Aramak

Ali Yurtgezen

BAZILARIMIZ BAZILARIMIZA
FİTNE KILINDIĞINDA

Dünya imtihan dünyası olduğuna göre, bizi birbirimize düşüren türü de dâhil, fitnelerle sınanmamız kıyamete kadar sürecektir. 

Bize düşen, birer kıvılcım mesabesindeki fitneleri, Müslümanlar arasında tefrikaya, bozgunculuğa, husumete sebep olacak, kin ve nefreti körükleyecek bir yangına dönüştürmekten kaçınmaktır.

Kur’an-ı Kerim’de mealen, “İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da...” (Ankebût 2-3) buyurulmaktadır. Her iki ayet-i kerimede de meallerin daha ziyade “imtihan etmek”, yahut “sınamak” diye karşıladığı fiilin aslı, “fitneden geçirmek, fitneye tâbi tutmak”tır. Başka pek çok ayette de fitne kelimesi ile imtihan kastedilmiştir. 

Fitne, “altın ve gümüş gibi kıymetli madenleri cürufundan ayırıp saflaştırmak için ateşte eritmek” anlamındaki bir fiilden türetilmiştir. Aktardığımız ayetlerde de fitnelerle insanların imanlarındaki samimiyeti ve kulluklarındaki sadakati sınanmakta; sinesi saf olanlarla olmayanların ayrışması böylece gerçekleşmektedir. 

Fitnenin hep bir ateş benzetmesiyle anılması yine kök anlamıyla alâkalıdır. Ateş; yakarak hasar vermeye olduğu kadar hamuru pişirip ekmek eylemeye de vesiledir. Fitneler de hırs ve öfkeyle kişinin kalbini karartabileceği gibi olgunlaşmasını da sağlayabilir. İnsanlar maruz kaldıkları fitneler karşısındaki tutumlarına göre amel defterindeki günah yahut sevap sayılarını artırabilirler.

Fitne deyince sadece olumsuzluklar akla gelmemelidir. Cenâb-ı Mevlâ, Kur’an-ı Kerim’inde, “Sizi, birer fitne olarak şerle de hayırla da deneyip sınarız” buyurur. (Enbiya 35) Yokluk, kıtlık, hastalıklar, musibetler, zulme maruz kalmak, inkârcıların Müslümanlar üzerindeki tahakküm ve tasallutu, şer cinsinden fitnelerdir. Rahatlık, sağlık, servet, mal ve evlat, bol nimet ve imkâna nail olmak da hayır gibi görünen fitneler cümlesindendir. Şer veya hayır, bütün bu haller karşısında kulun tavrı, iman ikrarının hakikatine, kalpteki tasdikinin sıhhatine delalet eder. 

Hadis-i şeriflerde ise ağırlıklı olarak “herc” denilen ve bir toplumda tarafları birbiriyle savaşmaya, birbirlerini katletmeye kadar götüren anlaşmazlık veya ayrışma sebebi fitneler konu edilmiştir. Bugün de fitne denince daha çok Müslümanların birlik ve bütünlüğünü, dayanışma ve kardeşliğini bozan; onları birbirine düşüren eylem ve söylemler akla gelmektedir. 

Fitneler karşısında sabretmek

Dünya imtihan dünyası olduğuna göre bizi birbirimize düşüren türü de dâhil, fitnelerle sınanmamız kıyamete kadar sürecektir. Müslümanlar arasında da anlaşmazlıklar, fikir ayrılıkları, usul, üslup ve meşrep farklılıkları olacaktır. Müslümanlar da yanlış yapabilecek, günah işleyebilecek; hırs, haset ve öfkeye kapılarak Müslüman kardeşlerine zarar verebilecektir. Bunlar Allah Teâlâ’nın imtihan vesilesi kıldığı fitnelerdir. 

Bize düşen, birer kıvılcım mesabesindeki böyle fitneleri, Müslümanlar arasında tefrikaya, bozgunculuğa, husumete sebep olacak; kin ve nefreti körükleyecek bir yangına dönüştürmekten kaçınmaktır. 

Ama bazen biz engellemeye çalışsak da tarihteki örneklerinde rastladığımız üzere bir şekilde devreye giren inkârcılar ve münafıklar, suret-i haktan görünüp yangını sürekli harlamakta yahut bütün tarafları içine alacak ve söndürülemeyecek kadar büyütebilmektedirler. Nefslerinin ve dünyanın esiri olmuş cahil Müslümanların, bu kötü niyetli çevrelerin ayartmasıyla fitne ateşine odun taşımaları ise imtihanımızı daha da zorlaştırmaktadır. 

Müslüman camialarda çoğu zaman kaçınılmaz olarak vuku bulan tabii ayrışmalarda bile böyle bir tehlike vardır. Taraflar, mensubiyetlerini Müslümanlıklarının önüne geçirerek cahiliyye asabiyesine kapılabilmektedir çünkü. Bu asabiye ile sadece kendilerinin doğru ve haklı olduğuna inanmakta, hatta karşı tarafa zulmetmeyi kendileri için bir hak görebilmektedirler. Rabbimiz; “Sizden bazılarınızı bazılarınız için fitne kıldık” diye haber verdiği bu tür durumlarda, “Bakalım sabredecek misiniz?” (Furkan 20) buyurarak bizden sabretmemizi istemektedir. 

Sabır; şartlar ne olursa olsun İslâm’ın ölçülerine riayette ısrar kararlılığıdır. İmanımız neyi nasıl gerektiriyorsa öyle davranmaktır. Hususen “bazılarımız bazılarına fitne kılındığında” Müslümanların kardeşliğini, izzetini, aralarındaki muhabbeti zedeleyecek söz ve davranışlardan sakınabilmektir. Öfkeyi yutabilmek, suizandan ve münakaşadan kaçınmak, her halükârda edebi muhafaza edebilmektir. Kötülüğe iyilikle mukabeledir. Büyüklerin içtihat farklarını tefrika sebebi yapmamak, bilmediğimiz yahut üstümüze vazife olmayan meselelerde görüş beyan etmemektir. 

Nihayet böyle imtihanlara tâbi tutulduğumuzda sabır, fitnenin ayrıştırdığı taraflardan birine mensup olsak dahi fitneye taraf olmamaktır. 

Sabır; şartlar ne olursa olsun İslâm’ın ölçülerine riayette ısrar kararlılığıdır. İmanımız neyi nasıl gerektiriyorsa öyle davranmaktır.

“Fitneden kaçınmak dindendir”

Efendimiz sallallahu aleyhi vessellemin “kişinin dinini koruması” için fitnelerden uzaklaşılmasını ısrarla telkin buyurduğu pek çok hadis-i şerifi vardır. Sahih hadis kaynaklarında “Fiten” (fitneler) bölümüne alınan böyle hadislerin bir kısmı, Buhârî’de olduğu gibi “İman” bölümünde de tekrarlanmıştır. Ulemânın ekseriyeti de vuku bulan ve tefrikaya, fiilî çatışmaya sebep olan bir fitneden kaçmak “dindendir” veya “vaciptir” demişlerdir. 

Mesele mühimdir yani. Zira müminlere hitaben gelen, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an-ı Kerim’e) sarılın ki bölünüp parçalanmayasınız” mealindeki ayeti-i kerime, (Âl-i İmrân 103) bölünüp parçalanmanın vahye tâbi olmaktaki gevşeklikten kaynaklandığına delalet eder. Yahut “Allah ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin” mealindeki ayeti kerimede, (Enfâl 46) birbirimizle çekişip çatışmamıza yol açan asıl sebebin Allah ve Resûlü’ne itaatsizlik olduğu anlatılır. Hulasa, imanın iktizası olarak fitne ortamından kaçıp uzaklaşılmalıdır. 

Lakin, bunu bazı hadis-i şeriflerin lafzında kalarak illa dağlara, ıssız vadilere, sahralara veya evlere çekilmek şeklinde de anlamamalıdır. Esas olan fitne ortamında bulunulsa bile fitneye hiçbir şekilde karışmamak; zihnen, kalben ve fiilen fitne ile ilgilenmemektir. “Fitne zamanında uzanıp yatan oturandan, oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır” hadis-i şerifi, (Müslim, Fiten 13) böyle bir uzaklaşmaya çağırır. 

Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem, bu uzaklaşmanın şartlarını da ifade buyurmuşlardır. Mesela “Sözlerin en yalanıdır” diye niteleyerek suizandan sakındırır bizi. (Müslim, Birr 28) “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun” (Buhârî, Edeb 31) hadisiyle dilimizi tutmayı öğütler. “Kişinin her duyduğunu söyleyip (başkalarına nakletmesi) kendisine günah olarak yeter” (Ebu Davud, Edeb 80) ikazında bulunur. Müslümanlar olarak bizi, “birbirimize haset etmemeye, sırtımızı dönmemeye, kin tutmamaya, birbirimizle alakayı kesmemeye”
(Müslim, Birr 30) çağırır. 

Fitne zamanlarında bozgunculuk yapan, alay ve hakaretlerle tarafları birbirlerine karşı kışkırtan basit, seviyesiz, cahil yahut art niyetli kimselerle uğraşmak yerine, kendimiz ve yakınlarımızla ilgili vazife ve sorumluluklarımıza odaklanmayı salık verir.
(Buhârî, Fiten 13) 

Müslümanlara zarar,
küffâra cüret

Bütün bunlara rağmen fitne ateşi, ondan sakınanları da bulup, hak etmediklerini düşündükleri itham, iftira ve haksızlıklarla canlarını yakabilir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vessellem, maruz kaldıkları böyle saldırılar karşısında öfkelerini yenmekten emin olamayanlara; “Yaylarını kırıp kirişlerini koparmalarını, kılıçlarının ağzını taşlara vurmalarını” tavsiye eder. 

Fitneden kaçıp çekildiği evine kadar gelerek kendisini öldürmek isteyenlere karşı ne yapması gerektiğini soran Sa’d b. Ebî Vakkas radıyallahu anhuya; “Hz. Âdem aleyhisselamın oğlu Hâbil gibi ol!” der. Sonra da ona Hâbil’in Kâbil’e söylediği, Mâide suresinin 28 ve 29. ayetlerinde zikredilen şu mealdeki sözlerini aktarır: 

“Andolsun ki sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben kâinatın Rabbi olan Allah’tan korkarım.” 

Bu nebevî tavsiyeler, “sana kötülük eden Müslüman kardeşine, yaptığının yanlışlığını onu incitmeden güzellikle anlat, vazgeçirmeye çalış ama sen ona kötülük etmeyi, zarar vermeyi düşünme” anlamıyla her dönemde geçerlidir şüphesiz. “Karşındaki sana zulmetmişse sen de ona zulmetmeye kalkışma. O sana yanlış bir davranışta bulunmuşsa aynısını sen de yapma” demektir. 

Zordur ama birlik, dirlik ve huzurumuz için gereklidir. Hele de Efendimiz sallallahu aleyhi vessellemin örnekliğiyle İslâm’ın güzelliğini, itidalini, edep ve ahlâkını kuşanmak üzere bir yola koyulanlar için fitneler karşısındaki mümin duruşu şarttır. 

Aksi bir tutum sergilemeleri, küfür ehlinin küfrünü artıran bir fitneye sebep olmak gibi büyük vebale sokacaktır böylelerini. İslâm ve Müslüman düşmanı inkârcılara; “Bunlar doğru veya hak yolda olsalardı böyle çirkinliklere tevessül etmezlerdi” dedirtip, kendilerinin hakikat üzere oldukları inancını pekiştiren bir fitnedir bu. 

Öyleyse Kur’an-ı Kerim’de öğretildiği üzere, “Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne konusu kılma!” (Mümtehine 5) duasını sık sık tekrarlamalı, tez zamanda icabet bulması için fiilen de üzerimize düşeni yapmalıdır. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy