Müfessirler, Kur’an-ı Kerim’de münafıklardan bu kadar çok bahsedilmesinin, tek tip bir münafık kimliğinin olmadığına, onları tanımanın zorluğuna, önemine ve oluşturdukları tehlikenin büyüklüğüne delalet ettiğini söylemişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’de insanlar itikadî bakımdan mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç zümre halinde tasnif edilir. Daha Bakara suresinin başındaki ilk yirmi ayet-i kerimede bu zümreler belirgin özellikleriyle tanımlanır. Söz konusu bölümde müminler üç, kâfirler ise iki ayetle tanıtılırken münafıkların tam on üç ayette anlatılması dikkat çekmektedir. Kerim Kitabımız’da Rabbimiz’in “kalplerinde hastalık bulunanlar” diye nitelediği münafıklara dair diğer surelerdeki yüzü aşkın ayete ilaveten “münafikûn” adlı müstakil bir sure de vardır ayrıca. Müfessirler münafıklardan bu kadar çok bahsedilmesinin, tek tip bir münafık kimliğinin olmadığına, onları tanımanın zorluğuna, önemine ve oluşturdukları tehlikenin büyüklüğüne delalet ettiğini söylemişlerdir.
Münafıklar, zâhiren Müslüman görünen, iman ettiğini söyleyen ama kalben inkâr ehli olan yahut itikadı bozuk olan kimselerdir. Tek tip olmamaları kalplerindeki marazın derecesiyle ilgilidir. Bunların bir kısmı “inanmadıkları halde inandık diyerek” (Bakara 8, 14) Müslümanları aldatan “halis münafıklar”dır. Ya İslâm düşmanlığını daha rahat, daha sinsi yapabilmek ya da menfaat elde edebilmek için Müslüman görünmeyi seçmişlerdir. Bir kısmı “iman etmişken sonradan inkâra sapmış ve inkârında sabit olmuştur” (Nisa 137) ama sanki hâlâ imanını muhafaza ediyormuş gibi davranmaktadır ki bunlar da halis münafıklara dâhildir. Bir kısmı ise zihin karışıklığı, irade eksikliği, lâkaytlık sebebiyle “iman ile küfür arasında sürekli gidip gelen, şüphe içinde bocalayan” (Nisa 143) istikrarsız tiplerdir. Böyleleri nefslerine tâbi olmanın, dünyaya ve şeytana aldanmanın sevkiyle Hakk’a, hayra ve marufa çağrıldıklarında, türlü bahanelerle küfre yakın bir tavrı tercih etmektedirler.
Bazı âlimlerimiz münafıkların nifakını “itikadî” ve “amelî” diye ikiye ayırmış; ibadetlerdeki gevşeklik, isteksizlik veya gösteriş çabasını “amelî nifak” saymışlardır. Mükellefiyetleri yerine getirmede ihmal ve gönülsüzlüğün bir iman zafiyetine işaret ettiğini belirtmekle beraber, amelî nifak davranışları sergileyen Müslümanlara yine de münafık demek yerine, “münafıklık alametleri gösteren Müslüman” denilmesini uygun bulmuşlardır.
En büyük tehlike
Münafıklarla ilgili dikkat çekici diğer bir husus, ayet ve hadislerde mesele veya şahıslara atıfla konu edilmişken, isimlerinin verilmemiş olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de hiçbir münafığın ismi geçmez. Ayetlerin nüzul sebebinden hareketle bunların kim olduklarının bilinmesine yahut tahmin edilmesine rağmen isimlerinin verilmemesi, öncelikle bir şahsa değil, her devirde karşılaşılabilecek bir tipe odaklanmamız içindir. İkinci olarak, ayet ve hadislerde isimlerinin anılmamasında, böylelerini alenen münafık ilan ederek imana dönme ihtimalini ortadan kaldıracak şekilde ötekileştirmekten, onların aile efradını ve yakını olan müminleri incitmekten kaçınmak gibi bir inceliğe davet vardır. Nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem, kim oldukları vahiyle kendisine bildirildiği halde münafıkları ismen ifşa etmemiş, ümmetin dışına itmemiştir. Fakat onların fitnelerine karşı tedbir almış, kötülüklerinin yayılmasına engel olmuş, özelliklerini anlatarak aldanıp itibar etmemeleri için müminleri uyarmıştır.
Bu nebevî tavrın ilk kısmını bir edep halinde alıp bugüne taşımış; nifakı sabit kimseleri bile alenen münafık diye nitelemekten, onların kim olduklarını ismen ifşa etmekten sakınmışız. Lakin ikinci kısmını, yani tedbir tarafını özellikle şu son asırda ihmal etmiş, hatta unutmuş gibiyiz.
Halbuki bir Müslümanın bir gün itikat ve istikametini düzeltir ümidiyle, edeben hiç kimseye münafıklık isnadında bulunmaması, münafıkların yokluğunu göstermez. Onlar dünya imtihanımızın bir parçası olarak tarihin her döneminde her toplumda var olagelmişlerdir. Müslümanların arasında yaşamaları, Müslümanmış gibi görünmeleri ve Müslüman muamelesine tâbi tutulmaları sebebiyle, İslâm toplumları için kolay fark edilemeyen bir iç tehdit, bir büyük tehlike, bir ifsat unsuru olmuşlardır her zaman. O kadar ki sözlükte “girişi belli ama çıkışı gizli tünel, köstebek yuvası” anlamına gelen nifak kelimesi, neredeyse Müslümanların konuştuğu bütün dillerde “fitne, fesat, bozgunculuk” anlamını kazanmıştır. Bu yüzden Allah Teâlâ ve Resûlü sallallahu aleyhi vessellem, Müslümanların böyle bir fitne fesattan evvela fert olarak kendilerini, sonra da toplumlarını korumaları için münafıkları tanımamızı, münafıklığın ne olduğunu bilmemizi istemişlerdir.
Şeytanın hizbi “hâlis münafıklar”
Tanımamız ve kendilerine itibardan şiddetle sakınmamız gereken münafıkların başında Cenâb-ı Mevlâ’nın “şeytanın hizbi” diye nitelediği (Mücadele 19) halis münafıklar gelmektedir. Böyleleri sergiledikleri davranışlarla Kur’an-ı Kerim’de detaylı bir şekilde tanıtılmışlardır. Buna göre halis münafıklar, inanmadıkları halde inandıklarını söyleyerek Müslümanları aldatmaya çalışan kimselerdir. Allah’tan korkmazlar, O’nun adını zikretmezler, zikredilmesinden de rahatsız olurlar. Kibirlidirler. Ayet ve hadisleri alaya alır, müminleri küçümser, onları aklı kıt cahil insanlar olarak görürler. Herhangi bir meselenin çözümünde Allah ve Resûlü’nün hükmüne razı olmazlar. İslâm’ın koyduğu ölçü ve sınırları beğenmez, ölçü ve sınırlarını kendi hevâlarına göre belirledikleri uydurma bir dinin İslâm olduğunu iddia ederler. Şeytanın ve nefslerinin kölesi olmuşlardır. Hakkı ve hakikati duymaz, görmez, anlamazlar. İnsanları kötülüğe yönlendirir, iyilikten sakındırırlar. Büyük günahları açıkca ve ısrarla işleyen, bundan pişmanlık duymayan fâsıklar topluluğudur münafıklar. Kâfirleri dost edinir, izzet ve itibarı onların yanında ararlar. Müslümanlara karşı kin ve nefretle doludurlar. Müslümanlara bir iyilik dokunduğunda fenalaşır; onların birlik, beraberlik, kardeşlik içinde güçlü ve huzurlu olmalarını hazmedemezler.
Halis münafıklar kaba, hırçın, cimri, menfaatperest, hırslı, nankör, şüpheci, ikiyüzlü, dönek, art niyetli, güvenilmez ve yalancıdırlar. Hayatlarını aldatma üzerine kurmuşlardır. “Kişi âlemi kendisi gibi bilir” fehvasınca herkesi kendileri gibi bilir, hiçbir gerekçe olmadığı halde başkalarına şüpheyle ve suizanla yaklaşır, kimseye güvenip inanmazlar. Yarasanın aydınlıktan rahatsız olması misali güzel, dürüst, mütedeyyin insanların varlığı onları rahatsız eder. Hallerini düzeltmek yerine düzgün insanları kendilerine benzeterek samimiyetsizlik, huzursuzluk ve kötülüklerini meşrulaştırmayı seçer; bunun için de fertleri ve toplumları ifsada çalışırlar.
İfsat, yani bozgunculuk halis münafıkların mesleğidir. Asr-ı Saadet’in Medine döneminde olduğu gibi, özellikle Müslümanların güçlendiği, özne olduğu zamanlarda ortaya çıkıp bu mesleklerini icraya koyulurlar. Müslüman fertlerin fıtrat, ahlâk ve itikatlarını; toplumların birlik ve huzurunu bozmak için her türlü yalanı söyler, iftirayı atar, eksiklik ve yanlışları istismar ederler. Fakat algı mühendisliğinde mahirdirler. Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurulduğu üzere, “Onlara ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler” (Bakara 11) ve maalesef ifsatlarının ıslah olduğu yalanına bir kısım Müslümanları da inandırırlar.
Münafıklara karşı Müslüman tavrı
Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bütün eksiklik, hata ve yanlışlara rağmen bir hayli güçlenip doğrulduğumuz, kendimize dönmeye çalıştığımız şu son on yıllarda münafıkların çoğalıp azgınlaşması tesadüf değil. Böyle derken birilerinin kalbini yahut niyetini okumuyor, kimseyi durduk yere münafıklıkla itham etmiyoruz elbette. Hepimizin şahit olduğu, münafıklara özgü tutum ve davranışlardan hareketle yapıyoruz bu tespiti.
Müslüman olduğunu söyleyen ama eşcinsellik gibi sapkınlıkları insan hakkı diye savunanlar var bu ülkede. İslâm’ı Ortaçağ zihniyeti diye aşağılayanlar var. Son deprem felaketinde görüldüğü üzere yalan ve iftiralarla toplumda infial oluşturmaya çalışan, insanların acılarını istismar eden, milleti birbirine ve devletine karşı kışkırtan fâsıklar var. Tıpkı Medine döneminde bazen Yahudilerle, bazen Mekke müşrikleriyle, bazen de diğer müşrik Arap kabileleriyle gizli veya açık ittifak kuran münafıklar gibi, küfür ehliyle ittifak kuranlar var.
Sözü uzatmaya gerek yok. Görmek isteyenler için ayet ve hadislerdeki tanımlara bire bir uyan, “hâzâ halis münafık” diyebileceğimiz mebzul miktarda etkili ve yetkili nifak ehli var yanımızda yöremizde. Aslolan, böylelerine karşı nasıl tavır alacağımızdır ki Kur’an-ı Kerim bize bu konuda da yol gösteriyor. Mesela fâsığın getirdiği habere, doğruluğunu araştırmadan itibar etmememizi istiyor bizden. (Hucurat 6) Müslümanları, münafıkların aktardığı iyi veya kötü bir haberi, yetkililere danışmadan topluma yaymaktan sakındırıyor. (Nisa 83) Zımnen, Müslümanların idaresini/velayetini ele almalarına vesile olmamamızı emrediyor. (Muhammed 22) Münafık; babamız, oğlumuz, kardeşimiz de olsa onu dost edinmememizi tembihliyor. (Mücadele 22)
Münafıklara karşı nasıl mukabelede bulunulacağına dair Efendimiz aleyhissalâtü vesselama hitaben gelen ve bizleri de bağlayan emirler var bir de. Bu bağlamda münafıklara karşı sert ve tavizsiz bir tutum takınmak ve onların vereceği zararı önlemek için mücahede etmekle yükümlü tutuluruz. (Tevbe 73) Halis münafıklara, yaptıklarının yanlışlığını anlatmaya çalışmak beyhudedir. Tartışmak, muhatap almak yerine onlardan yüz çevirmenin daha evlâ olduğu haber verilmiştir. (Nisa 81, Tevbe 95) Nihayet dış görünüşlerine, mevki makamlarına, fiyakalı sözlerine aldanıp münafıklara itibardan sakınmamız istenmektedir. (Münafikûn 4)
Cenâb-ı Mevlâ şu zor günlerde cümlemize iman ferasetiyle tehlikeleri görmeyi, Kitap ve Sünnet’e ittiba ile tedbir alabilmeyi nasip eylesin.