Aramak

Editörden

Bizim Değişme Hikâyemiz

İki asrı aşkın zamandır değişim ve dönüşüm meselesi daima gündemimizde. Siyasî, askerî, iktisadî alanlarda yenildikçe, mevzi kaybettikçe kendimizle kavgaya tutuşmuşuz. Yenilgilerimizin sebebini yanlış politikalar, hedef ve stratejiler yerine kimliğimizde aramış, başka bir şeye dönüşürsek iyi ve muzaffer olacağımızı düşünmüşüz. Hakikaten tuhaf. Fantastik bir prodüksiyonun konusu olacak kadar tuhaf.

Bu hikâye yeni değil. Osmanlı’nın son yüzyılı baştan aşağı değişim ve dönüşüm arayışlarıyla ilgili. Önceleri “eski” ve “yeni” bir arada, sonra eskiyi tamamen ret ve terk ediş. Fakat terk ettiklerimiz arasında sadece yeni dünyada taşımakta zorlandığımız, dönüştürülmesi elzem olan unsurlar yok; bizi biz yapan anlam ve değer sistemimize ait çok önemli unsurlar da var.

Toplum vicdanı bunu seziyor ve rahatsız oluyor ki son yüzyılımız da millet ve resmî ideolojiler arasında açık ve örtülü kavgayla geçmiş bulunuyor. Neredeyse her konuda yasaların etrafından dolanma çabası, vergi ve askerlik gibi resmî sorumluluklardan olabildiğince kaçma, kısaca nizama gelmez bir toplum görüntüsü vermenin arkasında bu örtülü çatışma olmalı.

Diğer taraftan ferdî planda üzerimizdeki bu değişim mühendisliğini öyle topyekûn içselleştirmiş filan da değiliz. Her şeyden önce Müslümanız. Dinî hayatımıza önem atfediyoruz. Bu amaçla müesseseler kuruyor, elimizden geldiğince destekliyoruz. Misafirperverliğimizi, dayanışma ruhumuzu, birbirimizi ötekileştirmeden bir arada yaşama kültürümüzü muhafaza ediyoruz. Elhamdülillah.

Bu değişim ve dönüşüm meselesinin bizim açımızdan bambaşka bir tarafı da var. Mâsivâdan çözülüp Cenâb-ı Mevlâ’ya bağlanmak, dünyadan çözülüp âhirete bağlanmak, münkerden çözülüp marufa bağlanmak, nefsin istek ve yönlendirmelerinden çözülüp maneviyat ufuklarına kanat açmak da bir değişim ve dönüşüm. Bunaltıdan, darlıktan, anlamsızlıktan, tatminsizlikten kurtaran, ruhu özgürleştiren bir dönüşüm. Bir tevbe ile başlar, nerelere uzanacağı ise kişinin talep ve kabiliyetine bağlı. 

İçinde bulunduğumuz vakitlerin bereketi sadece sofralarda değil. Asıl bereket böyle bir dönüşüm imkânını içinde barındırmasında saklı. Ramazan ayının bir yeme içme festivali gibi sunulması yanıltmasın; nefsi susturup ruha kulak verdikçe, ruhumuza o yakından tanıdığı Allah Kelâmı’nı dinlettikçe bu dönüşümün kıpırtılarını hissedeceğiz. Değişecek ve dönüşeceğiz. Ama yukarıda değindiğimiz, tarihin önümüze koyduğu şemaya göre değil; velîlerin, sâlih kulların kutlu kervanındaki ihyâ ve inşâya göre.

Kadir gecenizi tebrik eder, dualarınızı bekleriz. Mayıs sayımızda buluşmak üzere inşallah.

 

SABAHATTİN AYDIN / saydin@semerkand.com





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy