Aramak

Ali Yurtgezen

Geçtiğimiz Mayıs ayının ikinci haftasında Cuma hutbesi aile üzerineydi. İslâm’da ailenin önemini ve meşruiyetini hatırlatan, fıtrata aykırı sapkın yönelişlerin tehlikesine dikkat çekilen güzel bir hutbeydi. 

Fakat konuya “15 Mayıs Pazartesi günü Uluslararası Aile Günüdür” cümlesiyle girilmesi bu güzelliğe gölge düşürmüştü. Çünkü bu günü belirleyen ve şimdilerde aile kurumunu yok etmeye, nesilleri akamete uğratmaya yönelik sapkınlıkların bayraktarlığını yapan ülkelerle Müslümanlar olarak bizim aile anlayışımız aynı değildi. Kaldı ki aileyi, önemi ve maruz kaldığı tehlikeler bağlamında gündeme getirmek için böyle bir günü vesile kılmaya ihtiyacımız da yoktu. Hatta modern anlayışın icat ettiği bu tür günlerin hatırlatılarak topluma benimsetilmesi, görünürdeki mesajları dışında, taşıdığı bagajlar itibariyle çoğu zaman değerlerimizi aşındıran bir ifsada yol açıyordu. 

Pek bilinmiyor ama Birleşmiş Milletler, takvimlerindeki özel günler için her yıl bir tema belirlemekte, toplumlar medya aracılığıyla bu tema doğrultusunda yönlendirilmektedir. Uluslararası Aile Günü’nün 2023 yılı teması “Demografik Eğilimler ve Aile” olarak belirlenmiş. Bu başlık altında dünya nüfusunun fazlalığından dem vurularak doğurganlığın azaltılması tavsiye ediliyor. Böylece yoksulluğun önleneceği, ailelerin çocuklarının sağlığına ve eğitimine daha çok yatırım yapabilecekleri telkininde bulunuluyor. Kadınların ev içi yükümlülüklerini hafifletip ev dışındaki işgücü katılımını artırmayı sağlamak, aileyi koruyup güçlendirecek bir reçete olarak sunuluyor. 

Namaz çıkışı bu bilgi ve düşüncelerimi imam efendiyle paylaşıp ona hutbedeki “Aile Günü” vurgusunu doğru bulmadığımı söyledim. Çoğu Müslüman kardeşimizin yaklaşımını yansıtan şu minvalde bir cevap almıştım: “Batılılarca ihdas edilmiş özel günlere konu olan değer, kurum yahut problemlere bizim dinimiz de önem veriyor. Yabancılar sahip çıkıyor diye bunları yok sayamayız!” 

Öyle anlaşılıyor ki meselenin teşebbühe sevk eden boyutunu da teşebbühten sakınmanın teşebbüh konusunu yok saymak anlamına gelmediğini de gözden kaçırıyoruz. 

Meseleyi değil yaklaşımı reddetmek

Teşebbüh, Allah ve Resûlü’nün yasakladığı bir eylem. Gayrimüslimlere benzeme gayreti demek. Ancak bu benzemenin herhangi bir hususta Müslümanın kendini küçük; küfür ehlini ise üstün, doğru, değerli görmesinden kaynaklanan bir özenti çabasının eseri olması gerekiyor. Özellikle hadis-i şeriflerde teşebbüh yasağı örneklerinin bazen çok sıradan tutum ve davranışlar üzerinden verilmesi, önemsiz yahut masum sanılan bir benzeme meylinin bile teşebbühü günah kılan kabullere sevk edeceği mesajını taşıyor. Muharrem orucunda olduğu gibi, gayrimüslimlere özgü bir tutuma, dinimiz de doğru bulup onayladığı takdirde onların tarzını çağrıştırmayacak şekilde İslâm’ın ölçülerine göre bir form verilmesi emrediliyor. Hadis-i şerifi hatırlayalım:

Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem Medine’ye hicret ettiğinde Aşure günü olan Muharrem ayının 10’unda Yahudilerin oruç tuttuklarını öğrenince onlara bu orucu niçin tuttuklarını sormuştu. Yahudiler, Hz. Musa bu günde düşmanlarından kurtulduğu için şükür olarak oruç tuttuklarını söylediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem, “Biz Musa’ya sizden daha yakınız.” buyurmuş, Muharrem ayının 10’unda Yahudilere benzememek için öncesine veya sonrasına bir gün daha ekleyerek iki gün oruç tutmuş ve ümmetine de tavsiye etmiştir. (İbni Mâce, Sıyâm 41). Âlimlerimiz buradan hareketle sadece Muharrem’in 10’unda oruç tutmanın Yahudilere benzemek anlamına geleceğinden mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. 

Öyleyse Müslümana yakışan, seküler anlayışın özel günlerine itibar etmeden, “Biz bu konularda onlardan daha hassas, daha samimiyiz” demek ve sorumluluklarımızı İslâm’ın emrettiği tarzda yıl boyu yerine getirmeye çalışmaktır. Seküler anlayışın özel günlerine değer verme gibi bir teşebbühten sakınmak; o günlerin tahsis edildiği konuları yok saymak, ilgi alanımız dışında tutmak anlamına gelmediğini bilmektir. Zira hadis-i şeriflerde mesela Mecusiler gibi sakalımızı kısaltıp bıyıklarımızı uzatmaktan, Yahudiler gibi ölülerimizin yüzünü açık tutmaktan yahut Hristiyanlar gibi cenazelerimizi yavaş adımlarla taşımaktan men edilmemiz; kılık kıyafetimizle, ölenlerimizle ilgilenmeyeceğimiz anlamına gelmemektedir. 

Hassasiyet istismarı

Uluslararası özel günler, insanı beşeriyetinden ibaret gören ve nefsin hevâsını esas alan modern anlayışın tüketim için ortaya çıkardığı günlerdir. Sırf bu yüzden ne kadar doğru, faydalı, güzel yahut gerekli görünürse görünsün; şüpheyle, ihtiyatla yaklaşmamızı gerektiriyor. 

Nitekim bugün en yaygın eleştirilerden biri, özel günlerin kapitalizmin yeni bir pazar alanı, yeni bir tüketim kalemi olduğu yönünde. Duygu ve değer istismarı ile manipüle edilen kitlelerin özellikle anneler, babalar veya sevgililer günlerinde sürüklendiği alışveriş çılgınlığının her geçen yıl artan boyutları harcama istatistikleriyle ortaya konuyor. Ancak bu tür eleştirilerde bile harcanan paralara hayıflanılırken asıl harcanıp tüketilenin insanî duygular ve ulvî değerler olduğu görmezden geliniyor. 

Kapitalizmin medya aracılığıyla köpürttüğü hediyeleşme furyası, alışverişi amaç; o tüketimin gerekçesi olan duygu ve değerleri araç haline getiriyor. Sevginin ancak parayla satın alınabilecek hediyeler vermekle gösterilebileceği anlayışı yerleşiyor. Tüketimi kamçılamak için yapılan abartılı sevgi, saygı ve değer telkinleri, bu duyguları yapay hale getiriyor; insanları sahte, göstermelik davranışlara sevk ediyor. 

Öte yandan modern Batı’nın özel günlere tahsis ettiği konularla ilgili siciline bakıldığında, bu bir günlük anma veya kutlamaların aslında neye delalet ettiği ortaya çıkmakta. Sözgelimi mültecilere karşı her türlü zulmü reva gören tahammülsüzlükleri ilan ettikleri “Dünya Mülteci Günü”, gerçek yüzlerini perdeleyip kendilerini masum göstermeye yönelik bir tiyatrodan başka bir şey değil. “Dünya Barış Günü”, sömürmek istedikleri coğrafyalarda nefret tohumlarıyla büyüttükleri düşmanlık ve çatışmalardan dolayı belki vicdanlarını rahatlatmak için başvurdukları bir nevi günah çıkarma seansı. Kendileri için yük ya da angarya saydıkları ana babalarını hatırlamak üzere ayırdıkları bir gün ile de senenin geri kalan günlerinde onları unutmayı meşrulaştırıyorlar. 

Konusu ne olursa olsun, özel günlerde gösterilmesi istenen hassasiyetin bir günle sınırlanması, yine modern Batı’ya mahsus bir sorumsuzluk ve samimiyetsizliğe işaret ediyor. Şimdiye kadar neredeyse hiçbir özel gün kutlamasıyla sahici bir mesafe alınamaması ise bu günlerin yıl boyu sergilenecek sağlıklı bir tutumu hatırlatacağı iddiasını geçersiz kılıyor. 

Kavramlarımızın tahribine
fırsat vermemek 

Sonradan ortaya çıkan Batı menşeli özel günlere rağbette bir de bize özgü değer ve kavramların tahribi söz konusu. Mesela her yıl 30 Temmuz’da kutlanan Dünya Dostluk ya da Arkadaşlık Günü, dostluk anlayışımızı zedeleme tehlikesini barındırıyor. Birleşmiş Milletlerce 2011’de kabul edilen Dünya Dostluk Günü’nün ilham kaynağı Hristiyanlıktaki Kuveykır mezhebi. Kuveykırlar, rahipleri ve kilise ritüellerini reddeden, bütün Hristiyanları dost bilen, diğer insanları dost edinmek için onları Hristiyan yapmak amacıyla 1958’de seferberliğe koyulan misyonerler topluluğu. Hristiyan olmayanlara yönelik dostluk çağrısı eylemlerini, haçlı seferleri için kullandıkları ve “kutsal savaş seferberliği” anlamına gelen “crosade” kelimesiyle nitelemişler. Yani Dünya Dostluk Günü, “Dünya Dostluk Haçlı Seferi”nin ulaştığı bir merhaleye işaret ediyor. 

Fakat herhangi bir din mensubiyeti esas alınmadığı için, yaptırımsız bir Hristiyanlık şartının da ortadan kalkması gibi küçük bir zayiatla ulaşılan bu merhalede, çatışmaları ve şiddeti engellemek, problemlere çözüm odaklı yaklaşmak için insanlara seküler, yani dünyevî çıkar odaklı bir dostluk teklif edilmekte. Dostluk yahut arkadaşlıkla kastedilen ise çıkar ortaklığı sürdüğü müddetçe kişilerin birbirlerine katlanmaları, saygılı ve anlayışlı olmaları. İnsanı beşeriyetine indirgeyen nefsini tatmine yönelen bir zihniyette başka türlüsünü beklemek mümkün değil zaten. 

Modern psikoloji dostluğu, insanın atası kabul edilen maymunların birbirlerinin pirelerini ayıklama davranışına bağlayıp, karşılıklı çıkar ilişkisine dayandırıyor. Rabbi’ni tanımayan, insanın âdemiyetiyle eşref-i mahlûkat olarak mükerrem kılındığını bilmeyen bir idrak yoksunluğundan ancak böyle bir tarif çıkıyor. 

Dünya Dostluk Günü’nün telkin ettiği dostluk, insanı aziz bilmenin değil, yatırım imkânı gibi görmenin; hasbî değil, hesabî olmanın; gönüle değil, rasyonel akla yönelmenin eseri sahte bir dostluktur. Gerçek dostluğun gerektirdiği adanmışlıktan, sadakatten, diğerkâmlık ve fedakârlıktan bizar olan nefs, fırsat bulduğunda dostluğun sahtesine, ucuzuna dört elle sarılacaktır. Bize ait olmayan özel günlere rağbet etmeyerek o fırsatı vermemek gerekiyor.




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy