Gazze’de Ateşkes Ümitleri Tükeniyor
7 Ekim 2023’teki saldırıların ardından Gazze’de başlayan insanlık dramı maalesef azalmaksızın devam ediyor. Masum bedenler tek tek toprağa düşerken şehitler uluslararası kamuoyu için artık sadece sayıdan ibaret hale geldi. Asırlar sonra bile lânetlenecek bu hadise için dünyanın büyük devletleri kılını bile kımıldatmıyor. Uluslararası kuruluşların da toplantı yapıp kınamaktan başka yaptığı hiçbir şey yok. Türkiye’nin kişisel çabaları ve uluslararası kamuoyunun ortaya koyduğu tepkiler katil Siyonistleri durduramıyor. Netanyahu yönetimi kurduğu kirli tezgâhın başında kan dökmeye ve can almaya devam ediyor. En son binlerce insanın sığındığı güvenli bölgeleri de yerle bir eden İsrail, Gazze’yi adeta haritadan silmek için her türlü vahşeti yapmayı sürdürüyor.
Yaşananların bu noktaya gelmesinin en önemli müsebbiplerinden biri kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Washington yönetimi on binlerce insan şehit olduktan sonra ateşkes yapılması gerektiğini yarım ağızla, cılız bir sesle dillendirmişti. Gazze’de yaşayan tek kişi kalmayana kadar katletmeyi görev haline getiren Tel Aviv yönetimi için elbette böyle bir talebin anlamı yok. Zaten ABD yönetimini avucunun içine almış ve kendisini dünyanın efendisi zanneden sapık bir gruptan “bu kadar yeter” diyerek insafa gelmesini beklemek imkânsız. Avrupa’da savaş suçlusu olarak yargılanma ihtimali az da olsa vahşilere geri adım attırsa da, yaptığı karşı hamlelerle kendisini ve ekibini güvence altına almaya çalışan Netanyahu istediğini elde edene kadar insanlığı ayaklar altına almaya devam edecek.
Zulmün ilelebet payidar olmayacağını biliyoruz. Fakat Ümmet-i Muhammed olarak berbat bir sınav veriyoruz. Bebek katillerini destekleyen firmaları bile doğru düzgün boykot edemedik. Ne anlı şanlı bir İslâm ülkesi ne de bir teşkilat gariban Yemen’in yiğitliğinin binde birini gösterebildi. Bilmiyoruz ne zaman ama nebevî haberler açık: Müslümanlar ayağa kalkacak ve arkasında kim olursa olsun, elinde ne olursa olsun katil İsrail’e hak ettiğini verecek. Biz ise kaybettiğimiz imtihanımızın sonuçlarıyla yüzleşeceğiz.
Terörist Devlet Terörist Başbakan
İsrail’in Gazze işgali dünyanın her tarafında milyonlarca insanı rahatsız etse de liderler ve hükümetler bu konuda maalesef vicdanlı ve hakkaniyetli davranamıyor. Gazze’de bütün dünyanın gözleri önünde siviller vahşice katledilirken ve birileri bu katliamı meşru bir zemine oturtmaya çalışırken, demokrasi, özgürlük ve barış havariliği görevini üstlenmiş “büyük” devletlerin liderleri işlenen cinayetleri adeta örtbas ediyor. Lobicilik faaliyetleriyle ve şeytanî ekonomik örgütlenmeyle uluslararası siyaseti avucunun içerisinde tutan İsrail, bu süreci kontrol ediyor. Uluslararası kuruluşlar ve liderler İsrail’e tepki verme konusunda cesur davranabilseler, Tel Aviv’deki azgın azınlık belki bu kadar pervasız ve küstah davranamayacak. Fakat karşısına çıkabilecek bir güç görmeyen İsrail her geçen gün caniliğin seviyesini yükseltiyor.
Diğer taraftan insanlığın vicdanını temsil edenler de yok değil. İsrail’e gösterilmesi gereken tepkilerden biri Pakistan’dan geldi. Hükümet, aldığı bir kararla İsrail Başbakanı Netanyahu’yu terörist ilan edecek. Ayrıca diğer devletlerin de aynı tepkiyi vermesi için çağrıda bulunacak.
Atılan bu adım ilk bakışta anlamsız görülebilir. İnsanlık tarihinin en kirli cinayetlerini ve Gazze’nin işgalini durdurmak için kesin çözüm de olmayabilir. Fakat burada mesele duruş sergilemek. Tıpkı Hz. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında ağzına bir damla su alarak yola revan olan karınca gibi. Biri “Nereye gidiyorsun?” diye sorduğunda “Hz. İbrahim’i içine attıkları ateşi söndürmeye” der. Soruyu soran gülerek “Senin ağzındaki bir damla su o ateşi söndürür mü?” dediğinde “Biliyorum söndürmeyeceğini, ama sadakatimiz belli olsun” diye cevap verir. Umarız Pakistan’ın ağzındaki bir damla su çağlayanların önünü açar ve bu ateşi söndürür.
İsrail-ABD İş Birliği Bölgeyi
Ateşe Boğuyor
Uluslararası ilişkilerde denge siyasetinin yerini güç ve gövde gösterilerinin aldığı bir dönemde bulunuyoruz. Halihazırda ülkeler bölgesel çatışmalar üzerinden birbirilerine mesaj veriyorlar. Ortadoğu çok uzun zamandan beri maalesef bu mücadelelerin arenasına dönüştü. 1948’de resmen kuruluşu gerçekleşen İsrail’in bu manzaradaki payı kuşkusuz çok büyük. Komşularıyla yaptığı savaşlardan büyük oranda istediğini alan İsrail, Filistin topraklarını da parça parça bünyesine kattı. Şimdi de Gazze’de utanç verici terör eylemlerine imza atıyor. Yanına Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetimini de alan Netanyahu ve kabinesi, kendi halkının bile tepkilerine rağmen durmuyor. Gazze’ye destek veren civardaki ülkeleri de hedef haline getiriyor. ABD de buna çanak tutmak bir yana, askeriyle, silahlarıyla destek veriyor.
Arap Baharı krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri de Yemen’di. Ülkede yaşanan iç savaş, altından kalkılması son derece zor manzara ortaya çıkardı. Yetmedi, Suudi Arabistan Washington’dan aldığı talimat ve silahla güya kendisine tehdit olarak algıladığı Yemen’e saldırdı. Binlerce masum hayatını kaybetti.
Fakat o Yemen, yaralı bir savaşçının son hamlesi gibi İsrail’in Gazze katliamına müdahale etmek için harekete geçti. İsrail de bu duruma kayıtsız kalmayarak Amerikan güçleriyle birlikte zaten ayakta zor duran Yemen’e saldırdı. Bu süreçte Lübnan’ı ve Suriye’yi de hedef alan katil İsrail, anlaşılan o ki Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyayı tamamen ele geçirmek istiyor. Fakat ayet-i kerimede denildiği gibi “...Onlar tuzak kurarlarken Allah da karşılığını kuruyordu. Evet; Allah tuzakların en hayırlısını kurar.” (Enfâl 30)
Avrupa’da Yeniden Faşizm
1930’lu yıllar Batı’da faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemdi. İkinci Dünya Savaşıyla sonuçlanan bu dönem, hiç kuşku yok ki en çok Avrupa’ya zarar verdi. Yıllar süren savaşın ardından çoğu sivil milyonlarca ölü verdiler, şehirlerinde taş üstünde taş kalmadı. Şimdilerde kendilerini özgürlük havarileri olarak gören Avrupa, bünyesinde bulunan sığınmacılara yönelik insanlık dışı muameleleriyle gündeme geliyor. Asya’da, Afrika’da yaşanan çatışmalar ve gayri insanî şartlar sebebiyle daha iyi bir hayat kurmak için Avrupa’ya göçen mülteciler, Batılı faşistlerin saldırılarına maruz kalıyor. Zaten yerinden yurdundan edilmiş ve hayatın bütün yükünü omuzlarına almış binlerce mülteci ayakta kalabilme çabası verirken Nazi zihniyetin temsilcileri tarafından hayattan koparılmaya çalışılıyor.
Fransa ve Almanya’da faşist iktidarların kurulma arifesinde mültecilere yönelik eylemler artmaya başladı. İngiltere’de de saldırılar artık aleni ve şiddeti artırılmış eylemlere dönüştü. Evlere ve arabalara saldıran radikal gruplar, mültecilerin canına kastetme pahasına taşkınlıklarını sürdürüyor. Savunmasız insanlara reva görülen bu son derece gayrı medenî ve gayrı insanî muamele, bir süre sonra kitlesel eylemlere dönüşme belirtileri gösteriyor. Aşırı sağı körükleyen siyasetçilerin ve partilerin bu manzaradaki etkisi kuşkusuz çok fazla. Fakat o partileri destekleyenlerin de halklar olduğunu unutmamak gerekiyor.
Avrupa’da başlayan yangın, hali hazırda terör örgütleri üzerinden sürdürülen örtülü savaşı kısa vadede Üçüncü Dünya Savaşına dönüştürür mü bilinmez. Ancak öyle görünüyor ki aşırı sağ, tıpkı 30’lu yıllarda olduğu gibi kendi evini yakacak.
Trump Suikastı Ne Söylüyor?
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanlık seçimlerine kısa bir süre kaldı. Adaylar arasındaki rekabet de kızışıyor. Mevcut başkan Biden’ın görev yaptığı süre içerisindeki icraatları yalnızca uluslararası kamuoyunca değil, kendi halkının önemli bir bölümü tarafından da tepkiyle karşılanıyor. Özellikle eski başkan Trump döneminin ardından ABD’yi küresel çatışmaların merkez üssü haline getirmesi pek çok kişi tarafından eleştiriliyor. Keza milyonlarca insanın gözü önünde yaptığı ilginç hareketler yeniden başkanlık yapıp yapamayacağı konusunda akıllarda soru işareti bırakıyor. Rakibi Trump da koltuğu bırakmak zorunda kaldığı günden bu yana seçimler için hazırlanıyor. Kamuoyu oluşturuyor, Biden yönetimini kıyasıya eleştiriyor ve seçmen kitlesini kendi lehine yönlendirmek için her türlü yolu deniyor.
Geçen ay konuşma yapmak üzere vatandaşlarının karşısına çıkan Trump, profesyonel bir suikastçının kurşunlarına hedef oldu. Kulağından vurulan eski ABD başkanı apar topar kürsüden indirildi ve saldırgan etkisiz hale getirildi. Tarihinde benzer olayları defalarca kez yaşamış bir ülke için böyle bir hadiseyi sıradan bir olaymış gibi değerlendirmek elbette mümkün değil. Fakat işini şansa bırakmamaya niyetlenmiş Trump gibi bir karakterin yargılanma sonrası suikasta maruz kalması da akıllara komplo teorisyenlerinin o meşhur iddiasını getiriyor: Bir olayın failinin kim olduğunu öğrenmek istiyorsanız o olayın en çok kime yaradığına bakın!
Kıbrıs’ta Yeni Dönem
Kıbrıs 1974’te yapılan Barış Harekâtı ile Yunan işgalinden kurtulmuştu. Osmanlı Devleti’nin ada üzerindeki nüfuzunu kaybetmesiyle birlikte başlayan İngiliz egemenliği Kıbrıs’ta uzun süre kitlelerin bir arada yaşamasına imkân veriyordu. 1950’lerde İngilizler çekildikten sonra Müslüman Türklerin aleyhine işleyen bir süreç inşa edildi. Adadaki Rumlar Türk nüfusu tamamen yok etmek üzere yoğun şiddet eylemlerine başvurdu. Pek çok masum işkence edilerek öldürüldü. Katliamın izleri bugün hâlâ tazeliğini koruyor. Ardından dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından yapılan harekâtla Kıbrıs arasında iki devletli bir süreç başladı. Bugün her ne kadar dünyanın belli başlı ülkeleri tarafından tanınmasa da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) bağımsız ve hür bir devlet olarak varlığını sürdürüyor.
Adanın diğer tarafında bulunan Rumlar için bu durum kabul edilebilir değil. Kendilerini Kıbrıs’ın sahibi olarak gören Rumlar her fırsatta Türkleri Kıbrıs’tan çıkarmanın yolunu arıyor. Mesele Yunanistan ile Türkiye arasında belki de en önemli rekabet unsurlarından biri haline geldi. Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki stratejik projelerde önemli aktörlerden biri haline gelmek için Kıbrıs’ın tamamına egemen olmak istiyor. Türkiye ise tarihî sorumluluğu ve stratejik hedefleri için KKTC’nin varlığını sürdürmesi mücadele ediyor.
Geçtiğimiz ay harekâtın 50. yıldönümü vesilesiyle yapılan organizasyonda verilen mesaj sadece Yunanistan’a ya da adadaki Rum yönetimine değil, bütün dünyaya idi. Özellikle son on yılda atılan adımlarla KKTC uluslararası alanda daha gür bir ses tonuyla savunuluyor. İlerleyen dönemde inşallah başta Türk dünyası olmak üzere diğer pek çok devlet tarafından da tanınmış bir KKTC bölgesel barış için önemli bir merkez haline gelecek.