Aramak

Güldeste

Karanlığa Meşale Tut

17. asrın Nakşibendî pîrlerinden İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû, oğlu Hâce Muhammed Abdullah’a yazdığı mektubunda şöyle der: 

Kıymetli oğlum. Allah sana selamet versin ve sana yakışmayan şeylerden seni ve dostlarını korusun. Sana nasihatim şudur: 

Sünnet-i Seniyye’ye tâbi ol ve Allah Teâlâ’nın razı olmadığı bid’atlardan şiddetle kaçınmaya bak. Son dönemde İslâm’ın üzerine gariplik hali çöktü, Müslümanlar garip duruma düştüler. Bundan böyle Müslümanların garipliği o kadar artacak ki yeryüzünde Allah diyen kimse kalmayacak, en sonunda da kıyamet, insanların şerlileri üzerine kopacak. O halde bahtiyar kimse, bugün terk edilmiş bir sünnete hayat veren ve halkın arasında yayılmış bir bid’atı terk eden kimsedir. 

Bugün yaşadığımız zamanda Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin gönderilişi üzerinden bin sene geçti. Artık kıyamet alametlerinden bir kısmı ortaya çıktı. Peygamberlik asrından uzaklaşmamız sebebiyle Sünnet-i Seniyye de uzak kaldı, bid’atlar ise yalancılığın yaygınlaşmasıyla iyice belirmeye başladı. Nihayet Sünnet’i ihyâ edecek, bid’atları da ortadan kaldıracak bir kahramana ihtiyaç duyulur oldu. Bid’atı yaygınlaştırmak dinin tahribine yol açar, yüceltmek ise dini yıkmaya vesiledir. Umarım şu hadis-i şerifi duymuşsundur: 

“Her kim bid’at sahibine saygı gösterirse İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Taberânî, el-Evsat, nr. 6772)

Bütün gayretimizle bir sünneti yaygınlaştırmak, bir bid’atı ortadan kaldırmak için çalışmamız gerekir. Özellikle İslâm’ın zayıfladığı böyle bir dönemde İslâm’ın esaslarının ve sembollerinin ayağa kaldırılması, sünneti yaymaya ve bid’atları kaldırmaya bağlıdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: 

“Her bid‘at sapıklıktır.” (Tirmizî, İlim 16) 

Ben dinin zayıfladığı ve garip bir duruma düştüğü bu dönemde selameti sünnete sarılmada, helâk olmayı ise bid’atları işlemekte görüyorum. 

Bid’at, din binasının temeline konulmuş patlayıcı gibidir. Sünnet ise ortalığı aydınlatan bir yıldız. Sapkınlığın karanlıklarında insanlar sünnet ile yollarını bulur. Dönemin âlimleri, Allah Teâlâ’nın tevfikiyle bid’atların gün gibi açığa çıktığını görüyor ama hiçbiri güzel olduğunu söylemiyor, asla fetva vermiyor. Çünkü sünnetin dışına çıkıldığı yerlerde şeytanın göz boyamasının insanlara ciddi tesirleri bulunur. 

Bugün dünya, yaygınlaşan bid’atlar sebebiyle adeta karanlık bir deniz gibi görünmekte. Sünnetin ışığı ise garipliğinden dolayı bu karanlık denizde meşaleler gibi. Bid’at işlemek karanlığı artırmakta, sünnetin nurunu azaltmakta. Sünneti yerine getirmek ise bu karanlıkların azalmasına vesile olmakta, ayrıca sünnetin ışığını artırmakta. Artık dileyen bid’atın karanlığını artırsın, dileyen de sünnetin nurunu. Dileyen şeytanın taraftarlarının sayısını çoğaltsın. Bilin ki şeytanın taraftarları hüsrandadır. Dileyen de Allah Teâlâ’nın taraftarlarının sayısını çoğaltsın. Bilin ki Allah’ın taraftarları asıl galip olanlardır. 

Sünnete uymak insanları kurtarmakta ve hayırlı sonuçlar vermektedir. Sünnet dışı bir şeyi taklit etmek ise tehlike içinde tehlikedir. Elçiye düşen sadece tebliğ etmektir. Allah Teâlâ, üzerimizdeki emeklerinden dolayı şeyhlerimizi mükâfatlandırsın. Çünkü onlar bizi bid’at işleri yapmaya teşvik etmemiş, kendilerine uymamız helâk edici karanlıklara düşürmemiştir. Allah onlardan razı olsun. Bizleri Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemden başkasına tâbi olmaya ve azimet dışı işlerle amel etmeye çağırmadılar. Bu sebeple onların yollarının temeli sağlam, vuslat sarayları yüksek, kandilleri parlak olmuştur. 

Tevbe Ne Zaman? 

Yine İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû Mektubât’ında şöyle der: 

Mademki ömrümüzün değerli bölümünü isyanla, tökezlemeyle, kusur ve hatalarla geçirdik, artık bize yakışan tevbeden, inâbeden, verâ ve takvâdan bahsetmektir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nûr 31)

“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi bağışlar ve sizleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.” (Tahrîm 8) 

“Günahın açığını da gizlisini de bırakın!” (En‘âm 120)

Bu ayet-i kerimeler gösteriyor ki günahlara tevbe etmek her Müslümana farzdır. Hiçbir beşer bu emrin dışında tutulmamıştır. Nasıl olabilir ki; peygamberler bile tevbeden müstağni değiller. 

Peygamberlerin sonuncusu ve efendisi Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: 

“Gerçek şu ki bazen kalbime gevşeklik çöküyor, ama ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” (Müslim, Zikir, 41) 

Kul hakkına yönelik bir zulüm taşımayan; Allah Teâlâ’nın hakkına yönelik işlenmiş olan zina, içki, müzik düşkünlüğü, nâmahreme bakmak, abdestsiz Mushaf’ı tutmak ve bid’ata inanmak gibi günahların tevbesi pişmanlık duymak, istiğfar etmek ve Allah Teâlâ’ya özür beyan etmek suretiyle olur. Bir farzı terk etmek suretiyle işlenen günahın tevbesi ise o farzın edasından sonra mümkündür.

Kul haklarına karşı işlenmiş günahların tevbesi, önce haksızlığın ortadan kaldırılması, haksız olarak alınmış malların iadesi ve hak sahiplerinden helallik alınması ile mümkündür. Onlara iyi davranmak ve dua etmek gerekir. Şayet hak sahibi kimse ölmüş ise onun adına Allah Teâlâ’dan mağfiret talep etmek ve iyilik yapmak, tevbeye konu olan malları çocuklarına ve vârislerine geri vermek lazımdır. Eğer vârisleri bilinmiyorsa, haksız olarak alınan malın veya yapılan haksızlığın miktarı kadar, hak sahibi yahut haksız yere eziyet görmüş kimse adına fakirlere sadaka verilmelidir.

Hz. Ali’nin, Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhumâdan rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: 

“Kul bir günah işler de peşinden kalkar, abdest alır ve namaz kılar, günahından istiğfar ederse elbette onu bağışlamak Allah Teâlâ’ya hak olmuş olur.” (Ebû Davud, nr. 1521) 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: 

“Kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlanmasını dilerse, Allah’ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur.” (Nisâ 110)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: 

“Bir günah işleyip sonra pişman olanın bu pişmanlığı günahına kefarettir.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 7033) 

Lokman Hekim’in oğluna şöyle vasiyet ettiği nakledilir: “Yavrucuğum, tevbeyi yarına erteleme. Çünkü ölüm ansızın gelecek.” 

Mücâhid rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: “Bir kimse sabaha eriştiğinde ve akşama kavuştuğunda tevbe etmiyorsa zalimlerden olmuştur.” 

Abdullah b. Mübârek rahmetullahi aleyh hazretleri ise şöyle der: 

“Haksız yere alınmış bir kuruşluk malı sahibine geri vermek, yüz kuruş sadaka vermekten üstündür.” 

Hatta şöyle denilir: 

“Yarım gram gümüş değerindeki haksız bir kazancı sahibine iade etmek, Allah katında kabul olmuş altı yüz hacdan üstündür.”





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy