan ayı adeta bir kulluk provası idi. Yüce Mevlâ, takva hassasiyetini elde edebilmemiz için kulluk yolunda azık olacak her türlü sâlih amel fırsatını bizlere lütfeyledi. Oruç ibadetiyle sabretmeyi ve aç olanların haliyle hemhal olmayı; zekât ve fitre ile infak ruhunu ve fakirlere el uzatmayı; teravih ve teheccüd ile gecelerin ihyâ edilmesini; Kur’an tilaveti ile gözümüzü ve kalbimizi nurlandırmayı bizlere talim ettirdi.
Daha sayılamayacak birçok güzelliğiyle Ramazan ayı sanki bir kulluk mektebi idi. Müfredatını, bütün hayatımıza yön verecek sâlih amellerin oluşturduğu bir mektep.
Ramazan on bir ayın sultanı olarak bilinir. Sultan, tebasına hükmedendir. Ramazan ayının tebası da dışındaki diğer aylardır. O halde Ramazan’daki sâlih amel seferberliğinin diğer aylarda da devam etmesi gerekir ki o diğer ayların sultanı olsun.
Kulluk yolculuğumuzun her aşamasının Ramazan tadında ve bereketinde olması; takva elbisesinin bizleri her türlü mâsivâdan muhafaza etmesi niyazıyla…