BİR MÜRŞİDİN VÂKIÂT’I
Her insanın, özellikle tasavvuf ehli her sûfînin, her velînin, yaratıcısı ile kalbî iletişimi, Allah ile manevi bağı ve Yüce Hakikat ile çok özel halleri bulunmaktadır. Bunları tam olarak yazıya dökmek mümkün değildir. Çünkü bazı durumlarda manevi haller, kalbî müşâhedeler ve ilâhî hakikatler kelimeye, kelâma, kaleme ve yazıya sığmamaktadır.
Bununla birlikte Tasavvuf tarihindeki bir kısım büyük şahsiyetler bunları sınırlı da olsa yazıya dökmeye çalışmışlardır. Böylelikle “vâkıât”, “tecelliyât”, “müşâhedât” türü eserler ortaya çıkmıştır.
Tasavvuf tarihimizde vâkıatların en meşhurlarından biri, Osmanlı’nın yetiştirdiği ve tam altı padişaha mürşidlik yapmış olan Celvetî tarîkatı şeyhi büyük velî Aziz Mahmud Hüdâyî’nin (v.1628) Vâkıât’ıdır. Hüdâyî hazretleri bu eserinde Şeyhi Muhyiddîn Üftâde’nin (v.1580) sohbetlerinden derlediği sözlerini ve kendi seyr ü sülûku esnasında karşılaştığı manevi hallerini yazıya aktarmaya çalışmıştır.
Bunun yanında, Osmanlı’nın son devir âlim ve mutasavvıflarından olan Uşşâkî tarîkatı şeyhi Osmanzâde Hüseyin Vassâf’ın Vâkıât adlı eseri de bu çerçevede yazılmış çok önemli bir eserdir.
Bu eser, Abdullah Taha Orhan tarafından incelenerek, sadeleştirilmemiş tıpkı basımı Osmanlıca orijinali ile birlikte Büyüyen Ay Yayınları tarafından “Vâkıât Keşif Günlüğü” adıyla 2012 ve 2016 yıllarında yayınlanmıştır. Biz, bu yazımızda adı geçen eserden hareketle Hüseyin Vassâf’ın Vâkıât’ındaki bazı müşâhedelerinden örnekler vereceğiz.
Bu suretle; tasavvuf ve âdâb kitaplarında yazılan bazı hususların ve çeşitli derûnî hallerin sonuçlarını, sûfîlerin ve velîlerin manevi tecrübelerini görme imkânı hâsıl olacaktır. Bunun da tasavvuf ehlinin kalplerinin itminana ulaşması yolunda önemli olacağını düşünüyoruz.
Ancak öncelikle Hüseyin Vassâf’dan kısaca bahsetmek gereklidir.
Osmanzâde Hüseyin Vassâf
Osmanzâde Hüseyin Vassâf, bu satırların yazarının hayran olduğu büyük velî, âlim ve sûfîlerden biridir. Kendileri son yüzyılın yetiştirdiği eşsiz bir şahsiyettir.
Hüseyin Vassâf 1872 yılının 10 Muharrem’inde İstanbul Aksaray’da dünyaya geldi. Bazı insanlar doğuştan ilâhî lûtfa mazhar olarak doğarlar. İşte Hüseyin Vassâf da bunlardan biridir. Çünkü ailesi entelektüel seviyesi olan seçkin bir aileydi. Annesi Fatma Emsâl Hanım Nakşibendî tarikatının Hâlidî koluna mensuptu. Şeyhi de Ahmed Ziyâuddîn Gümüşhânevî (v.1893) idi. Babası Ürgüp’lü Osman Efendi de Halvetî tarîkatının Ümmî Sinan koluna mensuptu. Bu yüzden ismini de babasının şeyhi Ahmed Zarîfî (v.1912) koymuştu.
Ahmed Zarîfî, Hazretimizin ismini, Muharrem ayında doğduğu için “Hüseyin” koymuş, “İnşallah vassâf-ı Muhammedî olur” diye dua ederek kendisine aynı zamanda “Vassâf” mahlasını vermişti. Vassâf Efendi, bunun yanında babasına nispetle “Osmanzâde” nisbesini de kullanmıştır.
Hüseyin Vassâf, ibtidaî mektepte (ilkokulda) başladığı öğrenim hayatına Medrese-i Hayriyye, Mekteb-i Osmânî, Aksaray Vâlide Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiye İdâdisi’nde devam etti.
Eğitim öğrenimini tamamladıktan sonra memuriyet hayatına atılarak en son İstanbul Rüsûmât Başmüdürlüğüne yükseldi. 1922 yılında 50 yaşında iken kendi isteğiyle emekliliğe ayrıldı. Emekliliğini “dağdağa-i hayât-ı memuriyetten kurtuluş” olarak görmüştür. Demek ki her devirde aynı sıkıntılar yaşanıyor. Bundan sonraki hayatını eser yazarak, tasavvuf ve ilimle iştigal ederek geçirdi.
Hüseyin Vassâf, 1929 yılında İstanbul Arnavutköy’deki evinde vefat etti ve vasiyeti üzerine Rumelihisarı kabristanına defnedildi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Allah şefaatine nâil eylesin.
Ardından 4 halife ve tam 32 eser bırakan Hüseyin Vassâf’ın en önemli eserleri arasında Sefîne-i Evliyâ, Dîvân ve Vâkıât’ı zikredilebilir.
Tasavvufî Hayatı
Hüseyin Vassâf, Rüşdiye’de okurken Mevlevî Şeyhi Es’ad Dede’nin (v.1911) Fatih Camii’ndeki Mesnevî derslerine devam etti ve kendisinden bazı temel tasavvuf klasiklerini okudu. Genç yaşta kalbine tasavvuf tohumunu eken de Es’ad Dede’dir.
Gençliğinde devam ettiği Uşşâkî dergâhı yanında Sünbülî ve Nakşibendî dergâhlarından da feyz aldı. İlk intisabı, Şam’da ikamet eden Halvetî/Şa’bânî tarikatının Bekriyye koluna mensup Şeyh Sultan Mübarek Efendi’yedir. İntisabı, şeyhinin İstanbul’da kendisine misafir olduğu esnada olmuştur. Bu şeyhinden Şa’bânî hilâfeti aldı.
Üç Günde Vuslat
Şam’daki şeyhinin vefatından sonra Edirne’de bulunan Halvetî/Gülşenî şeyhi Şuayb Şerâfeddîn Efendi’ye (v.1911) intisâb etti. Bu büyük zât-ı şerîfe intisabı ve aralarında yaşananlar birer ibret vesikasıdır ve hoş hatıralarla doludur.
Nitekim Şerâfeddîn Efendi’yle yüz yüze görüşmeden tam on yıl boyunca mektuplaştı ve bu mektuplarını Mürâselât isimli eserinde topladı. Bu eser daha sonra Mehmet Akkuş tarafından “Gül Bhçesinden Mektuplar Mürâselât” adıyla 2016 yılında H Yayınları arasında neşredildi. Nihayet 1908 Mayıs’ında şeyhinin daveti üzerine Edirne’ye giderek kendisine mülâki oldu ve dergâhında üç gün üç gece (bazı kaynaklarda yedi gün yedi gece) kalarak vuslata erdi ve hilâfet aldı.
Şerâfeddin Efendi, kendisiyle on yıl boyunca görüşmemesinin sebebini şöyle açıklar:
“Evlâdım, sizi sekiz on sene gıyâbî muhabbetle meşgul eyledim. Fakiri (kendisinden bahsediyor) görmenizi arzu etmiyordum. Çünkü gördüğünüz zaman, ‘Benim muhabbet ateşiyle yandığım kişi bu muydu’ diye halinize pişman olma ihtimali kuvvetli idi. Fakire teveccühünüz çok fazla idi. Oysa düşündüğünüz şekilde kemal sahibi olmadığımdan bu şekilde hareketim zorunlu idi. Ama ne çare ki bunu sürdürmeye imkân kalmadı. En yakın zamanda fânî hayattan bâkî hayata intikal takdir olunmuştur. Dünya gözüyle görüşmeyi ben de arzu ettim. Hamdolsun görüştük. Her ikimizin bu muhabbeti asıl sahibine (Allah’a) aittir.”
Bu satırlarda gerçek bir mürşid-i kâmilin, gerçek bir Hak dostunun hâlet-i rûhiyesi gizlidir. Müridi kendisini görürse hayal kırıklığına uğrayacağından korkacak derecede mahviyet sahibi olan, nefsâniyetten ve enâniyetten eser kalmayan bir şeyh efendi profili vardır. Yüce Allah Şerâfeddîn Efendi’ye rahmet eylesin ve bizleri de onun gibi gerçek şeyhlerin yolunda bulundursun.
Daha sonra Şerâfeddîn Efendi Hüseyin Vassâf’a yedinci esmaya kadar telkin buyurdu ve “Oğlum, bu ilk ve son buluşmamızdır” dedi. Hüseyin Vassâf, Şerâfeddin Efendi’nin vefatından sonra halifesi Şeyh Şehrî Efendi eliyle Gülşenî icazetnamesi aldı.
Burada çok ince bir nükteden bahsetmek meselenin tatlılığını arttıracaktır. Hüseyin Vassâf’ın, Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde naklettiğine göre Şerâfeddîn Efendi meşhur Melâmî mürşidi Harîrîzâde Mehmed Kemâleddin Efendi (v.1882) ile de mülâkî oldu ve aralarında müthiş bir muhabbet, ülfet ve ünsiyet husûle geldi.
Her ikisi de birbirlerine kendi yollarında seyr ü sülûk yaptırdılar. Böylelikle Şerâfeddîn Efendi Harîrîzâde Efendi’den Nakşibendî, Şa’bânî, Kâdirî, Rufâî ve Halvetî tarikatlarından hilafet aldı. Harîrîzâde Efendi de Şerafeddin Efendi’den Gülşenî tarikatından hilafet aldı.
Bu şekilde birbirlerinin hem mürşidi hem de halifesi oldular. Bu çok hoş ve çok tatlı bir nüktedir ki 1400 küsur yıllık tasavvuf tarihinde başka bir örneği yoktur.
“Câmi‘u’t-Turuk” Bir Mürşid-i Kâmil
Hüseyin Vassâf, Şerâfeddîn Efendi’den sonra kalbinin susuzluğunu bir türlü gideremedi ve yeni bir mürşid arayışına girdi. Kasımpaşa Uşşâkî Âsitânesi Şeyhi Mustafa Hilmi Sâfî Efendi’ye (v.1926) intisab etti. Ancak Uşşâkî yolu üzere seyr ü sülûkunu Mustafa Sâfî Efendi’nin vefatından sonra yerine postnişîn olan İnegöl Müftüsü Mehmed İzzet Safiyullah Efendi eliyle tamamlayıp hilafet aldı. Asıl irşadını da Uşşâkî tarikatı üzerine yaptı. Bu yüzden isminin peşinde Uşşâkî nisbesini kullanmıştır.
Daha sonra meşhur Kâdirî Şeyhi Bitlis’li Müştak Baba’nın (v.1832) oğlu Edhem Baba’nın halifesi Şeyh Muhammed Kemter’den Kâdirî hilafeti de aldı. Niyâzî Mısrî’ye (v.1694) çok fazla muhabbeti olduğu için onun Bursa’daki tekkesini ziyareti sırasında zamanın postnişîni tarafından kendisine Mısriyye icâzeti de verildi.
Hüseyin Vassâf Efendi’nin beslendiği kaynaklardan biri de aslen bir Nakşibendî tekkesi olan Fatih’teki Tâhir Ağa Dergâhı idi. Tâhir Ağa Dergâhı, Vassâf Efendi’nin gözünde özellikle iki yönden önemlidir. Öncelikle meşhur Uşşâkî Şeyhi Abdullah Salâhaddîn Uşşâkî (v.1783) burada medfûndur. İkinci olarak, bu dergâhın şeyhi Ali Behçet en-Nakşibendî, Hüseyin Vassâf’ın kırk seneye yakın dostudur. Nitekim biraz sonra örnekler vereceğimiz Vâkıât adlı eserindeki örneklerden birçoğu, bu dergâhtaki hatm-i hâcegân esnasında gördüğü keşif ve müşâhedelerine dayanmaktadır.
Böylece “câmiu’t-turuk” (tarikatları kendi üzerinde toplayan) özelliği kazanan Hazretimiz, bu özelliğini bir beytinde şöyle ifade etmiştir:
“Halvetîyiz, Kübrevîyiz, Nurbahşî Mevlevîyiz
Nakşbendîyiz, Sa’dîyiz, Gülşenî Uşşâkî’yiz.”
Hüseyin Vassâf Efendi’nin Vâkıât’ından Örnekler
Hüseyin Vassâf Efendi’nin Vâkıât adlı eseri Ravza-i Mutahhara’da, zikir meclislerinde ve evliyâ türbelerini ziyaretlerinde gördüğü keşif ve müşahedelerine dayanır. Bu eserini şeyhi Mustafa Hilmi Efendi’nin isteği üzerine kaleme almıştır. Yoksa bütün bu manevi hallerini ifşa etme niyetinde değildir. Eser, toplam 68 vâkıa, 1 hâtime/sonuç ve 5 lâhikadan/ekten oluşmaktadır.
Kendisi bir Uşşâkî şeyhi olduğu için her Perşembe gecesi İstanbul Kasımpaşa’daki Uşşâkî Âsitânesi’nde yapılan Uşşâkî zikrine katılmaktadır. Bunun yanında her Cuma gecesi Tâhir Ağa Dergâhı’ndaki Nakşibendî hatmesine dahil olmaktadır.
Vassâf Efendi “Vâkıât” adlı eserindeki 8. vâkıada, Mescid-i Nebevî’de, Ravza-i Mutahhara’da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile mülâki olmasını anlatmaktadır. Akşamla yatsı arasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin kabr-i şeriflerine yönelerek Kur’an-ı Kerim, salâvat-ı şerife ve bazı dualar okumaktadır. Kendisine şiddetli bir ağlama duygusu gelir. Ravza-i Mutahhara’nın kapısı açılır, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem teşrif buyururlar. Hz. Ömer radıyallahu anhuya, “Git Hüseyin’e söyle, müteessir olmasın/üzülmesin” diye emrederler. Fakat Vassâf Efendi’nin hâli ziyadeleşir. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz bizzat kendisine hitaben; “Yâ Hüseyin mahzun olma, gönlün bende oldukça arada ayrılık yoktur. Mubabbette yakınlık ve uzaklık söz konusu olmaz. Her zaman nazar-ı füyûzât-eserim senin üzerindedir.” buyururlar. Vassâf Efendi büyük bir sükûnet ve neşe içinde kalır.
9. 10. ve 11. vâkıada, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz mihraba teşrif buyurarak zikir halkasına reislik ederler. Beraberlerinde dört sâdık dost/dört halife olduğu halde yanlarında bir seferinde Şa’bân-ı Velî, İbrahim Gülşenî, Hasan Hüsameddin Uşşâkî; diğer seferinde Abdülkadir Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, Abdullah Salâhî Uşşâkî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Şems-i Tebrizî hazerâtı bulunmaktadır.
15. vâkıada, zikir esnasında yanında kendi şeyhi zuhur eder. Sağından itibaren bütün silsile meşâyihi zâhir olur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de mihrapta oturmaktadır. Yani caminin kapısında Vassâf Efendi ve onun sağından itibaren yarım daire şeklinde bütün silsile ehli oturmaktadır. Şeyhinin nuru hafiften artmaya başlar, ehl-i silsileye doğru nurun aydınlığı büyür, Hz. Pîr’de ay gibi olur. O nur Resûlullah Efendimiz’e kavuşunca kaybolur, O’nun nurunun yanında söner. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem zevk ile zikrederler. Bütün ehl-i silsile bundan büyük zevk alır. Bu coşku içinde iken Vassâf Efendi bu “cem” halinden “fark”a gelir, uyanır.
17. vâkıa ise çok müthiştir. Tâhir Ağa Dergâhı’ndaki Hatm-i Hâce’de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz teşrif buyurarak mihraba otururlar. Zikir halkası şu şekilde tanzim edilir:
Hz. Peygamber Efendimiz’in arkasında dört halifesi bulunmaktadır. Sağında Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Şems-i Tebrizî, Şa’bân-ı Velî, Hüsâmeddîn Uşşâkî bulunmaktadır. Sağ uçta Vâssâf Efendi’nin mürşidi Şeyh Mustafa Sâfî oturmaktadır.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin solunda ise Abdülkâdir Geylânî, Şâh-ı Nakşibend ve Salâhaddîn Uşşâkî bulunmaktadır. Sol uçta ise dergâhın şeyhi Ali Behçet Efendi oturmaktadır.
Hatm-i Hâce’den sonra kelime-i tevhîd zikri başlar. Aşk deryası coşar, taşar. Hz. Mevlânâ, Resûlullah Efendimiz’in işaretleriyle kalkıp semâa başlar. Şems-i Tebrizî de onu takip eder. Abdülkâdir Geylânî ve Hüseyin Vassâf da semâa katılır. Bu esnada Hâfız Sa’deddîn Efendi hüzünlü bir sesle Vassâf Efendi’nin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e yazdığı naatını okumaya başlar. Resûlullah Efendimiz de naata iştirak edince Vassâf kendinden geçer. Meclis bu şekilde devam ederek sonuçlanır.
21. vâkıada Vassâf Efendi bir Reğaib gecesinde Tâhir Ağa Dergâhı’nda bulunmaktadır. Yatsı namazından sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Sakal-ı Şerif’ini ziyaret başlar. Dergâhın şeyhi Ali Behçet Efendi’nin üzerinde büyük bir değişiklik görülür. Behçet Efendi kaybolur, yerine Resûlullah Efendimiz kâim olur. Ziyaret sırası Vassâf Efendi’ye gelince, sakal-ı şerifi Hz. Peygamber’in mübarek ellerinden ziyaret eder.
23. vâkıada zikir esnasında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz teşrif buyururlar. Beraberlerinde dört halifesi, Abdülkâdir Geylânî, Hazret-i Mevlânâ, Hazret-i Şems, Şâh-ı Nakşibend, Şabân-ı Velî, Hüsâmeddîn Uşşâkî, Hazret-i Salâhî bulunmaktadır. Ortalığı azamet-i Muhammediyye hissi kaplar. Gavs-ı Geylânî, Hazret-i Mevlânâ, Şems-i Tebrizî sema eder. Bu hal Hüseyin Vassâf’a da tesir eder. O da onlarla beraber semâa başlar.
24. vâkıada teveccüh sırasında Şeyhi Mustafa Sâfî Uşşâkî, Vassâf Efendi’nin kalbini tedâvî ile meşguldür. Bu esnada Hasan Hüsâmeddîn Uşşâkî teşrif eder. Sâfî Efendi hemen ayağa kalkarak kendisini karşılar. Hüsâmeddîn Uşşâkî posta oturur. Otururken bakar ki Hüsâmeddîn Efendi, Sâfî Efendi olmuş. Bu şekilde o ona, o da ona şeklinde değişimler olur. Sonunda bakar ki karşısında oturan kendi şeyh efendisidir.
27. vâkıada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz beraberinde söz konusu zevât-ı kiram olduğu halde zikir meclisini teşrif buyurur. Zikrin sonunda meclisin tavanı manen açılır, semâvât âlemi ortaya çıkar ve herkesin üzerine sağanak yağmur şeklinde nur yağar.
32. vâkıada Şeyh Salâhaddîn Uşşâkî hazretlerinin türbesini ziyaretini anlatır. Hazret kabrinde temessül eder. Vassâf’a iltifat ederek sırtını sıvazlar. Vassâf da Hazret’in ellerini ve ayaklarını öper. Kendisine, “Allah feyzinizi artırsın. Ziyaretinizden çok memnun oldum. İrfân-ı Muhammedî’ye mazhar olmanızı dilerim. Berhudâr olasınız” der. Tekrar ellerini ayaklarını öpünce “Azîzinize benden selam söyleyiniz” buyurur. Şeyhine selamını iletince şeyhi kendisine, “Aleyke ve aleyhi’s-selâm, memnun oldum, Allah feyzinizi artırsın oğlum” buyurur.
36. vâkıada Duhâ namazını kılarken İnşirah suresini okumakta ve manasını düşünmektedir. Kır sakallı bir zât suretinde Hz. Cebrâil aleyhisselam zuhur eder. Sadrını yarar, yüreğinden kan çıkarır, temizler. Namaz esnasında “cem”den “fark”a gelir. Hiçbir ağrı hissetmez. Hayrete müstağrak olur. Böylece Resûlullâh Efendimiz’e vâkî olan şakk-ı sadr’ın (kalbin yarılmasının) benzeri bir olay, vâris-i nebevî olduğu için Vassâf Efendi’ye de vâki olur.
40. vâkıada Bursa’ya gidişinde Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’yi, Hazret-i Üftâde’yi, Emir Sultan’ı, Ruhu’l-Beyân tefsiri yazarı İsmail Hakkı Bursevî’yi ve Nakşibendî meşâyihinden Şeyh Emin Efendi’yi ziyaretini anlatır. Adı geçen zevât kendisine kabr-i şeriflerinde temessül ederek iltifatta bulunurlar. Aralarında hoş muhabbetler olur.
41. vâkıada İstanbul’da Sahabe-i Kirâm’dan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Eyüp Sultan) hazretlerini ziyaret esnasında sahabî efendimiz temessül eder. Belinde kılıç vardır. Bir tutam uzunluğunda kara sakallı, buğday benizli, kara gözlü, ateşli bakışlı, inci dişli, gönlü okşayan çehreli, pek sevimli bir zât-ı şerîftir. Mübarek elini ve ayağını öper. Ebû Eyyûb hazretleri kendisine dua eder, levha şeklinde türbesine takdim ettiği manzumeden dolayı memnuniyetini dile getirir.
48. vâkıada kuşluk vaktindeki bir rüyasında Şâh-ı Nakşibend hazretlerini görmesinden söz eder. Hazretin huzurundadır, cemaat çok kalabalıktır. Şâh-ı Nakşibend hazretleri kendisine, “Bu diyarda feyz-i Muhammedî kesintiye uğruyor, başka diyara hicret edelim” buyurur. Vassâf Efendi bir aralık yanında zâhir olan dostu İbnü’l-Emin Mahmud Kemal’e; “Aman durma koş, ayağının tozuna yüzünü sür” der. Şâh-ı Nakşibend Efendimiz bağdaş kurarak oturmaktadır, üzerinde siyah cübbe ve beyaz sarık vardır.
KAYNAKLAR
Hüseyin Vassâf, Vâkıât Keşif Günlüğü, Hazırlayan: Abdullah Taha Orman, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2016.
Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Hazırlayanlar: Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2015.
Şuayb Şerafeddin Gülşenî, İzâhu’l-Merâm fî Meziyyeti’l-Kelâm, Divan Yayınları, İstanbul, 2001.
Cemal Kurnaz - Mustafa Tatcı, İslâm Ansiklopedisi, “Hüseyin Vassâf” maddesi.