Aramak

İbrahim İmamoğlu

Hakk’a karşı kibrin vücut bulmuş hali:

VELİD B. MUĞÎRE

Kur’an-ı Kerim, müminlere yol gösterirken iyi örneklerden bahsettiği gibi bazen de doğruyu yanlışla örnekleyerek anlatır.

Bu sebeple zaman zaman olumsuz karakterlerden bahseder. Çünkü hakikat bazen zıddından bahsedince ortaya çıkar. Mesela Hz. Musa aleyhisselam ve tebliğ ettiği tevhid hakikatinin karşısında Firavun, Hz. İbrahim aleyhisselamın karşısında Nemrut anlatılır. 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ve tebliğ ettiği hakikatlerin karşısında duranlar da Mekkî surelerde çok sert ifadelerle anlatılmıştır. Velid b. Muğîre de bunlardan biridir. 

O İslâm’ın ve getirdiği yüce değerlerin tam zıddı bir karakterdir. Onun söyledikleri ve tutumları anlaşılırsa İslâm’ın istemediği şeyleri daha doğru anlama imkânı ortaya çıkacaktır.

Müddessir suresi Kur’an-ı Kerim’in ilk nâzil olan surelerindendir. 11-30. ayetlerin Velid b. Muğîre hakkında nâzil olduğu konusunda müfessirlerin görüş birliği vardır. Surenin geneline baktığımızda da ayetlerin büyük çoğunluğunun bu kıskanç, muhteris, inatçı ve alaycı kişiyi doğrudan tanımlayan ifadeler içerdiğini görürüz. 

Esasen bu ayetler onun şahsında aynı karakteristik özellikleri taşıyan kişiler hakkındadır. Nitekim ayet-i kerimedeki anlatımlar canlı bir şekilde devamlılığını korumaktadır. Somut olarak yapılan bu tasvirler kıyamete kadar devam edecek olan bu insan tipolojisini tasvir etmektedir. 

Allah Teâlâ mealen şöyle buyuruyor:

“Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak!” (Müddessir 11-14)

Bu ayetlerin indiği dönemde Velid b. Muğîre, Kureyş’in ileri gelenleri arasındadır. Mahzumoğulları kabilesinden olan Velid, fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Fakat daha sonra rivayetlere göre 120 bin dinar (yaklaşık 510 kg) altın ve Taif’te büyük bahçeler edinecek kadar zengin biri olmuştur. 

Ayette geçen “uzayıp giden” kelimesini Hz. Ömer radıyallahu anhu, “her ay geliri olan mallar” şeklinde tefsir etmiştir. İbn Abbas radıyallahu anhu, Velid b. Muğîre’nin “Mekke’den başlayıp Taif’e kadar uzanan deve, at ve koyun sürüleri, Taif’te bulunan geniş bağ bahçe, sulak araziler ve yüklü altınlarını saymaya başlayınca uzayıp giden mallar” şeklinde tefsir etmiştir. (Râzî, 25/30)

Ayette bulunan “tek olarak” kelimesi, aynı zamanda “Velid’in Araplar arasında aklıyla, sahip olduğu meziyetlerle tek olduğunu” iddiasına göndermedir. Bu ayete göre tersinden bir yalnızlık söz konusudur. Onun dünyaya gelirken tek olduğunu, çocukken hiçbir şeyi bilmediğini, övündüğü şeylerin kendisine bir lütuf olarak sonradan verildiğini ve öldükten sonra hesap vaktinde yine yalnız olacağını vurgulamak için bu kelime kullanılmıştır. 

Yine ayetteki “göz önünde duran oğullar” kelimesi; toplumda itibar sahibi, her an yanında olan ve onların varlığıyla gurur duyduğu on erkek evlat şeklinde tefsir edilmiştir. (İbn Kesîr, 8/265) 

“Göz önünde duran oğullar” ifadesi aynı zamanda “çalışmak için başka yerlere gitmek zorunda kalmayan, meclislerde babalarının daima yanında hazır olan ve önemli kararlarda onların görüşlerine başvurulan çocuklar” demektir. (Yazır, 6/91) 

“İslâm’ın kılıcı” olarak bilinen Halid b. Velid radıyallahu anhu da Velid’in oğullarından biridir. 

‘Ne kazanırım’ hesapçılığı

Müddessir suresinin 18-20. ayetleri mealen şöyledir:

“O düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca nasıl ölçtü biçti! Yine canı çıksın, nasıl ölçtü biçti!” 

Bu ayetlerde Velid b. Muğîre’nin tutum ve davranışlarının açık bir şekilde ifade ediliyor olması onun psikolojik durumunu ortaya koymak içindir. Velid b. Muğîre, imanla ilgili kendisine yapılan teklifte “Ben bundan ne kazanırım?” düşüncesiyle kâr-zarar hesabına girişmiştir. İmanı dünyevî menfaatle ölçmeye kalkmıştır. O yüzden yaptığı hesap Kur’an-ı Kerim tarafından aşağılanmıştır. 

Başka bir açıdan, kazandığı malı onu mahkûm etmiş ve kazandıklarının kölesi haline gelmiştir. Dünyada kazandığını âhiret nimetleriyle değiştirme cesareti gösterememiştir. Nitekim çevresinde zenginliği ve ailesi sayesinde büyük itibar gören Velid b. Muğîre; “dengi olmayan” anlamındaki “el-vahid” ünvanıyla anılır olmuştur. Sahip olduğu şan, şöhret ve zenginlik onun ilâhî hakikate ulaşmasındaki engeli olmuştur. 

Ayette geçen “fekkere: düşündü” kelimesi fikir kelimesinden türemiştir. Fikir, bilinene giden yolda yürüme kabiliyeti demektir. Tefekkür de bu kabiliyeti akıl ölçeğinde kullanabilmektir. (el-İsfehânî, 659) 

Ayette onun için tefekkür etme fiilinin kullanılması, ilâhî teklifin ve hakikatin ne olduğunu gayet iyi bildiğini ve ona ulaşma konusunda aklını kullanabildiğini göstermektedir. Ancak kibri ve inatçılığı, apaçık olan hakikati görmesine engel olmuştur. 

Velid b. Muğîre cahiliye döneminin bir karakteri olarak karşımıza çıkmaktadır. Cahillik bu bağlamda bilgisizlik değil, hakikate giden yolda kibri ve inadı yüzünden aklını kullanamama durumudur. 

Ayette geçen “kaddera: ölçüp biçti” kelimesiyle kudret ve kader kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Türkçeye “bir kanaate varmak, birisini davranış ve sözleri sebebiyle beğenmek, takdir etmek” olarak geçmiştir. Buna göre anlam şöyledir: 

“Velid b. Muğîre düşündü, hesap yaptı ve bir kanaate vardı. Küçük çıkarları içerisinde bir hükme ulaştı.” 

İtirafa rağmen ret

Velid b. Muğire, kendisine kazandıracağı bir maddi menfaati olmadığı için Allah’ın Kelâmı’na sihir ve insan uydurması iftirasını atmıştır. Esasen Kur’an’ın ayetlerinin Allah kelâmı olduğunu çok iyi bilmekteydi. Nitekim bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Kâbe’de kendisine ayetler okuyunca etrafındakilere; “Allah’a yemin olsun ki aranızda şiiri benden daha iyi bilen kimse yok. O’nun sözleri ne insan ne de cin sözüne benziyor. Sözlerinde bir tatlılık ve güzellik var. Kendinden düşük sözü yok eder. Onun üstünde de başka bir söz yoktur” itirafında bulunmuştur. 

Ancak Ebu Cehil’in “halk senin o sözlerden nefretini görmek istiyor” deyince insanlar nezdindeki itibarını kaybedeceğini düşünerek “bu sözler insanı etkisi altına alan bir sihirdir” demiştir. (Taberî, 24/24)

Ayet-i kerimelerde onun bu hali, Hak ve hakikate karşı kibirlenen benzerlerini de kapsamak üzere şöyle tasvir edilmiş ve akıbeti haber verilmiştir:

“Sonra baktı. Sonra surat astı, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve kibirlendi. Şöyle dedi: Bu sadece öncekilerden nakledilen bir büyüdür. Bu yalnızca bir insan sözüdür.”

“İşte ben onu Sekar’a sokacağım. Sekar’ın ne olduğunu bilir misin? Bırakmayan, terk etmeyen bir ateştir. İnsanın derisini kavurur; orada on dokuz bekçi vardır.” (Müddessir 21-30)

Velid b. Mugîre karakterine karşılık bir de vahyin indiği dönemde kendi toplumunda köle olarak muamele gören Bilal-i Habeşi bulunmaktadır. O hiçbir şeyi olmayan hatta hürriyeti dahi elinden alınmış biridir. Fakat Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin getirdiği ilâhî teklife teslim olmuş ve asla inandığı tevhidden taviz vermemiştir. Bilal-i Habeşî radıyallahu anhu bütün zor zamanlarda Hz. Peygamber’in daima yanında olmuştur. 

Hz. Bilal radıyallahu anhu, künyesindeki “Habeşî” ifadesinden anlaşılacağı üzere Habeşistanlı, yani Afrikalıdır. Müslüman olduğunu ilk defa açıkça söyleyen yedi kişiden biridir. Müslümanlığını açık ettikten sonra birçok işkenceye maruz kalmıştır. Güneşin en tepede olduğu sırada çölün kızgın kumlarına yatırılıp göğsüne büyük bir kaya parçası konulmasına rağmen imanından vazgeçmemiş ve Mekke’nin büyük putları olan Lat ve Uzza’ya tapmayı reddetmiştir. Ebu Cehil tarafından bu işkenceye defalarca maruz bırakılmıştır. Fakat o hep “Ahad: O birdir” sözünü tekrarlamıştır.

Hz. Bilal, daha sonra Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu tarafından parası ödenerek azat edilmiştir. Hz. Ömer radıyallahu anhu, Hz. Ebu Bekir hakkında: “O efendimizdir. (Bilal radıyallahu anhuyu kastederek) efendimizin de efendisidir.” demiştir.
(Buhârî, Fedâilu’s-Sahabe 23) 

Hz. Bilal İslâm’ın ilk müezzinidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemle birlikte bütün gazalara katılmış ve Mekke’nin fethinde Kâbe’ye çıkarak orada ilk ezanı okumuştur. 

Burada sorulması gereken soru şudur: Kim daha hürdür? Kazandığı maddiyatın kölesi olan mı, yoksa yaşadığı toplumda köle olarak muamele görse de iman etmekle ruhunu hürriyetine kavuşturan mı? 

Faydalanılan Kaynaklar

Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail. el-Câmi’u’s-Sagîr. nşr. Muhammed Züheyr b. Nasr. B.y.: Dâru Tavki’n-Necât, 1422/2001.

Edip, Eşref. Büyük İslâm Tarihi Asrı Saadet. İst: Sebilurreşat Neşriyat, 1969. 

Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Gayb, Beyrut: Dar İhya et-Turâs el-Arabi, 1320.

İbn-i Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer. Tefsiru İbn-i Kesîr. B.y: Dar et-Taybe, 1990.

İsfehânî, Ebu’l-Kasım el-Hüseyin b. Muhammet er-Ragıb. el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut: Daru’ş-Şâmiyye, 1412. 

Muhammet Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst: Yazma Eserler Kurumu, 2023.

et-Taberî, İbn-i Cerir. Câmiu’l-Beyan an Tevil-i Âyi’l-Kur’ân. Mekke: Daru’t-Terbiye ve’t-Turâs, ty.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy