Aramak

Tavan Arası

İnsan Halleri

Süleymaniye Medresesi’nin Tuğlaları

Osmanlı’da vakıflar, dilek ve temenniler üzerine değil, sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Vakfedenin vakfı tesis ediş maksadı, vakfın nasıl idare edileceği, kimlere ne kadar yardım edileceği, çalışanlara ne kadar ödeneceği gibi hususlar vakfiyelerde madde madde yazılmıştır. Böylece Allah rızası için vakfedilmiş mülkler, asırlar boyunca aslına mutabık bir şekilde kullanılmış, vakıf hizmetinin devamlılığı sağlanmıştır.

Vakfiyeler, vakfedenin bir yere vakıf şartlarını kendince yazdırmasından ibaret de değildir. Vakıf şartları kadı huzurunda, âdil kimselerin şahitliği ile kayıt altına alınırdı. Eğer ilerleyen yıllarda, hatta asırlarda, bir vakıf çalışanı usulsüzlük yaparsa mahkeme buna mani oluyor ve vakıf şartlarının devamını sağlıyordu. Ayrıca vakfın bütün gelir ve giderleri defterlere kaydediliyor ve bunlar devlet tarafından denetleniyordu. Günümüzde bu defterler sayesinde vakıfların daha inşaat aşamasındaki giderlerini, inşaat malzemelerinin nereden ve kimden ne kadara alındığını, nasıl getirildiğini bile öğrenebiliyoruz.

Mesela Kanuni Sultan Süleyman’ın kurduğu Süleymaniye Vakfı’na bakalım: Hicri 957, miladi 1550 yılında temeli atılmış bu vakfın. Kayıtlarda temel atma günü ve ayı dahi bellidir. Hatta temel atmadan önce cami ve külliyenin her bir binasının nereye inşa edileceğini, niçin oraya yapıldığını, yapılırken nelere dikkat edildiğini öğrenebiliyoruz.

Süleymaniye Vakfı’nın ana yapıları cami, medrese, darüşşifa ve dükkânlardan oluşur. İnşaat esnasında cami için ayrı, medreseler için ayrı kayıtlar tutulmuş. Medreselerin de inşaat giderleri tek tek yazılmış. Mesela medreselerin kemer ve kubbelerinin inşası için kullanılan tuğlalar üç şekilde tedarik edilmiş. Ya ocak sahibi imalatçılardan ya özel şahıs, müteahhit ve tüccarlardan satın alınmış ya da devlet tarafından emaneten işletilen harman ve fırınlarda imal edilmiş. Buna göre tuğlaların bir kısmı günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Hasköy’deki kiremitçilerden satın alınmış. On üç farklı kiremitçi pereme denen bir çeşit kayıkla kiremitleri İstanbul’a getirmiş. Bütün bu nakliye işleri için de 7845 akçe harcanmış.

Defterde bu kayıtları “Bahâ-i Tuğla-i Kubbe-i Cami-i Şerif ve Harem ve Hamam ve Dârü’l-Hadîs ve Gayruhû, An Yedin Mezkurîn” başlığı altında görüyoruz. Burada tuğlalar, tuğla parçalarının cinsi ve adedi de verilmiş. Buna göre 8028 adet kubbe tuğlası, 197.640 adet çarşu tuğla ve 106.170 adet yarım tuğla satın alınmış. “Çarşu tuğla”, özel harmanlarda üretilerek serbest piyasada satılan tuğla imiş. Daha çok duvar ve kemer örgüsünde kullanılıyormuş. Bütün bunlar için de 106.313 akçe harcanmış. Bu bilgiler sayesinde, yüz yıl sonra vakfın tamir kayıtlarından, bir inşaat malzemesi olarak tuğla fiyatlarını takip edebiliyoruz. Defterde tuğlaların hangi tuğlacıdan alındığı da kayıtlı. Buradan tuğlacıların dördünün gayrimüslim olduğunu da öğrenebiliyoruz. Ayrıca marangozların isimleri, camların kimlerden alındığı, nasıl tedarik edildiği, malzemenin türü bile yazılmış.

Gelir ve gideri en ince detayına kadar kayıt altında tutulduğu için, vakfın her bir gününü de bu defterlerden öğrenebiliyoruz. İşte bu titizlik sayesinde Kanuni Sultan Süleyman Vakfı, 1800’lü yılların sonuna kadar, yani Osmanlı’nın son yıllarına kadar hayır hizmetlerine, talebe yetiştirmeye, fakirleri doyurmaya devam edebilmiş. 

Bütün bunlardan şu sonucu çıkartabiliriz: Kayıt, defter, envanter, belgeleme gibi önemli işlerde ileri gitmek yerine asırlar öncesinin bile gerisine düşmüşüz. 

Dil Hazinesi

Kavuşmak

Dilin malzemesi kelimelerdir. Dili iyi kullanabilmek için kelime hazinesini çok iyi tanımak gerekir. Böylece dilin sunduğu imkânlardan faydalanabiliriz. Her kelimenin öncelikle öz bir manası vardır. Sonra bu mananın yakın ilişkilerle, benzetmelerle genişleyen yan manaları olur. Daha sonra mecaz kullanımlar, manalar olur. Aslında öz mana her zaman en yaygın kullanılan manadır. Ancak bazen öz mana zayıflar, hatta unutulur. Mecaz manalar ise öz manaların yerine geçer. Bütün bunlar asırlar içinde gerçekleşir.

Dil hazinemize dair böyle bir girişten sonra, bu ayki kelimemizi ve arkadaşlarını tanıyalım. “Kavuşmak” ile başlayalım. İlk manası “Başka yerde olan, hasreti çekilen bir kimseyi veya şeyi tekrar bulmak ve görmek, bir araya gelip buluşmak”tır. Bu yaygın olarak bildiğimiz öz manasıdır. Bir de “bir şeyi kollarıyla sarmak ve iki elin kavuşması” manası var.

Kavuşmak deyince gitmek yahut gelmek fiilinden bahsediyoruz. Çünkü iki şeyin yahut iki kişinin kavuşması için bir gidiş yahut geliş olması gerekiyor. Ya da biri giderken diğeri de geliyor olabilir. Böylece yolda kavuşmak gerçekleşir. Yani “kavuştu” deyince “gitti, vardı, ulaştı, erişti, vâsıl oldu” da demiş oluyoruz. Ancak tek başına “gitti” desek olmaz. “Vardı” deyince de bir gidişten bahsederiz ama mutlaka bir kavuşma manası içermez. “Ulaştı” veya “erişti” deyince de öyle. Sadece “vâsıl oldu” kavuşmakla aynı manayı bire bir taşıyor. Bir de “yetişmek” var. Bu fiilde doğrudan kavuşmak manası var. Ama biri önden giderken diğerinin arkadan gelerek kavuşması şeklinde kullanılabilir. Yani daha dar manalı bir kavuşma söz konusu.

Tabii bütün bu manaları, kelimeleri yalın olarak düşünerek söylüyoruz. Cümle içinde bazı kelimeler sayesinde doğrudan “kavuşmak” manasında kullanılabilir. Bir de metnin akışı içinde böyle bir mana ortaya çıkar. Buna eskiler sibak u siyak derler. Yani sözün gelişi, mananın akışına göre…

Bir Söz Bir Şerh

İbn Atâullah el-İskenderî hazretleri Hikem-i Atâiyye’de şöyle buyuruyor:

“O’ndan isteyeceğin şeylerin en hayırlısı, O’nun senden isteyeceğidir.”

Molla Yahya hazretleri bu hikmeti şöyle şerh ediyor:

“Allah Teâlâ’nın kullarından istediği, zâhiren emir ve nehiylerine riayet etmek ve O’nu çok zikretmek; bâtınen ise kalp ve sırları ıslah edip O’nu tanıyabilmektir.

Allah Teâlâ’nın kulu muhafaza etmesi, ondan razı olması, zât ve sıfatının marifetine eriştirmesi, ameller neticesinde ihsan ettiği lütuflardır. Kul bunları isteyeceğine O’nun emir ve yasaklarına yapışsa daha evlâdır. Çünkü kul efendisinin sözüne itaat ettiğinde efendisi zaten onu muhafaza edecek ve o daha istemeden nimetlerini verecektir. Demişlerdir ki âriflerin duası emre uymak içindir. Yoksa ârif kalben istemeye hayâ eder.”

Bir Söz

“Allah Teâlâ’nın seçkin kullarından olmak istersen ahlâkını çocukların huylarına çevir. Çünkü onlarda beş haslet vardır ki, büyüklerde olsa velîlerden olurlar:

1. Rızık için endişe etmezler.

2. Hastalandıklarında Cenâb-ı Mevlâ’yı şikâyet etmezler.

3. Yemeği birlikte yerler, yalnız yemeyi sevmezler.

4. Korkunca hemen gözlerinden yaş akıtırlar.

5. Kavga ettiklerinde kin tutmadan hemen barışırlar.”

İmam Süyûtî rahmetullahi aleyh


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy