Aramak

Tefsir

“Ey Muhammed! De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.” (Kâfirûn 1-4)

Evvelâ: Müşriklere kendi memleketlerinde, kendi güç ve kuvvetlerinin bulunduğu yerde böyle küçük düşürücü bir vasıfla hitap edilmesi, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin bütün insanlardan korunduğunu herkese ilan etmektedir.

Kâfirûn sure-i celilesi, Mekke döneminde Mâûn suresinden sonra, Fîl suresinden önce nâzil olmuştur. Kur’an-ı Kerim’deki sıralamada yüz dokuzuncu, iniş sırasına göre ise on sekizinci suredir. Altı ayet olup ilk ayeti kâfirlere hitapla başladığı için bu adı almıştır. 

“Kâfirûn” kâfirler, inkârcılar demektir. Bu sure-i celileye “Mukaşkışe” ismi de verilir. Bu isim “bulaşıcı hastalıklardan iyileştirmek” anlamındaki kök kelimeden türemiş olup, sure-i celile için “şirk ve nifaktan uzaklaştıran” anlamında kullanılmıştır. 

Kâfirûn suresine ayrıca tevhidi ve Allah Teâlâ’dan başkasına kulluğu reddi ilan ettiği için “İhlâs suresi”, Cenâb-ı Hakk’a istediği kulluğu en güzel biçimde dile getirdiği için “İbadet suresi” adları da verilmiştir.

İmkânsız teklif

Taberânî ve İbn Hâtim rahmetullahi aleyh, İbn Abbas radıyallahu anhudan naklederler: Kureyşliler, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme Mekke’nin en zengini olacak kadar mal vermeyi veya dilediği kadınla evlenmeyi teklif ettiler. Dediler ki:

– Ey Muhammed! Bu senin içindir, ilâhlarımızı küçük düşürmeyi bırak, onları kötü olarak anma! Eğer bunu yapmıyorsan bari bir sene sen bizim ilâhlarımıza ibadet et, bir sene de biz seninkine ibadet edelim. 

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;

– Bakayım, Rabbim’den ne geliyor, onu bekleyeyim, buyurdu. 

Bunun üzerine Allah Teâlâ Kâfirûn sure-i celilesini ve şu mealdeki Zümer suresi 64. ayeti indirdi:

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (Taberânî, el-Mu’cemü’s-Sagîr, 2/44; İbn Ebû Hâtim, Tefsir, 10/3471)

Kur’an-ı Azîmü’ş-Şan’daki sure-i celilelerin sıralanışında nice hikmetler gizlidir. Kâfirûn suresi Kevser lütfunun kapsamında olan ihlâs ile ibadet emrini ilan eder. Aynı zamanda Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme buğzeden ebter (güdük)lerin küfürlerine karşı bir cevaptır.

Başka inançlardan ayrı ve uzak

Sure-i celiledeki muhtevaya genel olarak bakılacak olursa: 

Öncelikle denilebilir ki, bu mübarek sure, İslâm’ın kusursuz ve noksansız olarak diğer dinlerden uzak olduğunu başkalarına ihtiyacı bulunmadığını bildiriyor.

Sure-i celilede Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin inkârcılarla şirk ve sapkınlıkta birleşemeyeceği kesin bir üslûpla ilan edilmekte ve imanın şirkten uzak tutulması istenmektedir. Özellikle İslâm akidesinin temelini oluşturan tevhid üzerinde durularak yalnızca Allah Teâlâ’ya ibadet edilmesi ve O’na ortak koşulmaması vurgulanmaktadır. 

Diğer taraftan Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin kendi dilinden ibadetinde şirk unsurunun bulunmadığına dikkat çekilmekte; din ve ibadet sahasında hiç kimsenin bir başkasının dinini, ibadetini engelleme hakkının bulunmadığına da işaret edilmektedir. Sure-i celilenin sonunda yer alan “Sizin dininiz size, benim dinim bana” ifadesi, müşriklerin hal ve tavırlarından muhakkak uzak durmayı vurgular.

Kâfirûn sure-i celilesi tevhidin adeta sembolüdür. Mekke döneminin ilk zamanlarında inen bu sureyle Mekkeli müşriklerin şahsında bütün putperestlere ve kıyamete kadar gelecek olan müşriklere ve inkârcılara iman ve şirkin apayrı şeyler olduğu, bu iki inanç şeklinin arasında hiçbir benzerlik bulunamayacağı, dolayısıyla ikisinin bir arada bulunmasının kesinlikle mümkün olmadığı ifade edilmiştir. 

Surenin fazileti

Kâfirûn suresinin faziletine dair Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlardır ki: “Kâfirûn suresi, Kur’an’ın dörtte birine denktir. İhlâs suresi Kur’an’ın üçte birine denktir.” (Tirmizî, Fezâil 10) 

Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh Tefsîr-i Kebîr’de bu hadis-i şerife işaretle der ki: “Kur’an-ı Kerim, emredilen ve haram kılınan şeyleri ihtiva etmektedir. Bunların her biri kalple ve uzuvlarla ilişkili olmak üzere ikişer kısımdır. Bu sure-i celile de kalplerle ilgili olan yasakları ihtiva etmektedir. Dolayısıyla Kâfirûn suresi Kur’an-ı Kerim’in dörtte biridir.” 

Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde ise surenin Kur’an’ın dörtte biri olması hususunda şöyle denilmektedir:

“Bunun izahında bir hayli söz söylenmiş ise de en basiti şöyle anlamaktır: Kur’an-ı Kerim’in manası bir bakışa göre şu şekilde özetlenebilir: İbadetler, muameleler, âhiret hükümleri ve kıssalar. Bu sure ibadetin ruhu olan tevhid ve ihlâs ilanını emredici olduğu için Kur’an-ı Kerim’in dörtte birine denk demek olur.” 

Sure-i celilenin fazileti hakkında vârid olan bazı hadis-i şerifler şöyledir:

“Gece yatacağın zaman Kâfirûn suresini okursan şirkten uzak olursun.” (Ebû Dâvud, nr. 5055; Tirmizî, nr. 3403)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Cübeyr b. Mut’im’e;

– Ey Cübeyr! Bir yolculuğa çıktığın zaman arkadaşların içinde hali en güzel, yol azığı en bereketli kimse olmak ister misin, diye sordu. Cübeyr radıyallahu anhu;

– Anam babam sana feda olsun, elbette isterim, diye cevap verdi. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

– Öyleyse şu beş sureyi oku: Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn, İzâ câe nasrullâh, İhlâs, Felâk ve Nâs. Her sureye besmele ile başla ve besmele ile bitir.

Cübeyr radılallahu anhu demiştir ki: 

“Ben önceleri zengin bir adamdım. Yine de birileriyle yola çıktığımda onların en dağınığı ve azığı en bereketsiz olanı ben oluyordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin öğrettikleriyle amel ettikten sonra arkadaşlarım içinde hali en güzel ve azığı en bereketli kimse ben oldum.” (Ebû Ya’lâ, Müsned, nr: 7419; Heysemî, ez-Zevâid, 10/133-134)

“De ki” emri

Ey Muhammed! De ki: Ey kâfirler!

Sure-i celilede seslenişe “De!” emriyle başlanmasında Fahreddin Râzî rahmetullâhi aleyh kırk kadar nükte saymıştır. Tafsili uzun olacağından ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir: 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin bütün işlerinde dostluk ve yumuşaklıkla hareket etmekle emrolunmuştu. Nitekim Hak Teâlâ, “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.” buyurmuştur. (Âl-i İmrân 159) 

Yine Allah Teâlâ; “Sen hikmetle, güzel öğütle Rabbi’nin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” emrini vermiştir. (Nahl 125) 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bu minval üzere risalet vazifesini icra eylerken “Ey kâfirler!” diye hitap edince muhatapları; 

– Bu kabalık sana nasıl uygun düşer, dediler. O da; 

– Ben böyle söylemekle emrolundum. Bunu kendiliğimden söylemiş değilim, diye karşılık verdi. 

O halde baştaki “de ki” ifadesiyle sure-i celiledeki hitabın Allah Teâlâ’dan geldiği ortaya konulmuş oluyor. 

Devamla Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh der ki:

Ayet-i celilede muhataplara “Ey kâfirler” diye en ağır şekilde yapılan hitabın sebebi muhatapların ilm-i ilâhîde sabit olan ve hiç değişmeyecek kâfirlik sıfatlarıdır. Cenâb-ı Hak ayet-i celilede bu sıfatı açıkça ve yüzlerine vurarak beyan etmiştir. Burada bu ağır hitap o yumuşak ve mülayim olma emirlerine nasıl münasip olur, diye bir itiraza mahal bırakmamak, “Bunu ben kendiliğimden söylemiyorum, emredilmiş olarak söylüyorum.” demiş olmak için evvelâ “de” emri açıklanmıştır.

O kâfirler bir yaratıcının varlığını, kendilerini yaratan ve rızık verenin O olduğunu kabul ediyorlardı. Nitekim Hak Teâlâ mealen;

“Şayet gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan onlar, ‘Allah’ derler.” buyurmuştur (Lokman 25). Kul, başkalarından gelince tahammül edemeyeceği şeylere efendisinden gelince katlanır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de eğer “Ey kâfirler!” demiş olsaydı, onlar bunun kendi sözü olabileceğini düşünüp, belki de tahammül edemeyerek O’na eziyet edeceklerdi. Fakat “De ki!” emrini duyunca O’nun bu sert ifadeyi gökleri ve yeri yaratandan naklettiğini anlamış olurlar da buna katlanabilirler.

Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın kuluna doğrudan hitap etmesi o kulun yüceliğini gösterir. O, kıyamet günü kâfirlerle konuşmayacağını, onları hor ve hakir kıldığını gösteren şeyler kapsamından saymıştır. Ayet-i kerimede mealen “Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır” buyurulur. (Bakara 174) Dolayısıyla Hak Teâlâ doğrudan “Ey kâfirler!” demiş olsaydı, bunun doğrudan hitap olması açısından onlara kıymet vermeyi, küfürle vasıflandırması açısından da eziyeti gerektirirdi. Eziyet de ikram ve değer verme ile onarılmış olurdu. Ama Hak Teâlâ; “De ki: Ey kâfirler!” buyurunca bu muhatap alınma şerefi Resûlü sallallahu aleyhi veselleme; küfürle vasıflandırılarak hor ve hakir kılınma da kâfirlere yönelik olmuş olur. Dolayısıyla burada Allah’ın dostlarına değer verişi; düşmanlarının ise hor ve hakir kılınmaları hususu bulunmuş olur ki, bu son derece güzel bir şeydir.

Akrabanın sert davranması ve eziyeti, başkalarınınkinden daha ağır gelir. Dolayısıyla “Ey Resûlüm, sen de onların kabilesindensin, onlar arasında büyüdün; haydi, onlara “Ey kâfirler!” de. Belki böylece bu söz onlara daha ağır gelir de küfürden uzaklaşmalarına, düşünüp araştırmalarına yöneltir.” manası da vardır.

“Ey kâfirler” hitabının kapsamı

Surenin bu şekilde inme sebebi olan ve kabulüne ihtimal olmayan, putlarına tapılmak şartıyla Allah Teâlâ’ya ibadet edeceklerini ileri sürmelerinin öfke ve kinlerinin bir neticesi olduğuna dahi işaret vardır. Onun için müfessirler demişlerdir ki: Burada “Ey kâfirler!” diye hitap, kâfirlere genel bir hitap değil, ebedî olarak imana gelmeyeceklerini Allah Teâlâ’nın bildiği birtakım kimselere mahsustur. Çünkü kâfirler içinde de Kitap ehlinden olduğu için Allah’ı mabud tanıyanlar bulunduğu gibi, sonra imana gelecekler de bulunduğu için onlara karşı “Siz Allah’a ne şimdi ne de ileride ibadet edecek değilsiniz” denilmeyeceği açıktır. Yoksa “De ki, ey kâfirler!” diye emrolunduğu için henüz geleceği hakkında bilgimiz olmayan şahıs veya toplumlara “ey kâfir” yahut “ey kâfirler” diye öfke ve hakaretle hitap etmek gerekir veya böyle hitap caizdir sanılmamalıdır.

Diğer taraftan bu emirle bütün kâfirlere bir sataşma emrolunmamış olduğu gibi, güzel üslupla ve hikmetle mücadele ve mücahede de engellenmiş değildir.

Bu sure-i celileyi Müslümanlar halisâne bir niyetle, sadece küfürden, şirkten, nifaktan ve Allah’ın bildiği o tür kâfirlerden kalben uzaklaşarak, iman ve ibadetinde tevhid ve ihlâs ile dinine sarılmak için okumalıdır. Bu okuyuş zamanına ve icabına uygun olursa güzel ve hikmetli bir iş olur. Onun için bu surenin baki olan hükmü, küfür ve nifaktan uzak olmak için gizli açık her halde okumaktır. Aslolan taarruz için değil, uzaklaşmak için okumak ve sadece bir tarihî hatıra olarak değil, kendi nefsine nasihat olarak dininde ihlâs ve inancını kuvvetlendirmek için tilavettir.

Hadis-i şerifte şirkten kurtaracak bir kelime olmak üzere uyku öncesinde okunmasının tavsiye buyurulması da bu hükmü ve hikmeti ifade eder. Bunun böyle olması ise mücahedeye ilişkin vazifelerle meşgul olmaya engel değildir. 

Hâsılı, inananlar bu sure ile bütün kâfirlere saldırı ile emrolunmamış olduğu gibi, güzel mücadeleden ve mücahededen alıkonulmuş da değildir.

Hak Sübhânehû ve Teâlâ en iyi bilendir.






Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy