Aramak

İbrahim İmamoğlu

Kur’an-ı Kerim’de genç peygamberlerle ilgili haberler, genç yaşlarda iffetle yaşamanın, haksızlığa karşı durmanın, tevhid yolunda putları kırabilmenin, verdiği sözde durmanın ve Allah için en iyisini yapmanın gençliğin ve yiğitliğin şanından olduğunu öğretir ve öğütler.

Kur’an-ı Kerim’de genç, delikanlı, yiğit anlamı “fetâ” kavramıyla ifade edilmektedir. Fıkhî hükümlerin ismi olan “fetva” da bu kelimeden türemiştir. Fetva, bir meselede çözüm üreterek o hususta dinin hayat bulması, tazelenmesi, gençleşmesi demektir. Buna göre fetva veren (müftî) de sanki Müslümanların karşılaştığı bir meselede gerekli çözümü sunarak dini gençleştirmiş olmaktadır. 

Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerde kendilerine vazife verilen bazı genç peygamberler ve onlara yardım eden gençler bize anlatılır. Tevhidi temsil eden ve Nemrud’a karşı yiğitçe doğruları söyleyen Hz. İbrahim aleyhisselam; kardeşlik bağını korumak için çok mücadele eden ve iffetini koruma uğruna hapse düşen Hz. Yusuf aleyhisselam; savaş meydanında cesurca savaşan Hz. Davud aleyhisselam, Kur’an-ı Kerim’in örnek verdiği genç peygamberlerden birkaçıdır. 

Yine imanları için canlarını vermek üzereyken büyük bir mucizeyle kurtulup, bir mağarada 309 sene uyutulan Ashab-ı Kehf gençleri, Hz. Musa aleyhiselamla uzun bir yolculuğa çıkan bir genç yine Kur’an’ın anlattığı örnek gençlerdir. 

Gençliğinde
Hz. İbrahim aleyhisselam

Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim aleyhisselamın “hanîf” olduğunu bildirmiştir. Yani o, dosdoğru inandığı değerlerden taviz vermeyen, küfür ve şirkten arınmış bir muvahhittir. (Bkz. Bakara135; Âl-i İmran, 167 ve 95) Hanîf, bâtıldan yüz çevirip Hakk’a yönelen anlamındadır. 

Tarihî kaynaklar Hz. İbrahim aleyhisselamın Babil krallığında Nemrut’a tevhidi tebliğ etmek için gönderildiğini söylemektedir. Gönderildiği Ur şehri sakinleri Sabii dinine inanıyorlardı. Bu inanca göre yaptıkları önemli şahsiyetlerin heykellerine ve yıldızlara tapınmak şeklinde ibadetleri vardı. Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim aleyhisselamın onların dinlerinin bu iki esasına karşı mücadele ettiğini bildirir. O, daha gençlik döneminde, henüz on beş yaşındayken babasını ve bu bâtıl dine inananları hikmetli bir şekilde Allah’a imana davet etmiştir. 

Hikmet, hakikate yani varlıkların hakikatinde bulunan tevhide ulaştıran en sağlam ve doğru bilgi demektir. Nefse hâkim olup onun öfkesini ve heyecanın dizginlemek demek olan yumuşaklık (hilm) anlamına da gelmektedir. Kur’an-ı Kerim, hakikat bilgisini insanlığa getirmesi sebebiyle nübüvveti de hikmet olarak isimlendirmiştir. Hz. İbrahim aleyhisselam, gözleme dayalı, aklen inkârı mümkün olmayan bilgilerle putperest toplumun iddialarını çürütmüştür. Bunun için güneşten, aydan, yıldızlardan örnekler vermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle anlatılır:

“Bir zaman İbrahim, atası Azer’e; ‘Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum’ demişti.

Biz İbrahim’e (hakikati nasıl öğrettiysek, istidlalde bulunması ve) kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk.

Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. ‘İşte Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca da ‘Ben öyle batanları sevmem’ dedi.

Sonra Ay’ı doğar halde görünce de: ‘Bu mu benim Rabbim?’ demiş, fakat o da batıp gidince: ‘Andolsun, demişti, eğer Rabbim bana hidayet etmemiş olsaymış muhakkak sapanlar güruhundan olacakmışım.’

Güneşi doğarken görünce de; ‘İşte benim Rabbim, bu daha büyük!’ dedi. O da batınca (kavmine dönüp), ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım’ dedi.

‘Şüphesiz ki ben, bir muvahhid (Allah’ı bir ve tek olarak tanıyan) olarak yüzümü, o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a yönelttim. Ben müşriklerden değilim.’

Kavmi ona (düşmanca ve cahilce) kanıt getirmeye kalkıştı. O dedi ki: ‘Allah beni doğru yola iletmişken siz benimle O’nun hakkında hâlâ çekişiyor musunuz? Ben O’na eş tanıdığınız şeylerden (hiçbir zaman) korkmam. Meğer ki Rabbim (hakkımda) bir şey (bir felâket) dilemiş olsun. Rabbim’in ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?’” (En’âm 74-80)

İffet Timsali Bir Genç:
Hz. Yusuf aleyhisselam

Hz. Yusuf aleyhisselam da hayatında pek çok hikmetler olan, en dipte kuyudayken veya en tepede saraydayken nasıl davranılması gerektiğini öğreten genç bir peygamberdir. Köle olarak Mısır’a geldikten sonra feraseti, yönetim kabiliyeti ve yetenekleriyle kralın en güvenilir danışmanı olmuştur. 

O daha küçük bir çocukken kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştır. (Yusuf 15) Daha sonra Mısır’a götürülüp bir köle pazarında satılmış ve götürüldüğü sarayda pek çetin bir imtihan vermiştir. (Yusuf 20) Allah Teâlâ’nın “cemâl” sıfatının güzelleştirdiği Hz. Yusuf aleyhisselam, hizmet ettiği sarayın hanımı Züleyha tarafından kurulan bir tuzakla kendisine iftira atılmış, iffetiyle sınanmıştır. (Yusuf 23) Bunun herkes tarafından duyulması üzerine Züleyha, kendisini kınayan kadınlara bir davet vermiş, her birinin önüne bir bıçak ve meyve koymuştur. Hz. Yusuf aleyhisselamı çağırmış, o içeri girdiğinde kadınlar bakakalmışlar ve meyve bıçaklarıyla ellerini kesmişlerdir. (Yusuf 31) 

Bu hadiseleri yaşayan Hz. Yusuf aleyhisselam; “Ey Rabbim! Zindan bana bunların beni davet ettiği şeyden daha güzel geliyor…” (Yusuf 33) diyerek sarayın kirli dünyasını terk etmiş ve gençliğinde hapiste Rabbi’ne ubudiyeti seçmiştir. Orada da herkese iyi davranmış, fakirlere cömertlik etmiş, hastaları tedavi etmiş, Allah’ın birliğini anlatmış ve rüyaları en güzel şekilde yorumlamıştır. (Nesefî, 2/110)

Kur’an-ı Kerim’de onun kıssasını okuyanlar için ön planda olan, tarihî olaylar ya da saray entrikaları değil; önüne çıkan fırsatlara, sahip olduğu olağanüstü cazibeye rağmen bir gencin iffeti, takvası, sabrı ve hayâsıdır. 

Cesareti Dillere Destan Bir Genç: Hz. Davut aleyhisselam

Hz. Davud aleyhisselamın genç yaşında savaşta gösterdiği kahramanlık ve cesaret de Kur’an-ı Kerim’de birkaç ayette telmihen anlatılır. İslâm Tarihi kaynakları ise onun menkıbesini detaylı bir şekilde sunar. Tâlut’un ordusunda İsrailoğulları’nın düşmanı olan Câlut’a karşı verilen savaşta yer almış ve Câlut’u sapanla attığı bir taşla öldürmüştür. Kur’an-ı Kerim’de bu karşılaşma mealen şöyle anlatılır:

“Derken (düşmanla karşılaşır karşılaşmaz) Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar (Müminlerin arasında bulunan) Davud da Câlut’u öldürdü. Allah da ona saltanat ve hikmeti (peygamberliği) verdi ve daha dilemekte olduğundan da bazı şeyler öğretti. Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile önleyip savmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere karşı büyük fazlu inayet sahibidir.” (Bakara 251)

Rivayete göre Hz. Davud aleyhisselamın on iki kardeşi vardı. Bunların en küçüğü Hz. Davud’dur. Tâlut Filistin topraklarında Câlut’un ordusuyla savaşmaya gittiğinde büyük kardeşleri savaşa katılmış, o ise koyun sürüsünün başında bırakılmıştı. Çelimsiz, zayıf bir genç olması sebebiyle babası onu orduya katmamıştı. 

Filistin’e giden ordu, Ürdün nehrinden geçerken Tâlut, askerlerinin kendilerine olan bağlılıklarını denemek için bu nehirden su içmelerini yasaklamıştı. Rivayete göre 70-80 bin asker içerisinden sadece 4 bini veya bir başka rivayete göre 313’ü emre bağlı kalarak su içmemiştir. Savaş, bu kadar az sayıda Müslümanla Câlut’un büyük ordusu arasında gerçekleşmiştir. Bu hadiseden Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle bahsedilir: 

“Tâlut ordu ile harekete geçince dedi ki: ‘Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.’ İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlut ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) dediler ki: ‘Bugün bizim Câlut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.’ Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: ‘Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa gâlip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah sabredenlerle beraberdir.’” (Bakara 249)

Hz. Dâvud aleyhisselam orduya daha sonra katılmış ve kral Tâlut’un ordugâhında onun hizmetine girmiştir. Savaş meydanında Câlut, kendisiyle savaşmak için karşıdan birini isteyerek meydan okumuştur. Gayet iri yapılı olan Câlut’un bu meydan okumasına Hz. Dâvud aleyhisselam cevap vermiştir. Zayıf bünyesi ve savaş tecrübesinin olmaması sebebiyle onun Câlut’la çarpışmasına Tâlut karşı çıkmıştır. Dâvud aleyhisselam ise sürülerini otlatırken saldıran bir ayının ağzından kuzuyu aldığını, gelen aslanın üzerine bindiğini anlatarak Tâlut’u ikna etmiştir. Kendisine miğfer ve zırh giydirilmiş, fakat çelimsizliği sebebiyle üzerine uymadığı için onları çıkartıp elindeki sapanla Câlut’un karşına çıkmıştır. Dereden aldığı bir taşla Câlut’u alnının ortasından vurarak öldürmüştür. Allah, İsrailoğulları’nda daha önce olmayan hem kral hem de peygamber olmayı ona lütfetmiştir. Yine Allah tarafından Hz. Davud’a demirden zırh yapma becerisi verilmiştir. 

Bu hadise de Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle anlatılır: 

“Andolsun, Dâvud’a tarafımızdan bir lütuf verdik. ‘Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla birlikte tesbih edin’ dedik ve ‘Zırhlar yap, işçilikte de ölçüyü tuttur’ diye demiri ona yumuşattık. ‘Sâlih amel işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görürüm’ diye de vahyettik.” (Sebe 10-11) 

Bu ayetten dolayı zanaatkârlık geleneğinde Hz. Davud aleyhisselam demircilerin pîri kabul edilmiştir. 

Gençlik ve Fütüvvet Ahlâkı

Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerle ilgili bu beyanlar, genç yaşlarda iffetle yaşamanın, haksızlığa karşı durmanın, tevhid yolunda putları kırabilmenin, verdiği sözde durmanın ve Allah için en iyisini yapmanın gençliğin ve yiğitliğin şanından olduğunu öğretir ve öğütler.

Kültürümüzde, Kur’an’da örnek şahsiyetler üzerinden öğretilen yiğitliğin, gençlerin sahip olması gereken erdemlerin anlatıldığı “Fütüvvetnâme” türü eserler yazılmıştır. Önceki dönemlerde esnaflıkla birleşerek varlığını sürdüren fütüvvetnâme kitaplarını “gençliğin kitabı” olarak bugün yeniden okumaya ve anlamaya ihtiyaç vardır. 

Fütüvvet edebiyatının ilk örneği Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (412/1021) “Kitâbül-Fütüvve”sidir. Eserde her bir ahlâkî erdem “ve mine’l-fütüvveti: şu da fütüvvettendir” ibaresi ile başlamış ve konuyla ilgili ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler sıralanmıştır. Eserde toplam 221 fütüvvet prensibine yer verilmiştir. Bu kitaba göre fütüvvetin ilk kaynağı Hz. Adem aleyhisselamdır. Onun oğullarından Hâbil de fütüvvet esaslarına göre davranmıştır. Kâbil ise ihanet ederek aksine davranmıştır. Yine Hz. Eyyüb, Hz. Süleyman, Hz. Yunus, Hz. Zekeriya aleyhimüsselam gibi Kur’an-ı Kerim’de zikredilen bütün peygamberler fütüvvet silsilesinin birer halkasıdır. 

İslâm tarihinde fütüvvet/yiğitlik denilince ilk akla gelen kişi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin Medine’ye hicreti sırasında canını hiçe sayarak O’nun yerine yatan Hz. Ali radıyallahu anhudur. Sülemî, fütüvveti şöyle tanımlamıştır: 

“Allah’ın emirlerine ittiba, ibadeti güzelce yapmak, bütün kötülükleri terk etmek, örnek ahlâka ve gizli açık bütün hallerde ahlâkî erdemlere sarılmak.” 

Faydalanılan Kaynaklar:

Harman, Ömer Faruk: “Davud” maddesi, TDV Ansiklopedisi
Harman, Ömer Faruk: “İbrahim” maddesi, TDV Ansiklopedisi
Nesefî, Ebu’l-Berakât Hâfızüddîn: Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl
Sülemî, Ebu Abdurrahman: Kitâbu’l-Fütüvve/Fütüvvet Erdemleri

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy