Ateş Dolu
Hendekler
İslâm'ı yaşamanın zorluklarından şikâyet edip duruyoruz. Bu kadar tefessüh etmiş bir dünyada istikamet üzere yaşamanın elbette zorlukları var. Fakat galiba malımızdan, nefsimizden hiç taviz vermeden, keyfimizi bozmadan cenneti hak etmek istiyor gibi bir halimiz var. Aşağıdaki uzun hadis-i şerif, eski dönemlerde müminlerin nelerle karşılaştıklarını haber veriyor. Böylece cennetin bir bedeli olduğunu hatırlatıyor.
Suheyb b. Sinân er-Rûmî radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
Sizden öncekilerin bir hükümdarı, onun da bir sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca hükümdara:
– Ben artık yaşlandım, bana genç birini gönder de ona sihirbazlığı öğreteyim, dedi.
Hükümdar, çok geçmeden sihri öğretmesi için ona bir genç gönderdi. Genç, sihirbazın yanına gidip gelmeye başladı. Gencin gelip geçtiği güzergâhta bir rahip oturuyordu. Genç bir ara uğrayıp onunla hasbihal etti, rahibin sözleri hoşuna gitti. Artık sihirbaza her gidişinde önce rahibe uğruyor bir müddet onun yanında kalıyordu. Sihirbazın yanına gittiğinde ise geç kaldığı için sihirbaz onu dövüyordu.
Genç bu durumu rahibe şikâyet etti. Ona şöyle akıl verdi;
– Sihirbazdan korktuğunda ailem beni alıkoydu, ailenden korktuğunda ise sihirbaz beni alıkoydu dersin, dedi.
Hal böyle sürüp giderken bir gün genç, insanlara musallat olan büyük bir canavara rastladı. Onun korkusundan insanlar mahsur kalmış, oradan geçemiyordu. Genç kendi kendine:
"İşte tam sırası! Sihirbaz mı yoksa rahip mi? Kim daha faziletli bugün öğreneceğim" dedi. Yerden bir taş alıp:
– Allahım! Rahibin vaziyeti sihirbazınkinden daha makbulse şu hayvanı öldür ki insanlar kurtulsun, işine gücüne dönsün, dedi ve taşı atıp canavarı öldürdü. İnsanlar da işlerine koyuldular.
Daha sonra rahibin yanına geldi ve bu durumu ona anlattı. Bunun üzerine rahip:
– Evladım, görünen o ki sen büyük bir dereceye erişmişsin, artık sen benden daha faziletlisin. Çok geçmez, büyük imtihana maruz kalacaksın. Böyle bir durumda sakın benden bahsetme, dedi.
Genç artık kör olanların gözlerini açıyor, alaca hastalığına tutulmuş kimseleri iyileştiriyor ve daha başka hastalıkları da tedavi ediyordu.
Hükümdarın yakın adamlarından bir âmâ idi. Adam gencin yaptıklarını duyunca birçok hediye ile yanına gitti ve dedi ki:
– Şayet benim hastalığıma şifa bulursan bunlar senindir.
Genç ona:
– Ben kimseye şifa veremem, şifa veren Allah Azze ve Celle'dir. Şayet Allah’a iman edersen sana şifa ihsan etmesi için O'na dua ederim, dedi.
Adam iman etti, Allah Teâlâ da ona şifa ihsan etti. Adam önceden olduğu gibi gelip hükümdarın meclisindeki yerini aldı. Hükümdar:
– Gözünü kim tedavi etti, diye sordu. Adam:
– Rabbim, diye cevap verince;
– Ne o! Senin benden başka Rabbin mi var, diye çıkıştı. Adam:
– Benim de senin de Rabbin Allah’tır, diye cevap verdi.
Bunun üzerine hükümdar, gencin yerini söyleyinceye kadar adama işkence etti. Akabinde genç yakalanıp huzura getirildi. Hükümdar gence:
– Evladım, duyduğuna göre sen sihrinle âmâ kimselerin gözünü açıyor, alaca hastalarını iyileştiriyor, şunu ve şunu da yapıyormuşsun, öyle mi?
Genç:
– Hayır, ben kimseyi iyileştiremem. Şifayı veren yalnız Allah Teâlâ’dır, dedi.
Hükümdar genci hapsetti ve rahibin yerini söyleyinceye kadar ona da işkence etti. Rahip getirildi ve kendisine ‘Dininden dön!’ denildi. Kabul etmedi. Bunun üzerine hükümdar rahibin testereyle öldürülmesini emretti ve başını ortadan ikiye ayırdılar.
Sonra hükümdarın adamı getirildi. Ona da, dininden dön, denildi. O da kabul etmedi. Onun da başını testereyle ikiye ayırdılar.
Sıra gence geldi. Ona da, dininden dön, denildi. Kabul etmedi. Hükümdar genci adamlarına teslim etti ve onlara:
– Bunu alın götürün, filan dağa çıkarın. Dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu dağın zirvesinden aşağıya atın, diye emretti. Genci alıp dağın zirvesine çıkardılar. Genç orada şöyle dua etti:
– Allahım! Dilediğin bir şekilde beni bunların şerrinden kurtar!
O esnada dağ sarsıldı ve adamlar aşağı düştüler. Genç yürüyerek hükümdarın huzuruna geldi. Hükümdar:
– Seninle beraber olanlar nerede, onlara ne oldu, diye sordu. Genç:
– Allah Teâlâ beni onlardan kurtardı, dedi. Hükümdar bir kez daha genci adamlarına teslim etti ve onları şöyle tembihledi:
– Bunu alın, bir gemiye bindirin ve denizin ortasına götürün. Eğer dininden dönerse ne hoş, yok eğer dönmez ise orada onu denize atın.
Genci alıp götürdüler. Genç yine:
– Allahım! Dilediğin bir şekilde beni bunlardan kurtar, diye dua etti. Derken gemi alabora oldu ve adamlar boğuldu. Genç kurtuldu ve yine yürüyerek hükümdarın huzuruna geldi. Hükümdar:
– Hani seninle birlikte gidenler, onlara ne oldu, diye sordu. Genç:
– Allah Teâlâ beni onlardan da kurtardı, dedi. Sonra hükümdara:
– Beni öldürmek istiyorsun ama olmuyor. Şayet sana söyleyeceğim şeyi yaparsan buna muvaffak olursun, dedi. Hükümdar;
– O nedir, diye sordu. Genç dedi ki:
– Halkı geniş bir alana topla, beni de bir ağaç gövdesine bağla. Sonra sadağımdan bir ok al ve yayın ortasına koy. Sonra, "Bu gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla" de ve oku fırlat. Bunu yaparsan beni öldürebilirsin.
Hükümdar halkı bir meydanda topladı, genci bir ağaca bağladı. Sonra gencin sadağından bir ok alıp yayın ortasına koydu ve:
– Bu gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla, dedi ve oku attı. Ok gencin şakağına geldi, genç elini şakağına koydu ve ruhunu teslim etti. Olaya şahit olan halk:
– Biz bu gencin Rabbi'ne iman ettik, dediler. Halkın bu tavrı hükümdara iletildi ve kendisine:
– Gördün mü olanları? Vallahi korktuğun oldu! Uyardığın şey gerçekleşti, halk iman etti, dediler.
Hükümdar vakit kaybetmeden sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içlerinde ateşler yakıldı. Sonra da "Dininden dönmeyenleri hendeğe atın ya da ona kendini hendeğe at deyin" diye ferman çıkardı.
Hükümdarın emri aynen uygulandı. Nihayet kucağında çocuğuyla bir kadın geldi. Kadın durakladı; ateşe atlayıp atlamamak hususunda tereddüt etti. Kucağındaki çocuk dile gelip annesini cesaretlendirdi:
– Anneciğim sabret, çünkü sen hak din üzeresin, dedi.
Müslim, “Zühd” (nr. 73); Riyazü’s-Salihin, “Sabr” (nr. 30)
Rivayete göre Necran halkı Hristiyanlığı kabul edince, Himyer Kralı Yahudi Zû Nuvâs onlara savaş açmış, dinlerinden dönmeyenleri hendeklerde yaktığı ateşlere atmıştır. Hadis-i şerifte bahsedilen geçmiş ümmetin Necran halkı olması muhtemeldir. Bürûc suresinde şöyle buyurulmaktadır:
“(Müminleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir. O vakit ateşin etrafında oturmuş, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar müminlere; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.
Şüphesiz mümin erkeklerle mümin kadınlara işkence edip sonra da tevbe etmeyenlere cehennem ve yangın azabı vardır. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Bürûc 4-11)
Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Müslümanların çektikleri sıkıntılara göğüs germelerini sağlamak, morallerini yüksek tutmak ve sabretmelerini temin etmek için zaman zaman geçmiş ümmetlerin başlarından geçen olayları anlatmış, onların da büyük imtihanlara tâbi tutulduklarını hatırlatmıştır.