Aramak

Başyazı

Cenâb-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:

“(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas 60)

Dünya hayatı insana tatlı gelir. Tabiatı gereği bu böyledir. İnsan dünyada kalıcı olmak, mal mülk, ismini yaşatacak zürriyet edinmek ister. Fakat ne kadar uğraşsa da bir gün ölümün geleceği muhakkaktır. Çalışıp biriktirdikleri de ardında kalacaktır. 

Hakikat nazarında dünya oyun ve oyalanmadan ibarettir. Anlık hazlar, geçici lezzetlerdir. Bir gün hepsi yok olacaktır. Nefs bu geçici lezzetlerle tatmin olmaz. Kalbi de bedeni de sürekli fazlasını ister. Nefsi tatmin edecek tek şey Allah ve Resûlü’nün sevgisi ve âhiret nimetidir. Dünya ve içindekiler, müminin âhirette kavuşacağı nimetlere kıyasla denizdeki bir damla bile değildir. 

Allah Teâlâ şöyle mealen buyuruyor: 

“İyi bilin ki şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince; işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!” (Ankebut 64)

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyuruyor: 

“Allah katında dünya bir sivrisineğin kanadına denk olsaydı (bütün dünya ve içindekilerin değeri bu kadar bile olsaydı), kâfire bir yudum su içirmezdi.” (Tirmizi, Zühd 13, nr. 2320)

Şu halde mümin asıl âhiret için gayret etmeli. Dünyanın süsüne aldanmayıp, kalbinde Allah ve Resûlü’nden başka bir sevgiye yer bırakmamalı. Yani bir terk hali içinde olmalı. 

Fakat terkin de ölçüsü vardır. Dünyayı terketmek demek, her şeyi bırakıp gece gündüz ibadet etmek değildir. Dinimizde başka dinlerde olduğu gibi ruhbanlık yoktur. Her şeyi terkedip halktan kopmak asla tavsiye edilmemiştir. Dünyayı terketmek fizikî değil, kalbî terk olarak anlaşılmalıdır. 

Bazen belli ölçüde fizikî terk de olabilir. Fakat bu da kalbî terki desteklemek içindir. Malı mülkü kişiyi ibadetlerinden alıkoyuyorsa ya da ibadetlerinde huşûya mani oluyorsa nihaî çare olarak o meşguliyetlerin terki istenebilir. 

Nakşibendi tarikatının on bir esasından “Halvet der Encümen” prensibi, terk konusunda muhteşem bir ölçüdür. Buna göre zâhirde halk ile beraberken, çarşıda pazarda maişet için çalışırken bâtında yani kalbî olarak devamlı Allah Teâlâ ile olmak esastır. Mümin rızkı için çalışır, yiyip içer, ailesine zaman ayırır. Aynı zamanda ibadetlerini yapar, Allah Teâlâ’nın zikriyle de meşgul olur. 

Vehb b. Abdullah radıyallahu anhu anlatıyor:

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Selmân ve Ebu’d Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Selman, Ebu’d Derdâ’yı ziyaret etti ve hanımını eski bir elbise içinde perişan bir halde gördü, ona;

– Bu hâlin nedir, diye sordu. Ümmü’d-Derdâ; 

– Kardeşin Ebu’d-Derdâ’nın dünyaya ilgisi yok ki! (Gündüz oruç tutar, gece namaz kılar) diye yakındı. 

Bu sırada Ebu’d-Derdâ geldi ve Selmân için yemek yaptı. Ebu’d-Derdâ, Selmân’a;

– Buyur ye, ben oruçluyum, dedi. Selmân;

– Sen yiyinceye kadar ben de yemeyeceğim, dedi. 

Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ da (nafile orucunu bozup onunla birlikte) yedi. Gece olunca Ebu’d-Derdâ gecenin ilk vaktinde namaza kalkmak istedi. Selmân, “Uyu!” dedi. Ebu’d-Derdâ da uyudu. Sonra bir daha kalkmak istedi. Yine Selmân, “Uyu!” dedi. Gecenin sonu olunca Selmân, “Artık şimdi kalk!” dedi. Kalkıp namaz kıldılar. Namazdan sonra Selmân, Ebu’d-Derdâ’ya şunları söyledi: 

– Rabbin’in senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. O halde her hak sahibine hakkını ver.

Sonra Ebu’d-Derdâ, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin huzuruna gelip olanları anlatınca O; “Selmân doğru söylemiş.” buyurdu. (Buhârî)

Kalben dünyayı terk etmek demek, onu kalbe indirmemek, Allah ve Resûlü’nün sevgisinin önüne koymamak demektir. Dünya ile meşguliyeti ihtiyaç ölçüsünde tutmak, geçici yurt olan bu dünya hayatını âhiretin bir tarlası olarak görüp amel etmek gerekir.

Diğer taraftan hakikatte neye sahibiz ki terkedeceğiz? Mallarımızın, hayvanlarımızın, giydiklerimizin, yediklerimizin gerçek sahibi biz miyiz? Sahip olduğumuzu sandığımız şeyler emanet; bir gün elimizden alınacak. Kabirde bizimle beraber olmayacak. Biz nasıl öncekilerden miras aldıysak, bizden sonrakiler de bizden miras alacaklar.

Madem ki bir gün elimizden gidecek, öyleyse bütün bunlara hakiki anlamda sahibiz denilebilir mi? Hayır! Hakikatte bütün bunların sahibi, her şeyin mâliki ve mülkünde dilediği gibi tasarruf eden Allah Teâlâ’dır. Dilediğine verir, dilediğinden alır. Dünya ve içindekiler bizim için geçici meşguliyet ve emanetten başka bir şey değildir. 

Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dünyaya gönül vermemiş, ashabına ve ümmetine de dünya sevgisine kapılmamalarını tavsiye etmiştir. O; “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim” (Tirmizî, Zühd 44) buyurmuş, vefatının ardından da Mescid-i Nebevî’deki hücre-i saadetleri ve birkaç gümüş paradan başka bir şey bırakmamıştır.

Ashab-ı Kiram da bu idrakle dünyayı kalplerine indirmemiş, dünya sevgisinin Allah ve Resûlü’nün sevgisinin önüne geçmesine izin vermemiştir. 

Bir gün ihtiyaç anında Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu malının hepsini getirip Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin önüne koyduğunda O; “Ailene arkanda ne bıraktın?” diye sordu. Hz. Ebu Bekir; “Onlara Allah’ı ve Resûlü’nü bıraktım” dedi. Bu hadise bize dünyayı terketmede zirveyi işaret eder. 

Diğer sahabi efendilerimiz de Allah için yeri gelmiş malını, yeri gelmiş memleketini, yeri gelmiş canını fedâ edip onları terketmiştir. Bugün dünyanın birçok yerinde karşılaştığımız sahabi kabirleri, Ashab-ı Kiram’ın ilâhî rıza için vatanlarını terkettiklerini ve başka diyarlara hicret ettiklerini gösterir. 

Onların yolundan ayrılmayan Sâdât-ı Kiram da irşad ve hizmet için hicret etmekten, vatanını terk etmekten geri durmamıştır. Gavs-ı Azam hazretlerinin mürşidi için mayınlardan geçerek Suriye’ye gidip gelmesi, Mevlânâ Halid Bağdadî’nin yaptığı hicretler hep buna örnektir. Allah hepsinden razı olsun. 

Allah için terketmek çok önemlidir. Günahları terkedip tevbe etmek, kalpten dünya sevgisini çıkarmak, onu Allah’ın zikriyle, Resûlü’nün muhabbetiyle doldurmak bizi hakiki kulluğa ulaştırır. 

Bir insan dünya için çalışmalı, ailesini asla ihmal etmemelidir. Fakat ne ailesi ne de dünya malı kalbinde Allah sevgisinden öteye geçmemelidir. Allah’ın hoşnut olmadığı bir şeyi terketmek nefse ağır gelse de O’nun rızası bu terklerdedir. Kul Allah için bir şeyi terkederse muhakkak Allah ona daha hayırlısını, daha güzelini nasip edecektir. 

Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Kim bir şeyi Allah için terk ederse, Allah ona daha hayırlısını nasip eder.” (Ahmed, Müsned, 5/78)

Tevfik ve inayeti ile…




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy