Aramak

Seçilmişlerin Ameli

Seçilmişlerin Ameli

Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Sekizinci hikmetin şerhine devam ediyoruz.

8. Hikmet: Sana marifet kapısı açılmış ise amelin eksik ve az olsa da gamlanma. Çünkü Allah Teâlâ sana o kapıyı ancak kendisini tanıtmak için açmıştır. Bilmez misin ki marifet sebeplerini sana göndererek ihsanda bulunan O’dur. Amellerin ise O’na sunduğun hediyelerden ibarettir. Hâl böyleyken senin sunduğun hediyeler nerede, O’nun sana ihsanları nerede? 

[Bûtî merhum, bu hikmet ışığında ilâhî rızaya nail olma yolunda iki seçenek bulunduğunu aktarmış ve bunları kısaca izahtan sonra selef-i sâlihînin hayatından misallerle süslemişti. Devam ediyoruz…]

İbn Atâullâh hazretlerinin, “amelin eksik ve az da olsa gamlanma” cümlesini onun kastetmediği bir şekilde anlamaktan da sakın. Onun murad ettiği mana, “Allah (dini tebliğ veya hidayete eriştirmek için) dilediğini seçer.” (Şûrâ 13) âyetinde de işaret edildiği üzere şudur: 

Cenâb-ı Hak, hayatlarından misaller naklederek kendilerinden bahsettiğimiz sâlihleri seçme hususunda evrad ve ezkârı, kulu Rabbi’ne yaklaştıracak ameller ile ibadetleri şart koşmadı. Halbuki mücahede yoluna girerek nefslerini terbiye eden ve neticesinde seyr u sülûku tamamlayanlarda bunlar şarttır. Allah Teâlâ Hazretleri seçtiği kulları bir anda, hiçbir ön şarta tâbi tutmadan sapkınlık ve şaşkınlık çukurundan, günah bataklığından çekip çıkardı. Onları irfan bahçelerine sevk ederek nefslerini ve kalplerini tezkiye ve terbiye ile donattı.

Allah’ın onları cezbederek sevk ettiği bu marifet bahçesinde elde ettikleri hâl kalıcı hale gelince, ilâhî emir ve yasaklara hakkıyla riayet etmeye başladılar. Bunun yanı sıra ibadetlere ve kendilerini Allah’a yaklaştıracak nafile amellere, zikirlere sıkı sıkıya yapışarak gün be gün bunları artırdılar. 

Dikkat etmemiz gereken bir başka husus da şu: İbn Atâullâh İskenderî hazretlerinin amelin azlığından ve sanki önemsizliğinden bahsetmesi, kulun Allah tarafından seçilmesinden önceki hâlini dikkate alarak değerlendirilmeli. 

Peki “Kul Allah tarafından seçilmek için amel sahibi mi olmalı veya günahlardan tevbe bir ön şart mıdır?” Tevbe ve amel, ancak gayret ederek ve sebeplerine yapışarak hidayet yoluna varmak, sülûk etmek isteyen kimseler için zaruridir ki, insanların büyük çoğunluğunun durumu da bundan ibarettir. Fakat bu zaruret, ilâhî lütufla seçilerek aşağıların aşağısından yücelerin yücesine yükseltilen seçkin kullar için söz konusu değildir. Fudayl b. İyaz’ın, Mâlik b. Dinar’ın ve diğerlerinin (rahmetullahi aleyhim) sapkınlık vadilerinden kemâl zirvelerine dua, zikirler, ibadet ve taat türünden herhangi bir vasıta olmaksızın nasıl intikal ettiğini de anlatmıştık.

Bu zatlar ne zaman ki marifetullah, muhabbetullah ve kurbiyet nimetinin lezzetini tattılar, o vakit kolları sıvayıp ibadet ve taatin ağır yükünü omuzladılar. Allah’ın onlara ikram ettiği bu hızlı dönüşümden sonra kemâllerin kemâline erişmeleri de işte bu şekilde mümkün oldu.

İbn Atâullah hazretlerinin sözlerinden, irşadla meşgul bazı hocaların yaptığı gibi şöyle bir mana çıkarmaktan da sakın: “Allah’ın seçerek nezdine celp ettiği, katından ihsan ettiği kulları yakınlık ve muhabbet bakımından özel bir konuma sahiptir. Bu sebeple taat ve ibadetle çokça meşgul olup haramlardan kaçınmaları öyle lüzumlu da değildir, ondan bundan müstağnidir.”

İnşallah şu anlatacaklarımız vesilesiyle böyle diyenler bu hususu iyice anlar. Bu söylem, şeytanın zındık dostlarına fısıldadıklarından başka bir şey olmadığı gibi, hakikate de tamamen ters bir vesvesedir. Hakk’ın seçtiği kullar, taat ve ibadete iştiyak, haram ve şüphelilerden kaçınma hususunda en hassas kimseler olduğu gibi müstesna bir konumdadırlar. Şayet Allah Teâlâ mukarrebîn kullarını emirlere itaat ve yasaklardan kaçınma mesuliyetinden azade kılsaydı, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem buna en layık kişi olurdu. Ne var ki O, şüphelilerden uzak durma, farzların yanı sıra nafile ibadetlere tahammülünün ötesinde önem verme ve Rabbi’ne itaat hususunda kulların en gayretlisiydi. Saatlerce kıyamda durduğu için, namaz kıldığı için ayakları şişen O değil miydi? Dünya ile maddi ve manevi alakasını asgariye indiren ve maişet hususunda ashabı içinde en çok darlık çeken, en zâhid O değil miydi? Aynı şekilde, O’ndan sonra gelen mücteba (seçilmiş) kullar da Allah’ın emir ve yasakları hususunda en hassas, helal ve haram hususunda vera sahibi, nafile ve zikirlere en devamlı kimselerdi.

Şu hâlde “amelin eksik ve az da olsa gamlanma” cümlesi, istikamet sahibi olmadan, hak yola yönelmeden önceki şaşkınlık ve sapkınlık hâlinden bahsetmektedir. Allah’ın seni içerisinde bulunduğun perişan hâlden çekip çıkarmasının akabinde amelden yüz çevirmekten bahsetmemekte, buna teşvik etmemektedir.





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy