Hepimizi endişelendirmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu var. Yakın zamanda yaşadığım birkaç olay işin vahametinin ne seviyelere ulaştığını gösteriyor. Üstelik çoğumuzun içinde olduğu ama zamanın gerçeği diye hafife aldığımız bir mesele bu.
Sanal mecralardaki yalan dolandan, daha şık ifadesiyle “bilgi kirliliği”nden söz ediyorum. İşin şakası yok, maddi ve manevi hayatımız tehdit altında.
Muhtemelen sizin de maruz kaldığınız bu tehlikeyi başımdan geçen birkaç olayla anlatmaya çalışayım.
Bir gün dostlarla bir aradayken en gencimiz olan Hulusi hararetle bir videoyu göstererek “Abi bak adam bize nasıl saldırıyor, görüyor musun?” diyerek bir devlet başkanının konuşmasını dinletti.
Evet, bu bizi hiç sevmeyen bir devlet adamının konuşmasıydı. Adam kendi dilinde konuştuğu için Türkçe alt yazılı olarak veriliyordu ve hakaretin bini bin paraydı. Ancak bir devlet başkanının bu derece kaba saba, sokak ağzıyla konuşmayacağını tahmin ettiğimden işkillendim.
– Hulusi kardeşim emin misin? Bir devlet adamının ulu orta bu şekilde konuşma yapma ihtimali çok zayıf. Türkçe alt yazı ile veriyorlar, bunu bir araştırmak gerekir öyle değil mi? demeye kalmadı, Hulusi zehir zemberek:
– Yapma abi ya, diye çıkıştı. Adam düpedüz düşmanlık yapıyor sen de araştırmaktan bahsediyorsun. Vallahi bütün arkadaşlarla paylaştım!
Ne diyeceğimi şaşırdım, üzüldüm. Öyle ya, bize düşman bir devlet adamının hakaretlerine inanmayarak işi hafife almıştım. Kendimi savunamadım. Ne dersem ters tepecekti.
İşin aslını öğrenmek için bir bakayım dedim. Aradım buldum, başka kaynaktan aynı videonun daha uzun halini gördüm. O da ne? Konunun bizimle hiçbir alakası yok. Adamının kendi muhaliflerine karşı bir seçim konuşması yapıyor. Öfkeli bir konuşma, ama altyazıdaki gibi ağır hakaretler de yok. Bir işgüzar hayli abartılı bir çeviri yapmış.
Peki şimdi ne yapmak gerekiyordu? Hulusi gibi önüne arkasına bakmadan pervasızca paylaşımlar yaparak öfkeyi mi körüklemek, yoksa müminin “emin” sıfatına yakışan vakarla düşmanı düşman, dostu dost bilerek işimize bakmak mı? Peki ya benim gibi inanmayıp Hulusi’nin paylaştığı videoyu araştıranlar, daha sonra her paylaştığına şüpheyle bakmayacaklar mı?
Yine hepimizin az çok bildiği, sırf fitne için yalan yanlış bilgiler yayanlara ne dersiniz? Peki, provokasyon yapan siyaset militanlarının hiçbir ahlâk sınırı tanımayan mesajlarına pirim veren, bunları sağa sola gönderen vatandaşımızın hali ne olacak? Bütün bunların bir vebali olduğunu görmezden mi geçeceğiz? İnternet istismarcılarına kim dur diyecek?
Bir başka gün de yine dost meclisindeyiz. Bir dostumuz yanında dizüstü bilgisayarını getirmiş, heyecanla bize bir şeyler sunacağını söyledi:
– Dostlar müsaade ederseniz sizinle bir şey paylaşacağım. İnanılmaz bir şey!
– Hayırdır Yaşar kardeş, nedir seni bu kadar heyecanlandıran?
– Abi yeni bir uygulama yapmışlar, aslında bir çeşit sanal sohbet. Karşında gerçek insan değil de inanılmaz derecede bilgiye sahip yapay zekâ var. Yani yapay zekâ ile sohbet ediyorsun.
– Peki, seni hayrette bırakan nedir Yaşar?
– Abi, bak şimdi ona bir şiir yazmasını söyleyeceğim, hemen yazacak. Sen sadece konuyu ver yeter. Mesela bir kelime söyle abi.
Bir arkadaşımız da muziplik olsun diye “sırat” demez mi?
– “Sırat” konusunda bir şiir yazsın kardeş.
Yaşar büyük bir şevkle bilgisayarına sarılıp;
– Bakın abi siz bile şaşıracaksınız! Nasıl bir şiir yazacak!
Derken, yapay zekâ hazretlerinin şiiri ekranda endam etti:
“Sırat üstünde ilerliyor adımlarım
Gözlerim özgürlüğe, kalbim inanca hasret.
Karanlık bir koridor, bilinmez bir yolculuk
Ruhumun çaresizliği, bedenimin tereddüdüyle bir aradayım.
Geçmişin hataları düşer ağırlıkla omuzlarıma
Günahtan kaçmak, kurtuluşa ermek umudum.
Bir adım atarım, derin bir nefes alırım
Korkuyla titrerken cesaretin elimi tutmasını dilerim.
Sırat, geçmişin yargısıdır adeta
İçinde kaybolanlara karanlık verir.
Tutunacak bir dal ararım yokluğun karanlığında
Ruhumun ağırlığına rağmen aydınlığa doğru yürürüm.
Yanıbaşımda cehennem alevleri dans eder
Yakıcı nefesleri düşlerimi sarmalar.
Ama inancım, aşkla beslenen umudum,
Korkularımı yakıp geçer, yüreğimde kıvılcımlar bırakır.
Sırat üstünde adımlarımı atmaya devam ederim
Gözlerim umuda, kalbim Allah’a teslim
Çıkmazlarla dolu bu yolculukta,
Sırat’ı geçmenin tek umudu, merhametin kapısında açılır.”
Yaşar heyecanla şiiri bir çırpıda okuyup;
– Nasıl abi, inanılmaz değil mi? Ne kadar lirik!
Edebiyatta hepimizden çok müktesebatı olan Emre abi dayanamayarak çıkıştı;
– Yaşar hayrola! Biraz edebiyattan anlamasak şaheser diye yutturacaksın. Yahu edebiyatçı bile olmaya gerek yok, “sırat” kelimesinin manasını bilen biri bile bu laf çorbasının bir değeri olmadığını anlar. Bu nasıl bir körlüktür kardeşim?
Yaşar biraz mahcup edayla;
– Ne bileyim Emre abi? Bana anlamlı mısralar gibi gelmişti ama!
– Sıkıntı burada ya Yaşar! Sözler süslü ama “sırat” kelimesinin manasından çok uzak mısralar.
Ama Yaşar davasından vazgeçecek gibi değildi. Israrla yapay zekânın maharetini bize göstermekte karalıydı. Bu sefer Yaşar;
– Tamam Emre abi kabul ediyorum. Peki o zaman bilindik bir şey soralım, ne dersin?
– Ne soralım Allah aşkına!
– Mesela dinî bir konu soralım, bakalım nasıl cevap veriyor?
İş biraz çığırından çıkmıştı ama herkesin de merakı artmıştı. Bakalım, yapay zekâ hazretleri bu sefer neler söyleyecekti? Emre abi kafasını sallayarak patlattı soruyu:
– Sor bakalım, “Cennete ilk kim girecek?”
Yaşar yine heyecanla tuşladı soruyu. Yapay zekânın cevabı çıktı ekrana. Biz de merakla bekliyorduk cevabı. Yaşar okumaya başladı:
– “Cennete ilk kim girecek?” sorusuyla ilgili kesin bir cevap vermek benim için mümkün değil. İslâm inancına göre cennete kimin gireceği Allah’ın takdirine bağlıdır ve son kararı sadece O verir. Kur’an’da belirtilen ölçülere göre iman eden, sâlih amellerde bulunan ve Allah’ın rahmetine layık görülen kişilerin cennete gireceği ifade edilir. Ancak hangi kişinin ne zaman ve nasıl cennete gireceği kesin bir bilgi değildir ve yalnızca Allah’ın bilgisindedir.
Yaşar hemen atıldı:
– Gördün mü bak abi, nasıl cevap? Ben size demedi mi! Nasıl cevap ama!
– Yapma Yaşar! Yahu hadislerde bildiriliyor, ilk kimin cennete gireceği. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ilk girecek! Neyse, senin yapay zekâ hazretleri bizim kafa karıştıran yarı hocalardan daha insaflı hiç değilse. Ama bak Yaşar kardeşim, yine yarım yamalak, sağlam kaynaklardan teyide muhtaç bilgiler bunlar. Böyle olmaz. Korkarım yarın yapay zekâya fetva da sorarlar.
Yaşar safça;
– Vallahi bir keresinde sordum Emre abi, ne yalan söyleyeyim. Ama kalbim tatmin olmadı, vazgeçtim.
Herkes hayretle birbirine bakıyordu. Emre artık dayanamamıştı:
– Bunu da yaptın ha Yaşar! Yahu kardeşim yapay zekâ dediğin yine insanoğlunun yüklediği bilgileri kullanan bir program değil mi? Zeki olduğu kesin de ruhu, kalbi olmadığı da kesin. Bilgili olduğu doğru. Peki ya neye inanıyor bu program? Neyden korkar, kimi sever? Ne hale geldik! Bu gidişatın sonunu kestirmek çok zor. Ama kesin olan şu ki bu duruma bir çare bulmak, en azından bir tavır geliştirmek gerekiyor. Aksi halde “yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder” atasözünün çok geçmeden yerini bulduğunu göreceğiz.
İşte sanal dünyanın güya çok sıradan ve masum gözüken birkaç yansıması! Ne dersiniz, bu olaylar Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şu hadisini akla getirmiyor mu:
“Allah Teâlâ ilmi kullarından söküp alarak değil, âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır. Nihayet âlimler kalmayınca insanlar cahilleri yönetici olarak seçer. Bu yöneticilere soru sorarlar, onlar da ilimleri olmadan fetva verir. Böylece hem onlar saparlar hem de insanları saptırırlar.”
(Buhârî, İlim 34)