Niye Geldik?
Geçenlerde önüme düşen bir görüntüde vatandaşa mikrofon uzatan kişi “Bu dünyaya ne için geldin?” diye soruyor. Birinin verdiği cevap çarpıcı: “İllâ ki faydalı bir şey için gelmişimdir.”
Son yıllarda sokak röportajları hayli yaygınlaştı. Çoğunlukla kitleleri manipüle etmek için yapılsa da bazen toplumun ruh dünyasını anlamamız bakımından ilginç söyleşiler ortaya çıkıyor.
Geçenlerde önüme düşen bir görüntüde vatandaşa mikrofon uzatan kişi “Bu dünyaya ne için geldin?” diye soruyor. Birinin verdiği cevap çarpıcı: “İllâ ki faydalı bir şey için gelmişimdir. Faydalı olmayabilirim. Olmaya da çalışıyorum. İnsanların çoğu dünyaya ne için geldiğini bilmiyor, daha fazla para kazanmak için yaşıyor. Bense yapabildiğim kadarıyla bir şeyler yapmak istiyorum. Yapabildiğim kadarıyla tabii.”
İnsanoğlunun dünyaya ne için geldiğini bilmediğini söylemesi vaziyete bakılırsa gerçeği yansıtıyor. Dünya meşgalesi ve nefsimizin sınırsız istekleri Allah’ın rızasını kazanmak ve imtihan olunmak üzere yeryüzüne gönderildiğimiz hakikatini unutturuyor. Süflî gayeler, uğruna zamanımızı fütursuzca harcadığımız “ulvî” amaçlara dönüşüyor. Dahası, yitip gidecek kısa ömürde hevâ ve heves uğruna başkalarının haklarına girmeyi kendimize hak görüyoruz. Makam mevki hırsı, para ve şöhret tutkusu yaratılmışların en şereflisi olma özelliğini taşıyan insanı, ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen canavara dönüştürüyor.
Tarla ve ekinler
İmam-ı Gazâlî rahmetullahi aleyhin İhyâu Ulûmu’d-Dîn’de sıkça tekrarladığı bir cümle üzerinden gidelim: “Dünya âhiretin tarlasıdır.” Kimilerince hadis olarak zikredilen bu hikmetli söz, sayfalarca anlatabileceğimiz mevzuyu çok net şekilde özetliyor aslında.
Bize sunulan iki seçenek var: İlki çalışmak. Fakat meşakkatli. Önce tarlayı ekime hazırlamak gerekiyor. Yaban otları söküp, tohumun çimlenmesi ve büyümesi için uygun zemini hazırlamak icap ediyor. Ardından da ekmek, gübrelemek ve sulamak. Güneşin altında sabırla ve gayretle. Semeresi ise hayli keyifli. İhtiyacımız kadarını kullanıp fazlasından da para kazanmak, infak edip âhiret sermayesi yapmak bunca çileyi bir çırpıda unutturuyor.
Diğer yol da tarlada bulunan devasa meyveli ağacın gölgesine uzanıp “oyun ve eğlence”ye dalmak. Ve acıktıkça tüketmek. Çoğunlukla ekip biçme zamanı geçmeden yiyecek bir şey de kalmıyor. Sonrası hüsran. Emek harcayanlar, ter dökenler hayatını sorunsuz bir şekilde idame ettirirken, aç biilaç, başkasına muhtaç ortada kalmak... Biriktirdiklerinden paylaşacak birilerini bulmaya çabalamak. Bulursak ne âlâ. Bulamazsak vay halimize!
Üstelik tarlada geçirmek için verilen süre de son derece kısıtlı. Yunus Emre merhumun işaret ettiği üzere, “göz açıp yummuş gibi” geçiyor. Harcadığımız her saat sermayemizden götürüyor. Ne kadar ekersek o kadar biçiyoruz. Bize ayrılan süre bittiğinde küfemize ne dolduruyorsak onu götürüyoruz.
Mahsullerimizin bozulma riski de var bu arada. Usule uygun ekim yapmazsak, havadar bir ortam sağlayamazsak, kullandığımız fideler sağlıklı değilse, toprağı iyi hazırlayamamışsak, vaktinde sulama yapmamışsak, kalitesiz gübre kullanmışsak, yabani otları düzenli bir şekilde temizleyememişsek… Ürünlerimizin daha dalındayken işe yaramaz hale gelme, en iyi ihtimalle tatsız tuzsuz olma ihtimali bulunuyor. Sonuçta zor günlerde aç kalmıyoruz belki. Ama yediğimizden de tat alamıyoruz.
Çocuk söylese inanırız
Tarla benzetmesinden yola çıkıp biraz gerçeğe dönelim artık. Ve girişteki o yakıcı soruyu tekrar soralım: “Bu dünyaya ne için geldik?” Cevap ayet-i kerimede: Sadece kulluk için. (Zâriyât 56) Bize verilen kısıtlı zaman diliminde kulluk adına her şey müsaitken, helal dairesi keyfe kâfiyken, nimetler önümüze geniş geniş sunulmuşken, amel defterimizi sâlih amellerle doldurmak kolayken bahanemiz, mazeretimiz ne olabilir? Üstelik çizilmiş sınırların ötesine geçmeye çalışmayı, haddi aşmayı, hatta bir yandan uğraşırken diğer taraftan altı delik kovada su taşır gibi doldurduğumuzdan fazlasını döküp saçmayı nasıl tanımlayabiliriz bilmiyorum.
Büyüklerden biri şöyle sesleniyor bize: “İnsanoğlu çok ahmak. Üç dört yaşlarındaki bir çocuk ‘Şu delikte yılan var elini sokma’ dese o çocuğun sözünü dinliyor, yılan olmasa bile elini sokmuyor. Hz. Âdem aleyhisselamdan beri on binlerce Peygamber geldi, anlattı. Onca evliya geldi söyledi. ‘Cennet var, cehennem var. Kendinize çeki düzen verin, hazırlanın’ dedi. İnsan yılandan korktuğu için o çocuğun sözünü dinliyor, ama âhiret yurdunun huzurunu ya da tasasını anlatan peygamberleri ve evliyayı dinlemiyor.”
Ne diyelim? Allah, verilen nimetlerin kıymetini bilerek dünya tarlasını âhiret yurdu için verimli kullanan, defterini hasenatla dolduran ve Hak dostlarının sözünü dinleyerek din gününde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemle ziyafet sofrasında buluşan kullardan eylesin.