Ansızın Yola Çıkmak
Hayat tarlalar gibi. Hayat bahçeler gibi. Su verildiğinde yukarıdan aşağı doğru akar ve toprağa karışır. Sırası ile yol bulduğu bütün bahçeleri, tarlaları sular, ziyaret eder. Suyla buluşan toprak bereketlenir, bitkiler büyür, ağaçlar çiçeklenip meyve verir.
Hayatlarımız bereketlensin diye biz neyi bekliyoruz? Bize çiçek açtıracak, olgunlaştıracak, bereketlendirecek şey nedir? Hangi tecrübe bizi yeni bir yolculuğa hazırlayacak?
Ansızın çıkılan yolculuklar bile, bilmediğimiz bir hazırlığın sonrasındadır. Vakit geldiğinde hazır olmadığımızı düşünmenin faydası yok. O ana kadar bilerek, bilmeyerek ne hazırladıysak onunla yola çıkacağız.
Kalbin Yeri
Geride bırakamadığımız şeyleri düşünelim. Kimseye emanet edemediğimiz, biz olmazsak per perişan olacak şeyleri düşünelim. Bir yol boyunca uzanan tarlaları, o tarlaların ilerisinde ağaçları, tepeleri, üstümüzde mavi göğü, beyaz bulutları...
Bu manzarayı sıkıcı, boğucu yapan şey bizim iç huzurumuzdur. Kalbimizde muhabbet varsa, en tedirgin edici ortam bile gözümüze gözükmez. Ama dünya bizi esir aldıysa, tedirginsek, yaptığımız şeylerin bir faydası olmayacakmış gibi geliyorsa, bize cennet bile gösterilse büyük bir hiçliğin içinde toz zerresi gibi sürükleniriz.
Kalbine ne koyuyorsun? Kalbinin sahibi kim? Kalbinin odaları var mı? Kalbin kaç artı bir? Kalbin yuva mı ofis mi? Kalbin bir kentsel dönüşüm projesi mi? Kalbinin duası var mı? Kalbinden çıkartıp atamadıkların kim? Kalbin ne istiyor? Kalbini dinliyor musun?
Susan Kazanır
Dinlemek ve susmak... İnsan kendisine kostüm seçecek olsa, en güzellerinden biri susmak olurdu. Daha güzeli dinlemek olurdu. Kendinizi susmak denen kumaştan bir elbise ile hayal edin. Dinlemek denen örtünün bürüdüğü o yüz ile gözlerle hayal edin.
Bütün beden diliniz, hareketleriniz, mimikleriniz dinlemek denen iklime bürünmüş, can kulağı ile dinliyorsunuz; bunu hayal edin. Vadinin iki yamacına gerilmiş bir ipin üzerinde yürüyorsunuz ve o gerginliği dinliyorsunuz, hayal edin. Bu kılıçtan keskin yolda dengenizi kaybetmeden bir başkasını dinler gibi kendi halinizi ve kendinizi dinler gibi başkalarının hallerini hissedin.
Seul’de Cuma
Koreli eğitimciye dedik ki:
– Yemek molasında biz Cuma ibadeti için camiye gideceğiz. Sonraki ilk derste burada olacağız.
Adam bize baktı;
– Pazar günü gidersiniz, dedi. Arkadaşım dedi ki:
– Bu pazar günü yapılan bir ibadet değil. Cuma günü öğlen saatinde yapılabiliyor sadece.
Adam “olmaz sizi gönderemem” dedi. Gözlerindeki o müşrik bakışı fark edince, “teşekkür et, salla bunu” dedim arkadaşıma. “Ne yapacağız” dedi adamın ardından. “Bunun âmiri olan kadına söyle, dedim; bizim için çok kıymetli olduğunu anlat.” Kadın arkadaşı dinledi. “Tamam, dedi, gidin. Aç kalacaksanız size yemek ayıralım” dedi nezaketle, teşekkür ettik. Sevinçle taksiye atlayıp caminin adresini verdik. Seul sokaklarında cumaya yetişmek için hızla ilerledik.
Abdestlerimizi alıp camiye geldik. İmam ayakta konuşuyordu. Hutbe üç dilde; Korece, Arapça, İngilizce. İngilizce sırasında cemaatten bir adam imamın sözünü kesti. İmam da cemaatteki kişi de Ortadoğu kökenli. Cemaatte Afrika kökenli, Orta Asya kökenli, Endonezya, Malezya kökenli çok insan var. Herkes durdu bu iki insanın konuşmasına odaklandı. Cemaatten adam diyor ki;
– Neden ben Şiadan bir kızla evlenemiyorum?
İmam diyor ki;
– Evlenirsin!
Adam;
– Hayır, diyor, kızın ailesi vermiyor!
İmam diyor ki;
– Onu bilemem.
Adam diyor ki;
– Benim ailem de itiraz ediyor.
İmam ne desin, bize bakıyor. Devam edecek hutbeye, adam yine sözünü kesiyor. Dedim ki İngilizcesi daha iyi olan arkadaşa; “Kalk ayağa, bu kadar Korelinin içinde Şii kızı nerden buldun, diye sor!” Arkadaş tereddüt ediyor. “O zaman, diyorum, adamı dövelim hutbe devam etsin. Arkadaş ciddi miyim diye yüzüme bakıyor. Ben çok kararlıyım. İçimden, “Kore’de İslâm’ın gelişmemesi için sun’i gündem yapan bir ajan bu, dövsek iyi olur” diyorum. Sonra diyorum ki “Belki âşıktır, meczuptur, az bekle.”
İmam İngilizce hutbeyi kısa kesti ve namaza geçti. Ben adamı bulma niyetiyle etrafa bakınıyordum ki arkadaşım uyardı; hemen bir taksi bulup derse yetişmeliyiz!
Taksi bulduk, dersi kaçıracağız derken, öğrendik ki eğitim biriminin sorumlusu kadın dersi ertelemiş ve serbest zaman ilan etmiş. Kapıda gülümseyerek bizi karşıladı ve ibadetimizi huzur içinde yapıp yapamadığımızı sordu. Teşekkür ettik. Bize bir şey sormak istediğini söyledi. O sırada diğer ülkelerden gelen öğrenciler de etrafımızda toplanmaya başladı. Dedi ki:
– Burada sizden başka Müslüman ülkelerden gelen öğrencilerimiz de var. Siz buradaki eğitim boyunca verdiğimiz partilerde içki içmediniz, onlar içti. Siz domuz eti yemediniz, hatta çorbayı bile geri çevirdiniz, onlar yedi, içti. Siz Cuma ibadetine gittiniz, onlar gitmedi. Bu sırada bize kulak misafiri olan Asyalı öğrencileri kastederek, onlar Müslüman değil mi? deyiverdi.
Onlar da duyuyor. Ne diyelim elin Korelisine! Arkadaşım dedi ki:
– Biz koyu renk Müslümanlarız onlar açık renk Müslüman!
Birer çay aldık, “aç mısın” diye sordu arkadaşım. Cebimden köy ekmeği çıkardım, ikiye bölüp verdim.