Kalbinde Allah sevgisini taşıyan bir hanımın dışarı çıkacağı zaman örtüsüne bürünüp çıkması melekleri bile imrendirecek bir harekettir. Bana ne derler demeden, hakaret edenleri gördükçe Allah Resûlü’ne, sahabe efendilerimize yapılan hakaretleri hatırlayıp sabreden bir hanım bu zamanda bir Asr-ı Saadet hanımıdır.
Asr-ı Saadet’te Ümmü Züfer adında Habeşli zenci bir hanım vardı. Derisinin rengi siyahtı ama imanla dolu kalbi bembeyazdı. Hayâsıyla, iffetiyle, sabrıyla adeta melekleri andırıyordu. Hastaydı, zaman zaman sara (epilepsi) nöbetleri geçiriyor, hiç olmadık yerlerde düşüp bayılıyordu. Kriz esnasında bir kaza ile sakat kalabilir, hatta belki hayatını bile kaybedebilirdi ama o bunu mesele etmiyordu. Ölüm onu korkutmuyordu. Onun en büyük korkusu sara nöbeti esnasında üstünün başının açılmasıydı. Bu korku Allah Teâlâ’ya ve âhiret gününe bütün ruhuyla, canıyla iman eden bir hanımın korkusuydu. Daha fazla dayanamadı ve Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin saadetli huzuruna çıktı.
– Ya Resûlallah, dedi; beni sara nöbeti tutuyor ve üstüm başım açılıyor. Benim için Allah Teâlâ’ya dua buyurun.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
– Eğer sabredeyim dersen sana cennet var. Ama yine de istersen sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim, buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Züfer:
– Ben sabrederim, dedi; fakat siz sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz.
Nebî sallallahu aleyhi vesellem de ona dua etti. (Buhârî, Merdâ 6; Müslim, Birr 54)
Bu ne kadar güçlü bir iman ki, iyileşip ıstırabından kurtulmak yerine örtüsünün açılmaması için Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemden dua istiyor. Çünkü örtünmek yani tesettür yani hicap hayânın, hayâ da imanın alametidir. (Buhârî, İman 16) Hayâ insanı ateşten koruyan ve cennete götüren bir “takva elbisesi” olduğu için Ümmü Züfer radıyallahu anhâ annemizin imanı, hayâsı ve iffeti daha hayattayken cennetle müjdelenmesine sebep oldu.
Tesettür, hayâ, iffet
Yüce Mevlâ örtünme ile hayâ ve iffetin birbiriyle bağlantısına aynı ayet-i kerimenin içerisinde işaret ederek şöyle buyuruyor:
“Ey Âdemoğulları! Avret yerlerinizi örtecek giysiyle, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Fakat takvâ elbisesi; işte o hepsinden daha hayırlıdır.” (A’râf 26)
Takvâ elbisesi, Allah korkusuyla giyilen, maddi manevi her türlü çirkinlikten, başta cehennem azabı olmak üzere dünya âhiret bütün tehlikelerden koruyan elbise demektir. Dolayısıyla bu duygu ve düşünce ile beslenmeyen, yani Allah Teâlâ’nın rızasını kazanma maksadı olmayan bir giyim kuşam tarzının takvâ elbisesiyle alakası yoktur.
Her Müslüman kıza büluğa erdiği andan itibaren örtünmek farzdır. Tesettürü inkâr etmek ise - Allah korusun - insanı dinden çıkarır. Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, (dışarı çıktıkları zaman) cilbablarını (bedenlerini baştan aşağı örten dış elbiselerini) üzerlerine örtünsünler. Böyle giyinmeleri, tanınıp da (ahlâksızlar tarafından) eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahzab 59)
Tesettür Allah Teâlâ’nın şeksiz şüphesiz kesin bir emridir. Buna rağmen “hele daha erken”, “okulum var”, “evlenince örtünürüm”, “çalışıyorum”, “iş yerinden izin vermiyorlar” gibi bahanelerin ardına sığınmak geçici dünya hayatı için ebedi hayatını tehlikeye atmaktan başka bir şey değildir. Bu gibi mazeretlerin haramı helâl kılacağını düşünmek ise ayrı bir aldanıştır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Sonra yaparım diye (Allah’ın emirlerini) öteleyenler helâk oldu” buyurdu.
(Deylemî, el-Firdevs, 2420)
Oysa bu düşüncede olanların tevbe edecekleri meçhul bir zamana kadar yaşayacaklarına dair hiçbir garantileri yoktur. Ya da haramlar içinde yüzüp dururken ileride kalbinin daha da kararmayacağına, içlerinde tevbe isteğinin hâlâ olacağına dair bir delil de yoktur. An bu andır, gerisi nefsin ve şeytanın fısıltısından başka bir şey değildir. Ayrıca ileride tevbeye muvaffak olsa bile gençliğindeki kadar karşılığı ve sevabı yoktur. Gençlikte yapılan azıcık amelin değeri, ihtiyarlıkta yapılandan kat kat üstündür.
Çevresine örnek
Allah Teâlâ ve dostlarına gönül vermiş bir genç hanım ahlâkıyla, edebiyle, giyim kuşamıyla tıpkı bir Asr-ı Saadet hanımı gibi etrafındakilere örnektir. Görgü ve edebinden kaynaklanan mahcubiyetiyle çevresindekilere utanma hissinin ne kadar insana özgü olduğunu hal diliyle anlatır. Günümüzün çirkefleşmiş hayat tarzından kaçmak isteyen, ama tutunacak bir dala ihtiyacı olanlar için bir umuttur. Hemcinsleri huzur ve saadeti onunla dostlukta bulurlar. Günümüzde kalbinde zerre kadar da olsa iman pırıltısı taşıyan gençlerin aradıkları hayat arkadaşı işte böyle cennet hanımlarıdır. Gönül eğlendirmek isteyen, hayâ ve edepten yoksun gençlerin aradıkları tipler ise tam da bunun aksinedir.
“Yuvayı dişi kuş yapar” diye bir atasözümüz vardır. Bir hanımefendi Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, yuvasını sevgi ve huzur yuvası yapmak istiyorsa hem kocasıyla iyi geçinmeli hem de ona karşı cazibesini muhafaza etmelidir. İşinden yorgun argın bazen de moral bozukluğuyla evine gelen eşini üstüne başına çeki düzen vererek, gerekirse süslenerek güler yüzle ve sevgiyle karşılamalıdır. Önceden yemeğini hazır etmeli ve evin dağınıklığını gidermelidir. Bu davranış günahların bağışlanmasına sebep olduğu gibi o evde sevgi ve mutluluğun hâkim olmasına da vesile olur.
Öte yandan bir hanımefendi kocasının yanında her daim pespaye dolaşır, bakım yapmaz, fakat dışarıda süslenir, makyaj yapar, parfüm sürer, albenili kıyafetlerle kendisini dönüp bakılacak şekle sokarsa bu çok ağır bir vebaldir. Allah Teâlâ’nın sevgisinden mahrum kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Bir fâni için O’nun sevgisinden ve rızasından mahrum kalmaktan daha acı ve daha ağır ne olabilir? Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu üzere bunlar cennetin kokusunu dahi alamayacaklardır. (Müslim, Cennet 52) Bu hanımlar kendilerini, niçin böyle yaptıklarını sorgulamalıdırlar. Şayet kocalarını ellerinde tutamazlarsa bunda en büyük payın kendilerine ait olduğunu da unutmamalıdırlar.
Ne yazık ki kadının açılıp saçılıp sokağa döküldüğü, değerlerimizin alt üst olduğu, kalplerden imanın silindiği, İslâm ahlâkının ayaklar altına alınmaya çalışıldığı bir devri yaşıyoruz. Sokakların adeta birer cehennem vadisi haline geldiği böyle bir devirde kalbinde Allah sevgisini taşıyan bir hanımın dışarı çıkacağı zaman örtüsüne bürünüp çıkması melekleri bile imrendirecek bir harekettir. Bana ne derler demeden, hakaret edenleri gördükçe Allah Resûlü’ne, sahabe efendilerimize yapılan hakaretleri hatırlayıp sabreden bir hanım bu zamanda bir Asr-ı Saadet hanımıdır. Yazın kavurucu sıcağında sokaklarda hayâsızlığın sel gibi aktığı, kalabalıkların serin sulara, plajlara koştuğu bir mevsimde, örtüsünün altında terleyen bir Asr-ı Saadet hanımının o mübarek teri, Cenâb-ı Mevlâ dilerse mahşer günü Allah için ağlayan müminin gözyaşı gibi cehennemin ateşini söndürür.
Örtünmede ölçüler
Örtünmek çok güzeldir ama Allah Teâlâ’nın ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in emrettiği şekilde olursa güzeldir. Maalesef son zamanlarda yoğun beyin yıkama kampanyalarıyla örtünme anlayışını da değiştirdiler. Bazı kesimler bu alanda kendi inanç, duygu, düşünce ve yaşayışlarını din gibi pazarlamakta. Oysa İslâm’ın emrettiği şekilde örtünmeyen bir kimse dinen tesettürlü sayılmaz.
Tesettürün şartları vardır: Bir hanımın el, yüz ve ayağı hariç bütün vücudu avrettir. O yüzden giyilen ferace, çarşaf, manto veya mahalli kıyafet, her şeyden önce bütün bedeni örtecek derecede büyük ve vücut hatlarını belli etmeyecek kadar geniş olmalıdır. Kadınların saçlarını, boyunlarını kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek şekilde örtünmeleri Kitap, Sünnet ve icma ile sabit olan bir farzdır. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (bakılması yasak olan şeylerden) çevirsinler ve ırzlarını korusunlar. Görünmesinde sakınca olmayan (el ve yüz gibi) yerleri dışında ziynetlerini açığa vurmasınlar ve bunun için başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar…” (Nûr 31)
Sonuç itibariyle giyilen elbise her ne olursa olsun altını belli etmeyecek kalınlıkta olmalıdır. Yabancı erkeklerin dikkatini çekecek şekilde rengârenk ve göz alıcı olmamalıdır. Ayrıca ayet-i kerimede belirtildiği gibi (Ahzab 59) Müslüman hanımların evlerinden çıkarken üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetleri ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir.
Süslü eşarplar, renkli feraceler, yüksek ve ince topuklu ayakkabılar, parlak çantalar, parfüm ve makyajlar tesettürden ziyade birer teşhir aracıdır. Oysa tesettür, teşhirin tam zıddıdır. Göstermeyi, belli etmeyi değil, saklamayı hedefler.
‘Dış giysi’ meselesi
Yukarıdaki ayette geçen cilbab, müfessirlere göre bütün vücudu örten ve elbisenin üstüne giyilen dış elbise demektir. Günümüzde her ne kadar manto, pardösü gibi dış kıyafetler bir ölçüde bunu sağlıyorsa da, bize Batı’dan gelen bu giysiler hanımları moda psikolojisinden tam olarak kurtarmıyor. Manto ya da pardösü alan bir hanımefendi günün modasına göre ona uygun bir başörtüsü, bu takıma uygun bir çanta ve ayakkabı almak durumunda kalıyor. Sonuçta yine Batılıların tasarladığı bir giyim tarzına model oluyor. Dahası, bu kıyafetler de tesettürün “göstermeme, saklama” ilkesine uygun olmuyor.
Elbise giymenin esas gayesi, vücudun uygun bir şekilde örtülmesi ve nezih bir görünüm kazanmasıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yeni bir elbise giydiği zaman; “Avret yerimi örttüğüm ve hayatında kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allah’a hamd olsun” diye dua ederdi. (Tirmizî, Deavat 107)
Bir hanım süslü elbise ve ziynetlerini yalnızca eşine ve bir de fitne olmayacaksa oğul, kardeş, baba gibi mahrem yakınlarına gösterebilir. Kadının câzibesi tesettür emriyle yalnızca kocasına tahsis edilmiştir. Mahremlerine ruhsat olmakla birlikte bir mazeret olmaksızın onların yanında da açık ve dar elbiselerle dolaşmak âdâba aykırıdır. Bu durum aynı şekilde erkek için de geçerlidir. Mümin bir erkek, vücut hatlarını belli eden dar bir eşofman veya pantolonla dolaşmaktan önce kendi evlatlarına karşı hayâ eder.
Evde edep ve benzeşim
Dışarıda tesettürlü gezdiği halde evinde, çocuklarının yanında dar pantolon, şort, tayt gibi kıyafetler giymekten çekinmeyen bir hanım veya erkeğin imanın bir tezahürü olan hayâdan ne kadar nasibi olabilir? Üstelik giyim kuşamda kadınlarla erkeklerin birbirlerine benzemeleri yasaklanmışken… Geçmişten günümüze gerek toplumumuzda ve gerekse örfümüzde hanımların ve erkeklerin kıyafetleri gayet net bir şekilde bellidir. Hanımların kıyafeti içerisinde bire bir erkeğe benzeyen pantolon, ceket vs. yoktur. Resûl-i Ekrem Efendimiz, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, ilâhî rahmetten uzak kalacaklarını bildirmiştir. (Ebû Dâvûd, Libas 28)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in bu ikazı giyim tarzının sadece basit bir şekilden ibaret olmadığını göstermektedir. Çünkü karşı cinsin kıyafetini giymek birtakım hissî sapmaların ön adımlarını oluşturmaktadır. “Teşebbüh” yasağı sadece Hıristiyanlara benzeme hususunda değildir. Karşı cinse benzemeye çalışmak da teşebbühtür. Kıyafetler modaya, markaya ve gösterişe göre değil, İslâmî ölçülere uygunluğuna, sonra uyum ve yakışmasına göre seçilmelidir. Çünkü elbiseler aynı zamanda birer ziynettir. Kıyafet alırken sadece hanımlara veya sadece erkeklere özgü bir kıyafet olmasına dikkat edilmelidir.
Karşı cinsin kılık kıyafetine özenip onları giyenlerin, bir zaman sonra hal hareket ve tavırlarında benzeşme olmaktadır. Bunu daha da ileri götürmek ve yaygınlaştırmak için günümüzde gençlere akıl almaz tuzaklar kurulmakta, hem erkeğin hem de kadının giyebileceği kıyafetler üretilerek satışa sunulmaktadır. Özgürlük, moda, trend gibi sihirli kelimelerin ardına gizlenerek yaygınlaştırılan cinsiyetsizleştirme, mahremiyeti önemsizleştirme, nikâhı ve aileyi değersizleştirme, cinsiyet rollerini dejenere etme, cinsel sapkınlıkları tabii bir insan hakkı gibi gösterme gibi propagandaların hepsi nesli bozmaya ve tamamen sapkın hale getirmeye yönelik faaliyetlerdir. Kalbinde zerre kadar imanı olan hiçbir gencin bu tuzaklara düşmemesi gerekir. Şayet düşen varsa tevbe edip bir an evvel kurtulmaya ve kendisine iyi arkadaşlar bulmaya çalışmalıdır. Unutmamalıdır ki istikameti bozuk olan bir arkadaş insanı cennete değil, ateşe götürür. Rabbim cümlemizi hıfz u muhafaza eylesin.