Allah Dostlarının İmtihanı
İmam Rabbânî kuddise sırruhû bir mektubunda, kendisine yöneltilen şu soruya aşağıdaki cevabı vermiştir:
– Allah Teâlâ her şeye kâdirdir. O halde O’nun, dostlarını her iki dünyada da mutlu kılması mümkün değil midir? Oysa onlar adeta âhiret mutluluğuna bedel olacak şekilde dünyada sıkıntı çekiyorlar.
– Buna dört yönden cevap verebiliriz.
Birincisi: Eğer Allah Teâlâ’nın dostları kısacık dünya hayatında sıkıntı çekmeseydiler sonsuz nimetlerin kıymetini bilemezler, ebedî afiyet nimetini gereği gibi takdir edemezlerdi. Nitekim karnı acıkmayan kimse yemeğin, başı sıkışmayan kimse boş vaktin kıymetini bilemez. Şu halde Allah dostlarının geçici olarak acı çekmelerinin sebebi olarak ebedî lezzetin kemâlini gösterebiliriz. Bu bakımdan Yüce Allah’ın cemali ehlullahta kendisini celâl suretinde göstererek sıradan insanlar imtihan edilmiştir. Allah Teâlâ onunla çoklarını saptırır, çoklarını da hidayete erdirir.
İkincisi: Her ne kadar sıradan insanlara göre bela ve musibetler ıstırap sebebi kabul edilse de, mutlak güzel olan Allah Teâlâ’dan gelen her şey O’nun dostlarına haz verir. Büyükler nimetlerden ne kadar lezzet alıyorlarsa belalardan da o kadar lezzet alırlar. Hatta büyüklerin belalardan aldıkları lezzetin nimetlerden aldıkları lezzetten daha fazla olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü belalar sevgilinin muradıdır. Nefs belalardan kaçıp nimetleri istediğinden, nimetler sevgilinin muradı olduğu kadar nefsin de muradıdır. Bu sebeple Allah dostlarına göre bela nimetten daha değerlidir. Allah dostları, dünyanın tuzu biberi gibi gördükleri bela ve musibetlerin bulunmaması halinde dünyaya kıl kadar kıymet vermezler ve bu gibi lezzetlerden mahrum olan dünyayı abes olarak görürlerdi.
Allah dostları hem bu dünyada hem öte dünyada mutludurlar. Bu dünyadaki mutlulukları öte dünyadaki mutluluklarına engel değildir. Öte dünyanın mutluluğuna mâni olan mutluluk, sıradan insanlarda bulunan mutluluktur ki bu husus konumuzun dışındadır.
Allahım! Dostlarına şaşıyorum! Diğerleri için ıstırap sebebi olan şeyler onlarda mutluluk kaynağına, başkalarına zahmet olan şeyler onlarda rahmete dönüşmektedir. Cümle âlem nimete gülüp, sıkıntıya ağlar. Onlar ise hem nimete hem de belalara gülümser. Onların gözü şu ya da bu, iyi ya da kötü işleri aşmış, işlerin gerçek fâili olan Mutlak Güzel’e odaklanmışlardır. İşleri, yapandan ötürü sever ve mutluluk kaynağı görürler. Hüzün ya da neşe, Yaratıcı’nın iradesi doğrultusunda âlemde meydana gelen her şeyden mutluluk duyarlar.
Allahım! Bu ne keramettir ki, bu gizli ve fakat yüce nimeti başkalarının gözlerinden gizleyerek dostlarına bağışladın. Onları her daim iradene râm ettin. Hoşnutsuzluk mefhumunu yüreklerinden kazıyıp başkalarının nasibi kıldın. Başkalarının gözünde kusur sayılan şeyleri bu yüce zümre için güzellik ve yetkinlik sebebi eyledin. Kendi arzularının meydana gelmemesini yine kendileri için biricik arzu kıldın. Başkalarının aksine bu dünyadaki huzur ve neşelerini öte dünyadaki neşelerinin artması için birer vesile yaptın.
“Bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Cuma 4)
Üçüncüsü: Bu dünya imtihan dünyasıdır. Bu dünyada hak ile bâtıl bir yere kadar iç içedir; haklı ile haksız birbirine karışmıştır. Eğer bela ve sıkıntılar Allah dostlarına değil de Allah düşmanlarına verilmiş olsaydı, bu durumda Allah dostlarıyla Allah düşmanları birbirlerinden ayrılmaz; imtihan ve seçme özgürlüğünün altında yatan hikmetin bir anlamı kalmazdı. Bu durum, dünya ve âhiret saadetinin sebebi olan gayba iman ilkesine aykırıdır. Şu ayet-i kerimeler bu manaya işaret etmektedir.
“Onlar gayba iman ederler...” (Bakara 3)
“Bu Allah’ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir.” (Hadîd 25)
Allah Teâlâ, dostlarını dışarıdan bela gibi görünen bir kısım sıkıntılara müptelâ kılarak düşmanların gözüne toprak serpmiş ve böylece imtihan sırrını tamamlamıştır. Bunun sonucu olarak hem dostları bela içinde huzuru bulmuş hem de düşmanlarının basireti kapanarak hüsrana uğramıştır. Yüce Allah onunla çoklarını saptırırken, çoklarını da hidayete erdirir.
Allah’ın peygamberlerle olan muamelesi de böyledir; bir gün onlara zafer verirken başka bir gün diğerlerine zafer vermiştir. Bedir’de Müslümanlar gâlip olurken, Uhud’da kâfirler gâlip gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk’ın şu buyruğu bu gerçeğe işaret eder niteliktedir:
“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz). Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân 140)
Dördüncüsü: Hak Sübhânehû her şeye kâdirdir. O dostlarına hem dünya hem âhiret nimetlerini tattırmaya muktedirdir; fakat bu durum O’nun hikmet ve âdetine terstir. Hak Sübhânehû sonsuz kudretini hikmet ve âdetiyle örtmeyi ve görünen sebepleri Cenâb-ı Âlileri’ne perde yapmayı sever. Dünya ile âhiret arasında bulunan zıtlık ilişkisi gereği Allah dostlarının dünya sıkıntılarına maruz kalması kaçınılmaz bir durumdur. Allah dostları bu merhaleyi atlatmak suretiyle ancak âhiretin nimetlerinden afiyetle faydalanırlar.
Dünyada bela ve musibetin sebebi her ne kadar günah işlemekse de belaların hakikatte günahlara kefaret olduğunu, dünyada çektiğimiz çilelerin işlediğimiz kötülüklerin karanlıklarını giderdiğini unutmamalıdır. İşledikleri günahlara kefaret olması bakımından Allah’ın lütfu evliyaya bela suretinde tecelli etmiştir. Yalnız burada Allah dostlarının günahıyla Allah düşmanlarının günahlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Herhalde şu sözü işitmiş olmalısın:
“Ebrârın (iyi kimselerin) iyilikleri mukarreblerin (Allah’a yakın olanların) kötülükleri gibidir.”
Allah dostlarından sâdır olan günahlar, daha çok unutma ve yanılma gibi beşerî arızalardan kaynaklanan, arkasında azgınlık ve ısrar bulunmayan günahlar olup, bunlar diğer insanların günahlarından farklıdır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun biz, daha önce de Âdem’e (o ağaçtan yememesini) emretmiştik. Ama o unuttu. Onda bir azim (ve sebat) bulmadık.” (Tâhâ 115)
Dünyada çekilen eza ve cefanın fazla miktarda bulunması, sıkça günah işlemekten daha çok günahların kefaretine işaret etmektedir. Günahları silinip Rablerinin huzuruna arınmış biçimde çıkmaları ve âhiretin zorluklarından kurtulmaları için en çok belaya maruz kalan yine velîlerdir.