Yolcu ve Yolculuk
Bir kişi ihtiyacı olmasa dahi gezerek yeni bilgiler ve tecrübeler edinebilir. Böylelikle dinî ve dünyevî hayata dair bilgileri zenginleşir, kendisine ve etrafına bakış açısı değişir, farklı şekillerde değerlendirme imkânı bulur.
Eskiden yolculuklar bugüne göre çok daha zordu. Dolayısıyla uzak yerlere seyahatler ancak ihtiyaç sebebiyle; mesela ilim öğrenmek, hac ve umre gibi ibadetler, âlim ve sâlih zatları ziyaret, manevi terbiye görmek, ticaret ve rızık temini gibi amaçlarla yapılıyordu. Bugünkü gibi sırf gezmek için ancak zenginler seyahat yapabiliyordu. Nitekim bazı müminler bu şekilde şehirler arasında gezip tozan zengin müşrikleri kastedip:
– Allah düşmanları refah içinde yaşıyorlar, biz ise açlıktan ve takatsizlikten ölüyoruz, deyince;
– “İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyar diyar dolaşmaları sakın seni yanıltmasın. Az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir.” ayet-i kerimeleri nazil olmuştu.
(Âl-i İmrân 196-197)
Bugün ise yolculuk imkânlarının kolaylaşması, turizm amaçlı yolculuklar yapmayı sağlamaktadır. Neticede, eskiden olduğu gibi yolculuk bugün de önemini korumaktadır. Günümüz yolculuklarında da dönememe ihtimali vardır. Eski yolculuklarda insanlar hastalıklar, eşkıya baskınları, tabii afetler gibi sebeplerle canlarını ve mallarını kaybederken bugün ise trafik kazaları yüzünden aynı akıbete uğramaktadır.
Bu yazımızda makbul ve meşru seyahatlere ve bunlar ile ilgili çeşitli usul, âdap ve hükümlere değineceğiz.
Yolculuk için meşru gayeler
Yaptığı her işte olduğu gibi insanın seyahat için de ilâhî rızaya uygun bir niyet taşıması gerekir. Çünkü yapılan her amel/iş gibi çıkılan yolculuğun ve bu yolculukta yapılanların da hesabı olacaktır. Meşru ve makbul amaçlarla yapılan yolculukları aşağıdaki gibi sıralayıp, “Hangi amaçlarla seyahat edilebilir?” sorusunun cevabını bunlardan bulmak mümkündür:
Farz, sünnet ve nafile ibadetler için yolculuk: Hac, umre gibi ibadetler, dinî mekânları ziyaret için yapılan yolculuklar bu gruba girer. Hz. Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem’in; “Şu üç mescidden başkasına yolculuk edilmez: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ.” (Buhârî, Enbiyâ 8; Müslim, Mesâcid 2), hadis-i şerifini o günkü yolculuk külfetlerini göz önüne alarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Buna göre kişi maddi ve manevi olarak çok külfete girmeyecekse başka yerlerdeki dinî mekânları ziyaret edebilir. Hadis-i şerifte vurgulanan husus ise bu üç mescidi ibadet için ziyaretin, o gün için bile külfetine katlanmaya değecek kadar faziletli olduğudur.
Dinî hizmetler için yolculuk: Başta cihad olmak üzere gerek bizzat İslâm’ı tebliğ gerekse öğretme, terbiye, irşad gibi dinî hizmetler için yapılacak yolculuklar böyledir. Bu türlü seyahatlerin en meşhurlarından biri, doğuya ve batıya giden Hz. Zülkarneyn aleyhisselamın yolculuğudur. İbadet niyeti ile yapılacak bu tür yolculuklarda niyetin halis olmasına daha da özen göstermek gerekir. Bu tür yolculuklar yapılacak hizmete duyulan ihtiyaca göre farz, sünnet veya nafile hükmünde olabilir.
Akraba ve dost ziyareti için yolculuk: Özellikle çalışmak için doğduğu yerden bir başka yere gitmek zorunda kalanlar, uygun zamanlarında memleketlerine gidip akrabalarını, tanıdıklarını ziyaret ederler ki bu dinen de gerekli bir davranıştır. Akraba ziyareti ile ilgili bazı hadis-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur:
“Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa misafirine ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, akraba ilişkilerini sürdürsün.” (Buhârî, Edeb 85)
“İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Gerçek akraba ziyareti, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.” (Buhârî, Edeb 15)
“Rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen kimse akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhârî, Edeb 12)
Âlimlerimiz, yapılan dua, ameller ve sadaka ile aslında insan için takdir edilen rızık ve ömürde bir artma veya eksilme olmadığını, bu ifade ile kastedilenin kişinin rızkının ve yaşadığı yılların bereketinin artması olduğunu söylemişlerdir.
Rızık temini için yolculuk: Rabbimiz, Kuran-ı Mübin’de kullarına rızık temini için yolculuğu mübah kıldığını haber vermektedir. Örnek olarak şu ayette biz kullarına yeryüzünde dolaşıp, çalışıp yiyip içmemizi ama O’na döneceğimizi de hatırımızda tutmamızı istemiştir: “Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Üzerinde dolaşınız ve Allah’ın rızkından yiyip içiniz; (ama unutmayınız ki) dönüş yalnız Allah’adır.” (Mülk 15)
Rızık temini için çalışmanın başında ticaret gelir. Hz. Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem de toplumun ihtiyacı olan gıda maddeleri gibi şeyleri şehir dışından getirip piyasa fiyatından satanları övmüştür: “Şehre uzak yerden mal getiren tüccar rızıklandırılmış, karaborsacı ise lânetlenmiştir.” (İbn Mâce, Ticârât 6)
İbret almak için yolculuk: İbret almak için seyahat ya geçmişte yaşamış topluluklardan bugüne kalanlara bakarak veya tabiatın mevcut hali müşahede edilerek yapılır. Her iki durum da tavsiye edilmiştir; usulüne uygun yapılırsa insanın dinine fayda verir.
Tarihî mekanları gezmek için yolculuk: Yeryüzünde hiçbir şey baki değildir. Nice toplulukların lüks ve refah içindeki hayatları gözlerini boyamış, fakat hep sürecek zannettikleri düzenleri yıkılıp gitmiştir. Rabbimiz bu gerçeğe işaret ederek, özellikle de kendisine isyan edenleri kastederek, bu toplumların kalıntılarına ibret nazarıyla bakılmasını istemiştir.
“Yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah’ın ayetlerini) yalan sayanların akıbetine ne olmuş, görün!”
(En’âm 11)
Bu tür ibretlik yerlere gidilebilir. Fakat azap ile helak edilmiş yerlerden geçerken ilâhî lânetten ve uğursuzluktan etkilenmemek için hüzünlü olmak, oyalanmamak ve oradaki yiyecek içeceklerden yararlanmamak gerekir.
Nitekim Efendimiz sallahu aleyhi vesellem, Sâlih aleyhisselamın mucizesi ile gönderilen deveyi kestikleri için helak edilen Semud kavminin topraklarından geçerken cübbesini başına örterek oyalanmadan geçmiş ve ashabına da ağlamaklı olmalarını, oranın suyunu da kullanmamalarını emretmiştir. (Buhârî, Enbiya 17; Ahmed b. Hanbel Müsned II, 58)
Tabiatı gezmek: Kur’an-ı Kerim’de gökler, yerler ve dünyadan, bunların yaratılışından, düzenlerinden bahseden, sayısı binin üzerindeki ayetlere kevnî veya tekvînî ayet denir. Kevnî ayetlere şu ayeti örnek gösterebiliriz: “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) âhiret hayatını da yaratacaktır. Allah gerçekten her şeye kâdirdir.”
(Ankebût 20)
Bu ayette tabiatı gözlemleyerek ibret alınabileceğine işaret edilmektedir. Bu gözlem herkes tarafından yüzeysel olarak yapılabileceği gibi bilimsel araştırmalarla daha detaylı bilgilere erişmek şeklinde de olabilir.
İlim için seyahat: Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa aleyhisselamın “ledün ilmi” için Hz. Hızır aleyhisselam ile yolculuğundan bahsetmiş (Kehf 60-82), Hz. Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem de muhtelif hadislerinde ilim öğrenmek için yolculuğu teşvik etmiştir:
“İlim tahsili için evinden çıkan kimse evine dönünceye kadar zamanını Allah yolunda harcamış sayılır.” (İbn Mâce, Cihâd 13; Tirmizî, İlim 2)
“İlim tahsili için yola çıkanlara Allah cennetin yollarından birini bulmayı kolaylaştırır.”
(Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvud, İlim 1)
İslâm’ın ilk asırlarında ilim öğrenmek ve öğretmek için çok yolculuklar yapılmıştır. Sahabe-i Kiram, fetihler sebebiyle çeşitli ülkelere İslâm’ı tebliğ ve öğretmek için yayıldığından, özellikle sahabilerden hadis öğrenmek için yapılan seyahatlere “rıhle” denilmiştir. İslâm âlimleri rıhlelerle hem ilim öğrenmişler hem de başka yerlere taşınmışlardır. Bazı âlimler ise çeşitli ilimleri öğrenmenin yanı sıra coğrafî ve sosyal gözlemler yapmak, gibi amaçlarla seyahatler yapmışlar ve seyahatnâmeler yazmışlardır. Bu seyahatnâmelerde gidilen yerlerdeki İslâmî ilimler, hocalar, ilmi eserler, ülkelerin örf ve adetleri hakkında bilgiler verilmektedir. Bunlardan İbn Battûta (v. 1368) ve Evliya Çelebi (v. 1684) ilk akla gelen isimlerdir.
İlim tahsili için başka beldelerdeki hocalardan ders almak âlimlerimizin usulündendir. Bir hadisi öğrenmek için Medine’den Mısır’a gitmiş, ileri yaşlarında da İstanbul’un fethi için cihada çıkıp İstanbul’da şehit olmuş Hz. Ebû Eyyûb el- Ensârî’nin şu sözü bu hususta rehber edinilecek bir prensip içerir: “İlminin artmasını, anlayışının derinleşmesini arzu eden, kendi kavim ve kabilesinden uzaklaşıp yabancılarla beraberliğe katlansın.”
Diğer taraftan eski ümmetlerdeki ruhbanlar gibi insanlardan uzaklaşarak amaçsızca oradan oraya seyahatin İslâm’da yeri yoktur. Efendimiz sallahu aleyhi vesellem böyle seyahate çıkmak isteyen sahabisine izin vermemiş ve; “Ümmetimin seyahati, Allah yolunda cihada gitmesidir” buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Cihâd 6)
Seyahat adabı ve yolculuğa dair sünnetler
Genellikle cihad sebebiyle pek çok yolculuk yapan Hz. Resûlullah sallahu aleyhi vesellemin yolculuktaki sünnetlerine dair hayli malumat bulunmaktadır. Bunların yanı sıra yolculukta da geçerli olan bazı genel esaslar vardır. Bu özel rivayetleri ve genel esasları değerlendirerek seyahat adabı ile ilgili şunları söylemek mümkündür:
Oyalanmamak: Seyahatin planlı olması gerekir. Efendimiz sallahu aleyhi vesellem; “Yolculuk yeme içmeyi, uykuyu engelleyen bir çeşit sıkıntıdır. Bu sebeple yolcu işini bitirdiğinde bir an önce evine dönsün” buyurmuştur. (Buhârî, Umre 19) “Yolcu yolunda gerek” atasözü, gerek yolculuğa çıkacak gerekse yola çıkmış bulunan kişi için oyalanmadan hareket etmesi gerektiğini anlatır. Çünkü gecikmek yolculuğun uzamasına, yolcunun can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesine sebep olur.
Sadaka vermek: Yolculuk eski devirlerdeki kadar riskli olmasa da günümüzde de özellikle trafik kazaları yüzünden can ve mal kaybına uğrama tehlikesi vardır. Aslında yolculuğa çıkarken sadaka vermeye dair bir sünnet rivayet edilmemiştir. Ancak sadakanın belanın önüne geçtiğine ve kötü ölümü engellediğine dair hadislerden (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3/195; Tirmizî, Zekât 28) çıkan sonuca göre hareket edilirse yolculuğa çıkmadan önce veya yolculukta fakirlere sadaka verilmesi tavsiye olunur.
Sadaka ile ilgili şu hadis-i şerif de dikkat çekicidir: “Fakire verilen sadaka tek sadaka sayılır. Akrabaya verilmişse iki sadaka sayılır. İlki (normal) sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da (ayrıca) sadaka sayılır.” (Tirmizî, Zekât 26) Büyük bir âlim ve sâlih bir zât olan İmam Nevevî hazretlerinin, âlim ve velîleri ziyarete gittiğinde, ziyaret ettiği zâtlarda kusur görmekten ve bu yüzden istifade edememekten korktuğu için sadaka verdiği anlatılır. (Dilaver Selvi, Ziyaret Edepleri, 86)
İsraftan kaçınmak: Özellikle gezme amaçlı yolculuklarda israf yapmamaya dikkat edilmelidir. Bugün hem ülkemizde hem de dünyanın çeşitli yerlerinde maddi yardıma muhtaç sayısız mümin varken keyfî seyahatler için bol para harcamak israftır. Ayrıca hem turizmde pahalılıktan şikâyet etmek hem de böyle yerlerden alışveriş yapmak mantıklı bir davranış değildir. Bu hataya düşmek istemeyen kişi gideceği yer hakkında daha önce gidenlerden ve internet üzerinden araştırma yapabilir.
Yolculuk hakkında istihare ve istişare etmek: Her önemli işte olduğu gibi yapılması tercihe bağlı önemli yolculuklar için istihare ve istişare etmek de sünnettir. İstihare, Allah Teâlâ’ya adeta danışarak ondan hayırlı olanı istemek, istişare de o işten anlayanlarla işin yapılıp yapılmaması ve yapılacaksa nasıl yapılması gerektiği hususlarında fikir alışverişinde bulunmaktır.
Efendimiz sallalllahu aleyhi vesellemin yolculuklarındaki sünnetleri ile ilgili olarak şunlar nakledilmiştir:
• Yolculuğa genellikle Perşembe günü çıkardı.
• Yolculuğa çıkarken ve döndüğünde iki rekât namaz (sefer namazı) kılardı.
• Binek sahibinin öne (bugün için sürücü koltuğuna) oturmasını isterdi.
• Erken yola çıkmayı;
• Yolculuktan gelenin ufak da olsa bir hediye vermesini;
• Tek başına veya iki kişi olarak yolculuğa çıkmamayı;
• Yolcular en az üç kişi ise bir başkan seçmelerini;
• Yol arkadaşlarının birbirleri ile yardımlaşmasını;
• Haber vermeden ve ansızın eve dönüş yapmamayı tavsiye ederdi.
• Misvak, tarak gibi ihtiyaç duyulan eşyalarını yanına alırdı.
Dualar: Allah Resûlü sallahu aleyhi vesellem bineğine bindikten sonra üç tekbir getirir ve şu duaları yapardı: “Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz; yoksa biz buna güç yetiremezdik. Biz şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz. Allahım! Biz, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve takva, bir de hoşnut olacağın ameller işlemeyi nasip etmeni dileriz. Allahım! Bu yolculuğumuzu kolaylaştır ve uzaklığını yakın et! Allahım! Seferde yardımcı, gerideki çoluk çocuğu koruyucu sensin. Allahım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım.”
Dönüşte ise şunu ilave ederdi: “Tevbe ederek, kulluk ederek, hamd ederek Rabbimiz’e dönüyoruz.”
(Müslim, Hac 425; Tirmizî, Deavât 45-46)
Ashabına yolculukta yokuş yukarı giderken tekbir (Allahu ekber), inişlerde tesbih yapmalarını (sübhanallah demek) söylerdi. (Buhârî, Cihâd ve Siyer 130). Ayrıca seferde Kâfirûn, Nasr, İhlâs, Felâk ve Nas surelerini okumayı tavsiye etmiştir. (Ebû Ya’lâ, Müsned, 7419) Bunlara ilaveten Fâtiha, Âyetü’l-Kürsî ve salât ü selamlar da okunabilir.
Konaklama veya varış yerine gelince şöyle dua ederdi: “Yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel kelimelerine sığınırım.” (Müslim, Zikir 54, 55) Ve; “Allahım! senden bu yerin iyiliğini ve buranın insanlarının hayırlarını diliyor; onun kötülüğünden ve insanlarının kötülüğünden ve buradaki şeylerin şerrinden sana sığınıyoruz!” Yolculuğa çıkanlara şu şekilde dua ederdi: “Senin dinini (dindarlığını), (geride bıraktığın) emanetini ve işlerinin sonunu Allah’a emanet ederim.” (Ebû Dâvud, Cihad 73)
Yolculukla ilgili başka birçok sünnetler, zikirler ve dualar vardır. Bunlar için başta İmam Gazâlî’nin İhyâ ve İmam Nevevî’nin el-Ezkâr gibi kitaplarının sefer adabı bölümlerine ve konu ile ilgili olarak hazırlanmış müstakil eserlere bakılabilir.
Yolculuktaki
Fıkhî Hükümler
Seferî hükmünde olmak: Hz. Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem, o zamanki şartlara göre yaya yürüyüşü ile üç günde gidilen ve bugünkü ölçülere göre 90 km civarı olduğu tespit edilmiş bütün yolculuklarında dört rekâtlı namazlarını iki rekât olarak kılmıştır. O günkü imkânlarla bu mesafede bir yere üç günde gidilebilirken, bugün bir saatte gitmek mümkün olsa da 90 km ve üzeri yolculuğa çıkanlar seferîlik hükümlerine tâbidirler. Fıkhî hükümler “hikmetler” değil “illetler” üzerine kurulurlar. Seferîlik hükümlerindeki hikmet, kullara yolculuktaki zorlukların hafifletilmesi ve kolaylık sağlanmasıdır. Ancak bu hikmetlerin gerçekleşmesi yaya, atlı, taşıt ile gidenlere göre değişir; kiminin yolculuğu kolay, kimininki zor geçer. Herkes yolculukta aynı zorluğu yaşamaz. Bunun için hikmet hüküm çıkartılırken ölçü alınamaz.
Şer’î hüküm için net ve objektif bir ölçü lazımdır ki bu da mesafedir. Bu sebeple 90 km ve üzeri yolculuğa çıkan herkes sefer ruhsatlarını kullanır. Ayrıca yolculukta problem kişinin sadece 90 km yol alması değildir, insan aynı zamanda evinden bir hayli uzaklaşmıştır ve gittiği yerde evindeki gibi rahat edemez.
90 km ve üzeri mesafede gideceği yerde Hanefî âlimlerine göre 14 gün, Şafiî âlimlerine göre de 3 gün ve daha az kalmaya niyetli olanlar, kalacakları yerlerde seferîdir. İnsan doğduğu veya çalışmak için yerleştiği bir yerden başka bir yere göç ederse artık bu eski yerinde seferî olur. Öte yandan iş, öğrencilik, askerlik gibi sebeplerle uzun süre kalınan yerler ise “ikâmet vatanı” sayılır; kişi ne buralarda ne de ailesinin yanına dönünce seferi olur. Fakat buralara kısa süreliğine geri dönerse; mesela öğrenci sınavları için okulunun bulunduğu yere geri döner ve Hanefî âlimlerine göre 14, Şafiî âlimlerine göre 3 gün ve daha az kalacak ise seferî olur.
Sefer hükümleri yerleşim yerine bitişik evler bitince başlar. Organize sanayi, bağlar ve bahçeler gibi yerler yerleşim yerinden sayılmadığından kişi buralarda artık seferîdir.
Yolculara “ruhsat” denilen çeşitli kolaylıklar tanınmıştır, kişi isterse bu ruhsatlardan yararlanabilir.
Abdest ile ilgili kolaylıklar şunlardır: Yolculukta su bulamayan veya kullanma imkânı olmayanlar toprak veya topraktan çıkan erimeyen ve yanmayan maddeler ile yüz ve kollarını mesh ederek gusül ve abdest yerine teyemmüm edebilirler. Ayağa abdestli olarak giyilen mestlere mesh süresi 72 saate çıkar.
Namaz ile ilgili hükümlerin başında dört rekâtlı farzların iki rekât olarak kılınması gelir. Bu kısaltma Hanefî mezhebine göre vacip, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre caiz, Mâlikî mezhebine göre ise sünnettir. Seferîye Cuma namazı farz değildir; fakat geçerli bir özrü olmadan Cuma vaktinde Cumayı kılmadan yola çıkması tahrimen mekruhtur.
Namaz için kıbleye dönmek hususunda âlimlerimiz sünnet ve nafile namazların binek veya araç üzerinde kılınabileceğini söylerler. Ancak farz namazlar ciddi bir zaruret olmadan araçta kılınamaz. Sünnet ve nafile namazlar imkân varsa kılınır, fakat kişi zorlanacaksa kılması gerekli değildir. Sabah namazının sünneti seferde terk edilmemelidir. Hadis-i şerifte “Düşman atlısı kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terk etmeyin” buyurulmuştur.
(Ebû Dâvud, 2/301)
Kadınların erkeklere göre emniyete daha çok ihtiyaç duymaları sebebiyle seyahat edebilmeleri için yanlarında eşleri veya güvenilir mahrem (nikah düşmeyen) erkek akrabaları bulunması gerekir. Hadis-i şeriflerde kadının yanında eşi veya mahremi olmadan bir, iki veya üç günlük ve daha fazla mesafedeki yolculuğa çıkmasının helal olmadığı belirtilmiştir. Bazı âlimler güvenlik olması durumunda hac gibi zaruri yolculuklar için kadınların grup halinde yolculuklarına cevaz vermişlerdir.