Deniz Suyu ile
Susuzluk Gidermek
“Dünyâ metâına meyledenler, deniz suyu içenlere benzerler. İçtikçe susar, susadıkça içerler.”
(Muhyiddîn İbnü’l-Arabî kuddise sırruhû)
Büyüklerin; dizginlenemez bir hırsla elde edilmeye çalışılan dünya metâını deniz suyuna benzeten bir hayli sözü var. Meselâ Mevlânâ kuddise sırruhû hazretleri de, “Dünya, içtikçe susatan, susattıkça içilen tuzlu bir deniz gibidir” buyurur. Apaçık bir yanlıştan, bir aldanıştan sakındırmaya matuf böyle sözlerin çokluğu, işaret edilen tehlikenin vehamet ve yaygınlığından kaynaklanıyor olsa gerektir.
Malûm, deniz suyu tuzludur. Susuzluğu gidermek için içilmez; çünkü susuzluğu gidermez. İçilirse yüreğini yakar, içini kavurur, daha çok susatır insanı. Ölçüsü kaçırılırsa ölüme bile sebebiyet verebilir. Bunu aklı başında olan herkes bilir, anlar ve böyle bir şeye yanaşmaz.
Lâkin, iş deniz suyuna benzeyen dünyalıklara geldiğinde âdeta akıl baştan firar eder de tam tersi bir tavır sergilenir. Halbuki dünya hırsı da şiddetli bir susuzluk gibidir. İnsanoğlu, o susuzluğu dindireceği zannıyla para pul, mal makam, şöhret cinsinden dünya metâının peşine düşer. Bunlara sahip oldukça susuzluğunun daha da arttığını fark edemez, beyhude bir tatmin arayışıyla ömrünü tüketir.
Dünyalık hırsı dünya sevgisinin, dünya sevgisi de dünyaya aldanmanın neticesidir. Nefs-i emmareye tâbi olunduğuna delâlet eder. Nefs; mutlu olması, huzur ve itminan bulması, itibar görmesi için hep daha çok kazanmasını, daha çok biriktirmesini, daha çok tüketmesini fısıldar insana. Fakat bu daha çokların sınırı yoktur; sonu gelmez. Üstelik her defasında kazandığının daha çoğuna ulaşma hırsı da giderek şiddetlenir. Dünyalık peşinde, durup düşünmeye imkân vermeyen bir koşturmacaya böylece kendini kaptırır insan. Artık hak hukuk, helâl haram gözetecek halde değildir. Çevresindeki her şeye, herkese zarar vermekten çekinmez. Dünya sevgisi ve dünyalık kazanma hırsı onu kör ve sağır eylemiş, kalbini karartıp akledemez hâle getirmiştir. Ol sebepten deniz suyu mesabesindeki dünyalıkların, susuzluğunu dindirmek şöyle dursun, hararetini, itminansızlığını daha da artırdığını fark edip tatlı su aramaya yönelmez.
Tatlı su, Rahmân ve Rahîm olan Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’in vahyi, Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz’in tebliğ ve örnekliği, Peygamber mirasçısı ulemâ ve evliyâ-yı kirâm hazerâtının irşadıdır. Cümlesinin teklif, tebliğ, talim ve terbiyelerinin hulasası zikrullahtır. Yani, “İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur” mealindeki âyet-i kerîmede beyan buyurulduğu üzere kalbin yatışmasının, huzur ve itminanının yegâne imkânı olması hasebiyle zikrullah, susuzluğu gideren tatlı su gibidir.
Lâkin tatlı su hükmündeki zikrullah, Cenâb-ı Mevlâ’nın esmâını sadece lisan ile söylemekten de ibaret değildir. Her zaman, her yerde ve her işte Allah Azze ve Celle’nin varlığını, huzur ve murakabesinde olduğumuzu hatırda tutup, attığımız her adımı O’nun rızası istikametinde atmaktır. Bir şuur, uyanıklık yahut hakikati idrak hâlidir. Kul, üç günlük dünyanın fâni metaına hırsla meyledip nefsinin kölesi, şeytanın oyuncağı olmaktan ancak bu idrakle korunabilir. Huzur ve itminanı deniz suyunda aramak gibi, kendisini helâke sürükleyecek beyhude bir çabadan bu idrakle sakınabilir. Dünyanın peşin zevklerine aldanmak yahut fakirlik korkusu veya gelecek endişesine kapılmak suretiyle ömür sermayesini heba eyleyip vaadedilen ebedî saadetten mahrum kalmaktan bu idrâkle kurtulabilir.
Zikrullah; “Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır”, “çoluk çocuğuma daha iyi, daha müreffeh bir gelecek hazırlamalıyım”, “zengin olmalıyım ki hayır hasenatta bulunabileyim” cinsinden gerekçelerle deniz suyunu içmeyi meşrûlaştıran zamâne iğvâlarına kapılmamaya da vesiledir. Zikrullahla kazanılan idrâk, “en iyi”yi dünya ölçülerine göre değil, âhiret hesabına göre belirler. Çocuklara nasıl bir gelecek bırakmanın değil, geleceğe nasıl çocuklar bırakmak gerektiğinin gayretine sevk eder. Tasadduk etmenin bir imkân meselesi değil, iman meselesi olduğunu öğretir.
Arı duru, tatlı ve tertemiz kaynak suyu olan zikrullahla nasiplenmek, el-Ganiy olan Cenâb-ı Mevlâ’ya iltica ile her türlü dünyevî korku ve endişeden halâs olmaktır. Dünyadan istiğna ile, kanaat ile, kifaf miktarına rıza ile hakiki zenginliğe nailiyyettir. Nihayet zikrullah, kalbi diri kılan, her dâim diri tutan âb-ı hayattır; ölümsüzlük iksiridir.
Âkil odur ki, faydasız bir itminan arayışıyla deniz suyu misali kalbi öldürüp kişiyi iki cihanda bedbaht eyleyecek dünya metaına değil, ebedî saadet bahşedecek âb-ı hayata meyleder.