VECD
“Vecd” sözlüklerde; kaybettiğini veya aradığını bulmak, istediğine kavuşmak, aşırı sevgi, aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmek ve yüksek heyecan gibi anlamlara gelir. Tasavvufî bir kavram olarak ise; kulun kastı ve iradesi olmaksızın Allah’tan gelen feyz ve ihsan sonucu kendinden geçmesidir. Vecd, genellikle sâlikin devam ettiği zikirler ile hâsıl olur ki, bu da Hakk’ın kendisine doğru yol alanlara lütuf ve ikramıdır.
Sûfîler, Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerde bahsedilen kişilerin vecd sahibi olduklarını söylerler:
“Rablerinden korkanların bu Kitab’ın etkisinden tüyleri ürperir. Derken, hem bedenleri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar.” (Zümer 23)
“Müminler, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfâl 2)
“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri titrer…” (Hac 35)
Kişide oluşan ürperme, kalpteki hüzün ve korku gibi duyguların hepsi vecd kavramına dâhildir.
Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin Kur’an-ı Kerim dinlerken yaşadığı bir vecd hali şöyle anlatılır:
Buhârî’de yer alan rivayete göre, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah b. Mes’ud’dan kendisine Kur’an okumasını istemişti. Bunun üzerine İbn Mes’ud:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kur’an sana indirildiği hâlde ben mi sana okuyacağım, diye sordu. Peygamberimiz de:
– Evet, onu başkasından dinlemek hoşuma gider, buyurdu.
İbn Me’sud okumaya başladı. “Her ümmetten bir şahit gönderdiğimiz zaman durumları ne olacak?” mealindeki ayete geldiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
– Şimdilik yeter, buyurdu; o anda gözlerinden yaşlar boşanıyordu.
Sûfî ve hadis âlimi Ebû Mansûr Ma‘mer el-İsfahânî (v. 1027) vecdin, “Hakk’ın kalplere koyduğu ve keyfiyeti bilinmeyen bir hakikat” olduğunu söyler ve sözlerine şöyle devam eder: “Vecd hiçbir şekilde nitelenemez ve vasıflanamaz. Çünkü vecd iman hakikatlerinin artması ile elde edilen bir şeydir.”
Sûfîler, vecd halinin başlangıcına “tevâcüd”, sonuna ise “vücûd” derler. Yani yolun başlangıcı tevâcüd, nihayeti vücûd, ortası da vecd kavramı ile ifade edilir. Daha açık bir ifade ile şöyle söylenebilir: Kulun bir gayreti neticesinde vecde gelmeye tevâcüd, bir lütuf sonucu yani iradesi olmadan vecde gelmeye vecd ve vecdin en yüksek derecesine ise vücûd denir. O halde tevacüd, sâlikin iradesini ortaya koyup Hak yoluna tâlip olması neticesinde çıkarken, vecd ise aşk ve muhabbet sonucu kendiliğinden ortaya çıkar.
Ebû Nasr Serrâc rahmetullahi aleyh, vecdin özellikleri hakkında şöyle der: “Vecd, Hak’tan gelen mükâşefe ve ilhamlardır. Nitekim vecd halinde olan kişi önce sakin bir halde iken daha sonra hareketlenmekte, hırıltılı sesler çıkarıp derin nefes almaya başlamaktadır. Gerçi bazen vecdi güçlü olan kimselerin daha sakin durdukları da olur. Vecd sırasında hırıltılı ses çıkarma, derin nefes alma, bayılma, ağlama, inleme, sarsılma, bağırıp nara atma türlü davranışlara ait haber ve rivayetler çoktur. Bunların hepsi aslında vecd ehlinin özelliklerindendir.”
Anlaşılıyor ki her insanın vecdi aynı şekilde değildir. Genellikle vücutla bir hareketlenme ile kendini gösterir. Bu da çoğunlukla titreme şeklindedir. Sonra ise vecd sahibine bir rahatlama gelir.
Ebu’l-Huseyn en-Nûrî kuddise sırruhû hazretleri buyurur ki: “Vecd; özlem, şevk ve iştiyak sebebiyle insanın sırrında (kalp âleminde) meydana gelen bir ateştir. İçine vecd ateşi düşen kimsenin vücudu sevincinden veya üzüntüsünden sallanmaya başlar.”
Burada bahsedilen özlem ve şevk, genellikle kulun nafile ibadetlere yönelmesi, evrad ve ezkârını özenle yerine getirmesi sonucu oluşur.
Sûfîler vecdle Hakk’ın bazı ikramlarına nail olur. Vecd esnasında kişi halince müşahedeye eriştiği için ilim ve irfan elde eder. Farklı bir anlayış ve sezgi gücü kazanır. Manevi hallerinde değişme ve artma olur. Rabbi’ne iştiyakı ve sevgisi arttığı gibi hayreti de artar. Amr b. Osman el-Mekkî rahmetullahi aleyh hazretleri vecdin sonuçlarını şöyle ifade eder:
“Kalbe girip dolduran ve orada daha önceden girmiş herhangi bir hale yer bırakmayan vecd, Cenâb-ı Hakk’ın yüceliği hakkındaki marifette (sezgi ve anlayışta) artış demektir. Hatta nefse bu hal sayesinde eriştiği ve başkalarında göremeyeceği durumlar ayan olur. Vecd hali zuhur edince, nefsten her türlü duyu organının özellikleri kaybolur. Nefs, duyulardan soyutlanmasının da Hak’tan olduğunu anlar. Böylece kendisinde başkalarından farklı bir üstünlük olmadığının bilincine erer.”
Sûfîler vecd ehlini üçe ayırırlar: 1) Halkın (avamın) vecdi, zikrin lezzetinden dolayı ruhun sarhoş olmasıdır. 2) Seçkin kulların (havassın) vecdi, ruhun zikir halindeyken oluşan şevkin baskınlığını taşımaktan aciz kalmasıdır. 3) Seçkinlerin seçkini kulların (hâssü’l-havassın) vecdi ise, kalp Hakk’a nâzır haldeyken ruhun huşûdan aciz kalmasıdır.”
Sehl b. Abdullah kuddise sırruhû hazretleri, “Kitap ve sünnetten şahidi bulunmayan her vecd bâtıldır.” buyurarak vecd halinin şeriata uygun olması, yoksa itibar edilmemesi gerektiğini vurgular.
Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruhû hazretleri de; “Fazla ilmin yanındaki eksik vecd zarar vermez. İlmin fazlalığı, vecdin fazlalığından daha iyidir” buyurarak seyr ve sülûk yolunda ilmin ne kadar önemli olduğunu hatırlatır.