Aramak

Mehmet Gayretli

TESLİMİYET MUHABBET İHLÂS

Tasavvufun üç sac ayağı vardır: Teslimiyet, muhabbet ve ihlâs. Bu kavramlar seyr ü sülûkun hem başlangıcı hem de nihâi hedefidir. 

Bu yol ne yalnızca bilgiyle ne de içi boş sevgiyle yürünebilir. İhlâsla taçlanan muhabbet ve teslimiyetle kişi maksuda ulaşabilir.

Tasavvufun ana gayesi olan nefs terbiyesinde ve kâmil insan olma yolunda olmazsa olmazlardan biri kâmil bir mürşide bağlanmak ve onu örnek almaktır. 

Aslında İslâm’ın ilk zamanlarında da durum aynen böyledir. Kur’an-ı Kerim’in örnek olarak gösterdiği ve tâbi olunmasını emrettiği bir peygamber vardır. O Medine’ye hicret ettiğinde “sen denize atlamımızı emret, yapalım” derecesinde bağlılık gösteren, canını malını uğruna feda eden, her şeyiyle tâbi olan Ashâb-ı Kirâm, Efendimiz’in terbiyesiyle hidayet vesilesi yıldızlar haline gelmiştir. 

Hoca-talebe ilişkisinden öte

Usta-çırak ilişkisine benzetebileceğimiz bu eğitim yöntemi zamanla bir geleneğe dönüşmüş ve “tasavvuf” adıyla tarih boyunca nice güzel insanların yetişmesine vesile olmuştur. 

Mürşid ile mürid arasındaki ilişki sıradan bir ilişki değildir. Hoca-talebe ilişkisinden öte bir şeydir. Peygamber-sahabi münasebeti gibi bir şeydir. Peygamber Efendimiz’in vefatıyla vahiy kapısı kapanmıştır, fakat pek çok ayette de zikredildiği üzere, onun irşad, talim, tezkiye ve terbiye vazifeleri, vârislerince kıyamete kadar devam ettirilecektir.

Mürşid kimdir?

Bir kâmil mürşidin elinden tutan kişi, onun rehberliğinde kemalât sahibi olur. Tabii bunun bazı şartları vardır. 

Evvela irşad hizmeti yapacak kişide bazı özelliklerin bulunması gerekir. İlim ve takva sahibi olmalı, icazetli bir mürşidin terbiyesinde yetişmiş, icazet sahibi biri olmalıdır. Tasavvuf literatüründe böyle zâtlara “halife” denilmektedir. İlim sahibi olmayandan şeyh olmaz. Takva sahibi değilse irşadına itibar edilmez. Özellikle kendisini bir silsileye bağlayan tarikat icazeti yoksa tâbi olunmaz. 

Bu vasıflara sahip bir mürşid-i kâmil, Allah’ın büyük lütfudur. Kemalât elde etmede, dünyadan çözülüp âhirete bağlanmada, ilâhî rızayı tahsilde en güzel vesiledir. 

Sohbet nedir?

Tasavvuf yolunda “sohbet” denilen, ancak çoğu kimse tarafından yanlış bilinen kavramın ifade ettiği mana, Hakk’a vuslatta böyle bir zâtla hemhal olmak, birlikte yol gitmektir. “Sahâbî” kelimesinin de aynı sözcükten türediğini düşünürsek sohbet, mürşidle yoldaşlık etmek anlamına gelir. Bu yoldaşlıkta esas olan fizikî yakınlıktan ziyade yolculukta manevî beraberliktir. Nitekim peygamberler başta olmak üzere mürşid zâtların fizikî bakımdan yakınında olan niceleri nasipsizdir. Uzakta olan niceleri de onlara yoldaştır. 

Sohbet kelimesi günümüzde maalesef “konuşma, vaaz, nasihat” anlamına indirgenmiştir. Şah-ı Nakşibend hazretlerinin “bizim yolumuz sohbet yoludur” derken kastettiği hakikat de budur. Kâmil velîye yakınlık, onun rehberliğinde yolculuktur sohbet.

Mürid kimdir?

Bir mürşide intisap eden kişide de bazı özellikler aranır. Yolun büyükleri bunları üç kavramla ifade eder: Teslimiyet, muhabbet ve ihlâs. 

Bu kelimelerle ifade edilen haller her ne kadar birbirinin peşinden gelişiyormuş gibi görünse de genelde eş zamanlı olarak gerçekleşirler.

Teslimiyet, tevbe ile başlayan ve mürşide tam olarak tâbi olmayı ifade eder. “Tevbe almak” diye ifade edilen şey de aslında mürşide biat ve intisap etmekten başka bir şey değildir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetinden alınmıştır. 

Teslimiyet kavramı genellikle yanlış anlaşılmıştır. Bunda “gassal elindeki meyyit gibi olmak” ifadesinin büyük rolü vardır. Aşırı muhabbetin de etkisiyle mürşide tâbi olmak, -hâşâ- Allah’a ve Peygamber’e tâbi olmak gibi telakki edilmektedir. Her ne kadar “peygamberler dışında kimsenin masum olmayacağı, yani günah işleyebileceği” söylense de genellikle bu hakikat benimsenmemiştir. 

İkinci kavram muhabbet yani sevmektir. Sevmekten maksat, yolunu ve mürşidini sevmektir. Korkmak da bu yolun bir esasıdır. Korkmaktan maksat ise mürşidinin feyz ve bereketinden mahrum kalma, istifade edememe korkusudur. Sevgi ve korku bir aradadır ama sevgi biraz daha ön plandadır. 

Tasavvuf büyükleri sevgiyle irşad ederler. Mürşidi sevmek ondan istifade etmenin şartıdır. Mürşidiyle vakit geçirmek, çokça ziyaret etmek, sohbetinde, meclisinde bulunmak, ona dua etmek, gıyabında râbıta etmek bu muhabbeti artırır, pekiştirir. Bu muhabbet bağıyla teslimiyet kuvvetlenir, mürşidindeki güzel haller müridine intikal eder. Böylece kemâlâtı artar. 

Ancak bazen bu sevmenin boyutu o kadar artar ki mürid farkına varmadan şeriatın kabul edemeyeceği noktalara varır. Mürşid neredeyse ilâhlaştırılır. Müridlerin her yaptığını bilen, duyan bir şahsiyet olduğu zannedilir. Mürşidin de insan olduğu, Allah bildirmezse hiçbir şey bilemeyeceği, hata yapabileceği sözde kalır.

Tasavvuf terbiyesinde üçüncü kavram ise ihlâstır. Her ne yapılıyorsa sadece Allah’ın rızasını gözetmek anlamındaki ihlâsı elde etmek kolay değildir. Mürid, kendisine telkin edilen amel, zikir ve hizmetleri yerine getirdikçe taklit mertebelerinden tahkike ulaşır. Bilinç düzeyi artar ve ihlâs makamına erer. Bu yolda nefsi terbiye etmekten, kâmil iman ve güzel ahlâk sahibi olmaktan başka bir amacı olanlar bir fayda göremezler. Belki bazı dünyevî faydalar sağlayabilirler ama âhirete katkısı olmaz. Bu da vebal olarak yeter.

Manevî terakkide hedefe ulaşmak için bu üçünün de tam olması gerekir. Bu nedenle çok az kimse maksuda ulaşabilmektedir. Muhabbeti zedeleyecek kişilerden ve ortamlardan uzak durmak, aynı gayeye sahip kişilerle hemhal olmak, ehlullahın menkıbelerini ve güzel sözlerini okumak, dinlemek yol almayı kolaylaştırır, hızlandırır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Kişinin mâlâyânîden (yani uhrevî fayda sağlamayacak boş şeylerden) uzak durması, güzel Müslüman olduğunun alametlerindendir” buyurmaktadır. 

Okuyalım, ilim irfan sahibi olalım. Güzel insanlarla birlikte olmaya çalışalım, güzel işlerle, sâlih amellerle meşgul olalım. Kendimiz ve kardeşlerimiz için dua etmeyi de unutmayalım. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy