Devlet Kazandı, Millet Kazandı
Türkiye sıradan bir ülke değil. Hem bizim için hem de dünya için böyle. İçerisinde bulunduğu coğrafya Türkiye’yi son derece stratejik hale getiriyor. Bünyesinde barındırdığı toplum pek çok yönden Avrupa’dan farklı. Ve siyaset… Batı’da on yılda yaşanan hadiseler, bizde neredeyse bir haftada yaşanıyor. Geçen Mayıs ayı da siyaset açısından oldukça yoğun zamanlardan biriydi. Ayın 14’ünde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar yüzde 50+1’i bulamadığı için 28 Mayıs’ta yeniden seçim yapıldı. Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan, ikinci turda aldığı yüze 52,18’lik oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Kuşkusuz bu seçimi daha öncekilerden farklı kılan çok şey vardı. Dolayısıyla öncesinde ve sonrasında uzun uzun konuşuldu, tartışıldı. Çünkü özellikle dış politikada hayli önemli mesafelerin alındığı, deprem gibi ağır bir felaketin yaşandığı bir döneme denk gelen seçimlerde yaşanacak olası iktidar değişikliği, söylemlere bakılırsa Türkiye’yi yeni bir maceranın içerisine sokacaktı. Ancak sonuç böyle bir durumu uzun süre gündemden düşürecek şekilde tezahür etti.
Türkiye, yıllardır adeta ilmek ilmek örerek geldiği tam bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerliyor. Savunma Sanayii’nin yerli ve millî hamleleri artarak devam edecek. Mavi Vatan, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz ve enerji politikaları alanında yapılan girişimler, Türkiye’nin ve mazlum coğrafyaların kazanacağı şekilde sonuçlanacak. Bu arada seçim sonuçları birilerinin canını hayli sıkmışa benziyor. Fakat müsterih olmak lazım; kimse ama hiç kimse kaybetmedi. Devlet kazandı, millet kazandı, Türk dünyası kazandı, tarihî ve kültürel ortak paydalarda buluştuğumuz toplumlar kazandı. Bu sonuç Allah’ın izniyle milletimizin her ferdi için hayırlı neticeler verecek. Artık kızgınlıkları ve küskünlükleri bir kenara bırakarak hep birlikte Türkiye Yüzyılı’nı inşa etmek için çalışmaya başlamamız gerekiyor.
Şuşa’da Başkonsolosluğumuz Açılıyor
Dağlık Karabağ meselesi, Kafkasya’nın bir türlü çözülemeyen sorunlarının başında geliyordu. Ermenistan, Rusya’nın da desteğiyle Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Dağlık Karabağ’ı işgal etmiş ve katliamlar yapmıştı. O günlerde Azerbaycan zayıftı, silahı yoktu. Ordusu, arkasına Moskova’yı alan Ermenistan ordusu karşısında yeterince güçlü değildi. Kardeşi Türkiye de konjonktür gereği bugünkü kadar destek veremiyordu. Ancak gün oldu, devran döndü. 2020’deki ikinci işgalde Azerbaycan Türkiye’den uzatılan elin de desteğiyle Ermenistan’ı bozguna uğrattı. Rusya’dan gelen devasa silahlar ve tanklar Türk SİHA’ları karşısında tuz buz oldu. Ermeni askerleri tüfeklerini bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Ve Dağlık Karabağ; Şuşa, Laçın, Cebrayıl, Füzuli, Zengilan ve Kubadlı asıl sahiplerine kavuştu. Hadrut, Mincivan, Ağbend ve Bartaz’da; Murovdağ tepelerinde artık Azerbaycan bayrağı dalgalanıyor. 2024’te tamamlanacak Zengezur Koridoru’yla Türkiye’nin Türk dünyası ile arasındaki duvarlar yıkılacak. Karayolu bağlantısı yalnızca ticareti değil, kardeşlik hukukunu da zirveye taşıyacak.
Türkiye’nin katkısı bu kadarla da kalmadı tabii. Yapılan görüşmelerde alınan kararlar, önümüzdeki döneme Türkiye’nin öncülüğünde Türk Devletleri’nin damga vuracağını gösteriyor. Şuşa’da başkonsolosluk açılması kararı, Ankara yönetiminin Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu tüm dünyaya haykırması anlamına geliyor. Kurulacak Türkiye-Azerbaycan Üniversitesi ile bir asrı aşkın süredir birbirinden koparılan kardeşler arasındaki bağlar yeniden tesis edilecek. İki ülke arasındaki kültürel ve askerî ilişkiler yeni çalışmalara da kapı açacak. Böylelikle sınırlar sadece çizgiden ibaret kalacak.
Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinin geldiği nokta, uzun yıllar Rus egemenliğinde kalan Orta Asya Türk Devletleri için de örnek olmalı. Şimdilik zor görünüyor. Ancak Türk Devletleri Teşkilatı’nın çalışmalarıyla Türkiye Yüzyılı, aynı zamanda Türk Yüzyılı da olabilir. Yeter ki iyi niyetlerle sağlam bir irade ortaya konularak gayret edilsin.
NATO Üyeliğinde Türkiye Kilidi
Türkiye’nin NATO üyeliği 1950’li yıllara dayanıyor. O tarihten bu yana NATO’nun ülkemiz adına çok faydalı işler yaptığı da söylenemez. Türkiye belki de uluslararası alanda birtakım tehditlere maruz kalmamak için ve 50’li yılların şartları gereği NATO üyesi oldu. Müttefik olmanın gereğini çoğu zaman yerine getirmeyen NATO, tam aksine Türkiye’de gerçekleşen her darbe girişimini destekledi. En son 15 Temmuz hain darbe girişimi de yine NATO’nun yoğun desteğiyle yapıldı. Ayrıca Türkiye aleyhine çalışan PKK/YPG terör örgütlerinin NATO üyesi ülkelerce desteklenmesi de organizasyonun Türkiye ile ilgili yaklaşımını açık ediyor. Dolayısıyla bu ilişkinin Türkiye’ye çok bir şey kazandırdığını söyleyemeyiz.
Gelinen noktada, NATO’nun Türkiye’ye kâğıt üzerindeki kadar faydası olmasa da Türkiye’nin NATO’da söz sahibi oluğunu söyleyebiliriz. Bu durum hiç şüphe yok ki Türkiye’yi bir pazar olarak gören NATO ülkeleri için son derece rahatsız edici. Organizasyona üye olmak isteyen ülkeler Türkiye’nin onayına muhtaç. Bunlardan biri de Türkiye aleyhine çalışan terör örgütlerini destekleyen İsveç. Stockholm yönetimi uzun süredir NATO’ya girmek için bekliyor. Ankara ise terör örgütü üyelerini sınır dışı etmeden NATO’ya girmeleri için onay vermeyeceğini açıkça söylüyor. 28 Mayıs’tan sonra hem NATO Genel Sekreteri hem de İsveç yönetimi mekik diplomasisini yoğunlaştırdı. Türkiye’nin tavrı net. İsveç ise daha önce kabul etmesine rağmen, örgüt üyelerinin Türkiye aleyhindeki faaliyetlerini engellemek şöyle dursun, desteklemeye devam etti. Önümüzdeki günlerde yapılacak görüşmelerle durum bir yere bağlanacak. Bizim için önemli olan Türkiye’nin, yönü belirlenen değil, yön tayin eden ülke haline gelmesi. Artık Türkiye’nin onayı ve izni olmadan uluslararası siyasette taşlar yerinden oynayamayacak.