Aramak

Tarih

Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, benimsenen yeni resmî ideolojiye göre geçmişin kötülenmesi dönemi başladı. Resmî tarih söylemi birçok asılsız iddia ortaya attı, ders kitaplarında bunlar anlatıldı. Bu iddialardan biri de Birinci Cihan Harbi döneminde Arapların bizi bazı cephelerde arkadan vurduğu yalanıdır. Tarihe söyletilen bu kaba yalanla yeni rejimin istediği, devletin ve milletin yüzünü tamamen Batı’ya döndürmekti. Koskoca Arap coğrafyasında Emir Hüseyin ve ona bağlı birkaç bin bedevînin Osmanlı’ya isyanını bütün Arap toplumuna mal etmeye çalışan söylemin hakikatini araştırdığımızda karşımıza bambaşka bir tablo çıkar. 

Türklerle Araplar arasındaki ilişkilerin tarihini kısaca özetleyebilir miyiz? Bu ilişkilerin değişiminde hangi faktörler etkili oldu?

Türklerle Araplar arasındaki ilişkileri sadece Osmanlı devletini merkeze aldığımızda tam olarak anlayamayız. Türkler ve Araplar, 751 yılında Talas savaşında Çin’e karşı birlikte savaştılar. İslâm’ın fetih ve yayılma sürecinde Araplar Türk bölgelerini fethederken Çin ile yapılan Talas Savaşı’nda iki millet arasında ilk kez bir ittifak kurulmuştu. Böylece Türklerin İslâm’ı tanımaları ve İslâm’a olan ilgileri artmıştı. Orta Asya bozkırının bu savaşçı kavmi ilk karşılaştığı andan itibaren İslâmiyet’i benimsemiş ve Araplarla önemli ve etkili bir ilişki geliştirmişti. Zaman içerisinde Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulması, Osmanlı’nın Arap toprakları üzerindeki hakimiyeti bölge insanı üzerinde hep olumlu karşılanmıştı. Çünkü ortada iktidar mücadelesine feda edilemeyecek kadar ulvî bir dava ve daha önemlisi gönül birliği vardı. Bu tabloda bazı önemsiz hadiseler hariç, iş birliği ve dayanışma öne çıkıyordu. Çünkü müminler kardeş, Müslümanlar tek millet ve hepsi birden Ümmet-i Muhammed idiler. 

Bu tablodaki değişim ve dönüşüm Osmanlı’nın son döneminde mi başlıyor? Arap coğrafyası ile ilk sorunlar tam olarak ne zaman ortaya çıktı?

“Osmanlı’nın son dönemi” tabiri çok geniş bir zaman dilimini kapsıyor. Bunun yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarı ele geçirdiği dönem demek sanırım daha yerinde bir ifade olacaktır. Çünkü İttihat ve Terakki kadrosu milliyetçi fikirlerle yetişmiş subay ve entelektüellerden oluşuyordu. Onların iktidarında da Araplar arasında milliyetçilik düşüncesinin ilk nüveleri, Batılı ajanların ve matbuatın da katkılarıyla ekilmeye başlandı. Bu durum doğal olarak Osmanlı bünyesindeki Arapların ve diğer Türk olmayan unsurların tedirginlik yaşamasına neden oldu. En iyi niyetli çevreler bile Osmanlı iktidarında gücü elinde bulunduran yapıya karşı artık eski güveni duymuyordu. Tarafsız bir gözle meseleye bakacak olursak aslında Arapların Osmanlı döneminde yaşadığı sakin ve huzurlu günlerin İttihatçıların iktidarı ile sona erdiğini görürüz. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Arapları Türk okullarına gitmeye mecbur bırakması, Arapça konuşma ve yazışmanın yasaklanması bu tedirginliği ve güvensizliği giderek tırmandıran yanlış politikalar ve uygulamalardır. 

Birbirlerini “din kardeşi” olarak gören iki kardeş toplum arasındaki tarihsel bağlar geçmişte nasıldı? 

Osmanlı, devlet ve halk olarak Arap halkını din kardeşi olarak görüyordu. Bunun yanında Osmanlı, yönettiği toprakları ve elbette Arap coğrafyasını bir sömürge parçası olarak görmüyor, kendi vatan toprağı olarak algılıyor ve bu anlayışla yönetiyordu. Bugün bile Arap coğrafyası ile ilişkilerimiz sayesinde Arap toplumu Türkler sayesinde yeniden özgürlüğe kavuşacaklarına, emperyalizmin sömürü zincirini kıracaklarına, eski ihtişamlı günlerine döneceklerine inanıyorlar. Türkler ve Araplar arasında Abbasîler dönemiyle başlayıp derinleşen ilişkiler, Türklerin askerî kabiliyetlerinin fetihlerde büyük fayda sağlaması, devlet kademelerinde önemli makamlara getirilmesi gibi etkenler sayesinde Türklerin İslâmiyet’e olan ilgilerini sevgiye dönüştürmüş, Selçuklu döneminde bu müspet ilişki zirveye çıkmıştı. Selçuklu sonrasında Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıkmış ve bu dönemde neredeyse bütün Arap coğrafyası Osmanlı idaresine geçmişti. Osmanlı, bu coğrafyadaki yönetim anlayışı, hizmet mantığı ve onlara verdiği değeri gösteren uygulamalarıyla Arapların saygısını ve sevgisini kazanmıştı. 

Osmanlı sultanlarının özellikle de Fatih Sultan Mehmed ve II. Abdülhamid Han’ın Arap coğrafyasında sevilmesinin özel bir sebebi var mı? 

İki toplum arasında derin bir sevgi ve kardeşlik bağı her zaman vardı. Maalesef İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarında bahsettiğimiz bu güzel ilişki bozuldu. Sömürgeci devletlerin milliyetçilik tohumları aslında bir fitne hareketiydi ve her iki taraf da bu kara propaganda döneminde hem fikren hem de zihnen yara aldı. Sömürgeci zihniyet, Osmanlı hakimiyetine karşı bir tepki oluşturabilmek emeliyle ırkçılık tohumları ekti, bir noktada başarılı da oldu. Yukarıda bahsettiğimiz üzere İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminin Türk olmayan unsurlara karşı bazı zorlama politikaları da bu işin tuzu biberi oldu ve düşmanın ekmeğine yağ sürdü. Böylece her iki taraf açısından da ortaya güven krizi diyebileceğimiz bir durum çıktı. Aslında soğukkanlı bir şekilde yapılanlara bakarsak asıl etkenin, sömürgeci ülkelerin milliyetçilik ve bağımsızlık propagandası ile Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtması olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nde yönetimi elinde tutan idarecilerin son derece hatalı siyasî hamleleri de bu sunî ayrışmayı derinleştirmiş oldu. Sonuçta o topraklar sömürgecilerin kontörlüne geçti ve Araplar kendi ülkelerinde sığınmacı durumuna düştüler. Osmanlı ise din kardeşlerini küstürdüğü ve bölgedeki gücünü koruyamadığı için giderek zayıfladı ve sonunda devlet çökmekten kurtulamadı. Ancak bugün Fatih Sultan Mehmed’in ve Sultan II. Abdülhamid Han’ın tüm kara propagandaya rağmen sevilmesi, hayırla yâd edilmesi, özlemle anılması aslında sömürgeci zihniyetin oyununun tam olarak tutmadığını gösterir. Neticede İstanbul’u alıp İslâm şehri kıldığı için Fatih’i, Siyonist Yahudilere Filistin’den bir karış toprak satmadığı için de II. Abdülhamid Han’ı bugün Cuma hutbelerinde anmaları, onlara saygı göstermeleri bunun bir işaretidir. 

Mekke Emiri Şerif Hüseyin, hangi olay sonrasında Osmanlı hükümetine nota verdi? Sonra neler oldu? 

Birinci Cihan Harbi döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Suriye Valisi olan Cemal Paşa, umumi af çıkmasına rağmen, daha önceki faaliyetlerinden dolayı ibret olsun diye Arap milliyetçilerini suçlu suçsuz ayırmadan Lübnan’da idam ettirdi. Osmanlı Devleti’nin özerk Mekke valisi olan Şerif Hüseyin, bu olaylar üzerine 1916’da hükümete nota verdi. Sanki görünmez bir el devreye girdi ve bir anda her şey kontrolden çıktı. Şerif Hüseyin’in nota hamlesini İttihatçılar isyan olarak kabul ettiler ve hemen üzerine asker yolladılar. Yanlış siyasî ve askerî hamleler karşılıklı olunca gerginlik daha da arttı ve Arapların küçük bir kısmı Osmanlı’ya karşı elini güçlendirmek için İngilizlerden yardım istedi. Her taşın altında olmaya büyük özen gösteren İngilizler de zaten böyle bir fırsat bekliyordu. Nihayet ayaklarına gelen fırsatı iyi değerlendirdiler. 

Şerif Hüseyin’in İngilizlerden aldığı sözler tutuldu mu? Akıbeti ne oldu? 

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Şerif Hüseyin, İngilizlerden aldığı sözlerden hiç birinin tutulmadığını gördü. Üstüne bir de Kıbrıs’a sürgün edildi. İki oğluna göstermelik krallıklar verildi: Irak ve Ürdün. Ama Şerif Hüseyin’in esas istediği yer olan Hicaz bölgesi İngilizlerin yeni müttefiki Suudlara verildi. Böylece İngiliz vaatlerine inanan Şerif Hüseyin, kendi topraklarının İngiliz ve Fransız sömürgesi olduğunu görmek zorunda kaldı. İkinci Dünya Savaşı sonunda gücünü kısmen kaybeden ve yerini Amerika’ya kaptıran İngiltere Arap topraklarından çıkarken yine bir oyun yaptı ve çekildiği bölgelerde güçsüz devletler ve onların başında da kukla diktatör yöneticileri bıraktı. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar “Araplar bizi sattı, arkadan vurdu!” yalanının bir benzeri Arap topraklarında sahneye konuldu ve orada da “Türkler bizi sömürdü!” propagandası yapıldı. 

“Osmanlı bizi sömürdü!” yalanını Arap coğrafyasındaki diktatörler nasıl kullandı? 

İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra İngiltere Arap coğrafyasından çıkarken kendi yerine diktatörler bıraktı, demiştik. İşte bu diktatörler de “Türkler bizi sömürdü!” yalanını kullanarak kendi halklarını kandırdılar. Kendi iktidarlarına böyle bir meşruiyet zemini oluşturmaya çalıştılar. Şimdi “Osmanlı zaten yıkılmış, bu saatten sonra halkını kandırsa ne olur?” diye düşünülebilir. Ancak bu politikanın en önemli zararı İslâm birliğine oldu. İki halk birbirine düşman yapılmaya çalışıldı. Yoksa tarihî perspektiften bakarsak Arap halkının Osmanlı döneminde huzur ve rahat içinde yaşadığını görmemek için kör olmak lazım. Bu gerçekleri gören birisi Osmanlı’nın bu coğrafyayı sömürdüğünü iddia edebilir mi hiç? Kaldı ki Osmanlı devleti Arap dilini ve kültürünü her zaman önemsemiş, saygı göstermiş, korumaya çalışmıştır.

Arap milliyetçiliği meselesinde “Bu akımı başlatanlar Müslüman Araplar değil, Hıristiyan Araplardı” tezi doğru mu? 

Prof. Kemal Karpat, milliyetçilik akımını Hıristiyan Arapların başlattığını, Osmanlı Devleti’ndeki Arap milliyetçiliğinin aslında en son noktaya kadar “ayrılıkçı” olmadığını ve ayrılıkçı olan akımın Hıristiyan Araplarınki olduğunu yazar. Der ki: “Arapların ‘millî’ hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça (…) ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir versiyonunu oluşturmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.” 

Sultan II. Abdülhamid Han döneminde Arap milliyetçiliği fikrinin sınırlı kalması, fazla yayılmaması nasıl değerlendirilmeli? 

Avrupa merkezli bu fikir hareketinin bu coğrafyaya o dönemde yaygın şekilde ulaşmamış olduğunu görüyoruz. Ayrıca, İngiliz tarihçi Peter Mansfield’in ifadesine göre Sultan II. Abdülhamid Han, imparatorluğun elinde kalanını bir arada tutmak için uyguladığı başarılı ve kurnazca yöntemler bu noktada çok önemlidir. Zekeriya Kurşun’un da ifade ettiği gibi II. Abdülhamid Han’ın saltanatı boyunca Arap milliyetçiliği ilk andaki hızını kaybetmişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hatalı uygulamaları, yanlış siyaseti ve sorunlu politikaları ortaya çıkana kadar Abdülhamid Han, İngilizlerin kışkırttığı Arap milliyetçiliğinin harekete geçmesini geciktirmişti. 

Osmanlı’nın son dönemi konuşulduğunda meseleler hep bir noktaya geliyor ve II. Abdülhamid Han’a dayanıyor. 

Devleti ayakta tutmaya çalışan bir sultandan, Avrupalıların deyimiyle “Son İmparator”dan bahsediyoruz. Sultan II. Abdülhamid Han’ın uygulamaya çalıştığı siyasetinin temelinde İslâm’a bağlılık ve geleneksel siyasî sadakat faktörü vardı. Bu anlayışla Sultan devletin ömrünü uzatmaya ve ülke bütünlüğünü korumaya çalışıyordu. II. Abdülhamid Han, Osmanlı idaresindeki Arapların kalbini kazanmak için onlara her zaman iyi davranıyor, halife olarak ihsanlarda bulunuyor, önemli devlet yöneticilerinin çocuklarının eğitimi için özel okullar açıyor, bu yöntem sayesinde Osmanlılık fikrini aşılarken devlete sâdık kişiler olarak yetişmelerini sağlamaya çalışıyordu. 

Şerif Hüseyin Mekke emirliğinden önce İstanbul’da kaldı mı? 

Şerif Hüseyin, 1853 yılında İstanbul’da doğdu zaten. 1856-1858 yıllarında dedesinin son emirliği döneminde iki yıl Mekke’de kaldı. 1858’de yeniden İstanbul’a döndü. 1861’de babasının vefatı üzerine Mekke’ye gitti. Eğitimini burada tamamladı ve 1880’de Abdülmuttalib b. Gālib’in emir tayin edilmesiyle İstanbul’a geldi. Ekim 1908’de Mekke Emîri Şerîf Ali görevinden alınarak yerine amcası tayin edildi. Ancak Abdullah Hicaz’a hareket etmeden vefat edince, uzun süredir vezir rütbesiyle Şûrâ-yı Devlet üyeliği yapan Şerîf Hüseyin, Kasım 1908’de Mekke emîri tayin edildi. İşte Şerif Hüseyin, Sultan Abdülhamid Han dönemindeyken Mekke emirliğine tayin edilmeden önce 16 yıl boyunca İstanbul’da yaşadı. . 

Kıbrıs sürgünü günlerini nasıl geçirdi?

Suud ve İngiliz işgaline karşı direniş örgütlemeye çalışan Şerif Hüseyin, 18 Haziran 1925 yılında İngilizler tarafından Kıbrıs’a sürgüne gönderildi. Sürgün hayatı 4 Haziran 1931’deki vefatıyla noktalandı. Kıbrıs’ın ilk Cumhurbaşkanı olan Rauf Denktaş, Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’ta vicdan azabı içinde bulunduğu günlerine şahitlik etmişti. Babası Mehmet Raif Bey ile Şerif Hüseyin’in ziyaretine gittiklerini belirten merhum Denktaş, o günleri şöyle anlatmıştı: “Babam, Şerif Hazretleri’nin elini öper, ardından o da şöyle başlardı: ‘Ah, ne yaptık biz? Osmanlı’ya niye ihanet ettik? Şimdi yaptıklarımızın bedelini ödüyoruz!’ Sonra babama dönerek, ‘Raif, anlat bana İstanbul’un o güzelim havasını’ derdi. Beni de yanına çağırır, elini öptürürdü ve avucuma bir altın bırakırdı.”

Kaynaklar

Akcakaya, U., Aydoğan, E. “Hatıralar Işığında Şerif Hüseyin İsyanı ve Hicaz Cephesi”. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 38 (2022): 349-390.

Derin Tarih, Arap İhaneti Efsanesi, Sayı 58, Ocak 2017.

Ekinci, Ekrem Buğra. “Türklerle Araplar’ın Hikayesi.” https://www.ekrembugraekinci.com (erişim tarihi: 25 Mart 2023).

Karpat, Kemal. İslam’ın Siyasallaşması. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.

Mansfield, Peter. Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası. Çev. Salih Yurdakul. Söylem Yayınları, İstanbul, 2000.

Kurşun, Zekeriya. Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri. İrfan Yayınevi, İstanbul, 1992.

Mısıroğlu, Kadir. “Şerif Hüseyin ve Arap İhaneti Palavrası.” Youtube video, 2:51, https://www.youtube.com/watch?v=u1mqCadd1m4.

Mısıroğlu, Kadir. “Birinci Dünya Savaşında Araplar Türklere İhanet Etti mi?” Youtube video, 2:41, https://www.youtube.com/watch?v=2SPrUaLifHQ.

Mısıroğlu, Kadir. Filistin Dramı’nın Düşündürdükleri. Sebil Yayınevi, İstanbul, 2010.

Özcan, Azmi. “Şerîf Hüseyin.” TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/serif-huseyin (erişim tarihi: 07 Nisan 2023).

Gümüş, İsmail. “Şerif Hüseyin İsyanı.” Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2013, İstanbul.

Köse, İsmail. Arap İsyanı. Kronik Kitap, İstanbul, Şubat 2018.


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy