Aramak

Timur Karahan

Acizlik Ruhumuzu Kuşatmadan

Bugün yüzlerce yıl evvel Ehl-i Beyt’in kanıyla sulanan topraklarda, Filistin’de, Yemen’de, Myanmar’da, Afrika’nın ücra bölgelerinde mümin kanı akmaya devam ediyor. Âlem-i İslâm ise daha kendi içerisindeki zulümleri engelleyemezken zalimlerin katliamına dur bile diyemiyor.

Zulüm yükünü taşımak… İçerisinde bulunduğumuz asrın en büyük problemlerinden biri de bu. İnsanoğlu, sırtına bindirilen onca ağırlığın altında ezilirken, yetmezmiş gibi kendi iradesiyle zulüm yükünü omuzluyor. Daha fazlasını elde etmek için savaşmanın marifet sayıldığı bir atmosferde sesini bile çıkarmadan, kılını bile kıpırdatmadan yapıyor üstelik. 

Dahası, bir gün aynı senaryonun konusu olacağını düşünmeden alkışlıyor zalimliği. Bir süre sonra da, Nietzsche’nin Ahlâkın Soykütüğü Üstüne’de dediği gibi zayıflık; iradeye bağlı bir iş, istenmişlik, eylem ve kazanımmış gibi algılanıyor. 

İhtiyacımız Olan Hüseynî Duruş

Oysa usul ve yöntem belli. Allah’ın emirleri, Resûlü’nün sözleri ve hayatı… O’nun izinden gidenlerin örnek şahsiyetleri de ne zaman nerede duracağımızı şüpheye mahal bırakmaksızın söylüyor. Mesela cennet gençlerin efendilerinden Hz. Hüseyin radıyallahu anhunun şahsiyeti, üzerine ölü toprağı serpilmiş zalimler karşısında sükûneti tercih eden insanlığın, zulüm karşısında nasıl tavır takınması gerektiğini ortaya koyuyor. 

Hatırlayalım; o Kûfe’ye doğru yola çıkarken müminler; “Gitme yâ Hüseyin! Kûfeliler seni yarı yolda bırakır” diyorlar. O da “Ben kimseye güvenip yola çıkmıyorum. Büyük bir zulüm var. Bu yola baş koymazsam korkarım ki benden sonra kimse zulme başkaldırmaz” buyuruyor. 

Bugün yüzlerce yıl evvel Ehl-i Beyt’in kanıyla sulanan topraklarda, Filistin’de, Yemen’de, Myanmar’da, Afrika’nın ücra bölgelerinde mümin kanı akmaya devam ediyor. Âlem-i İslâm ise daha kendi içerisindeki zulümleri engelleyemezken zalimlerin katliamına dur bile diyemiyor. 

Ne yazık ki daha kendi evinde ailesinde adaleti tesis edemeyen Müslüman, yalnızca sokaklara çıkıp protesto gösterisi yapıyor. Birkaç saat slogan atıyor, bayrak sallıyor, özçekimleri sosyal medya hesabından paylaşarak vicdanını rahatlatıyor. Hashtag’lere destek vererek sözüm ona bir hançer de o saplıyor zulmün kalbine! Sonra daha fazla kazanmak için, hız ve haz üzerine kurgulanmış hayatı tüm pervasızlığıyla yaşamaya devam ediyor. 

‘Onlar Kendilerine Zulmettiğinde’ 

Sadece zihnimize değil, kalbimize ve vicdanımıza da kazımamız gereken şu hakikati bir kez daha hatırlatalım: Zulme rıza göstermek ona ortak olmaktır. Aramızdan birileri, “Razı olduğumuzu da kim söyledi?” diyebilir. O halde aklımızdan çıkarmayalım: Sükût ikrardan gelir. Müdahale edebilecekken durmak, konuşabilecekken susmak yapılan kötülüğü hoş görmekten başka bir şey değil. “Düzeltebiliyorsan elinle, değilse dilinle düzelt. Hiçbirini yapamıyorsan kalbinle buğzet ki bu imanın en zayıf derecesidir.” nebevî emrini doğru anlamalıyız. 

Çoğunlukla buğzetmeyi tercih eden İslâm dünyasının niçin bu vaziyette olduğu sorusunun cevabını öyle zannediyorum ki tekrar tekrar konuşmaya ve tartışmaya gerek yok. 

Peki, sahiden gücümüz yetmiyorsa ne yapacağız? Gücümüz yetenle başlayacağız tabii ki. Önce kendi ruhumuza dikeceğiz adalet kulesini. Sonra en yakın çevremize ekeceğiz adalet tohumlarını. Onları tertemiz duygularla yeşerteceğiz. Dünyanın “biz”den ibaret olduğunu, “biz” düzelirsek toplumların, toplumlar düzelirse devletlerin, devletler düzelirse dünyanın düzeleceği gerçeğini asla ihmal etmeyeceğiz. 

Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının affı için kendisine gelen Hz. Üsâme radıyallahu anhuya “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” dedikten sonra; “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem aydınlatacak yolumuzu. 

Yolumuzu, oğlu Abdurrahman’a işlediği bir suç nedeniyle had cezası uygulanmasına rağmen “Öncekine iltimas karışmış olabilir” diye düşünerek bir daha ceza uygulayan Hz. Ömer radıyallahu anhu aydınlatacak. 

“Ben azgınlık, makam, fesat çıkarmak ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufu emretmek, münkeri nehyetmek, Resûlullah’ın ve babam Ali’nin çizgisinde hareket etmek için kıyam ettim” buyuran Hz. Hüseyin’in ayak izleri rehberimiz olacak. 

“Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelseler ve Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler, Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.” (Nisa 64) ayetinin müjdesine mazhar olabilmek için kendimize de zulmetmeden omuzumuzda taşıdığımız bu yükten kurtulmak zorundayız. 

Zulüm etrafımızı bu kadar kuşatmışken, acizliğin aldatmacasının ruhumuzu kuşatmasına izin vermemeliyiz. Aksi takdirde ateş bedenimize ulaştığında yegâne dost ve kurtarıcı olan Allah’ın yardımından mahrum kalırız. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy