Aramak

Saâdet Asrı'ndan

Ka’b b. Züheyr
radıyallahu anhu

Hz. Ka’b, Müzeyne kabilesindendi. Babası Züheyr, şiirleri Kabe-i Muazzama’nın örtüsüne asılacak kadar güzel bir şairdi. Babası gibi kendisi ve kardeşi Büceyr de çok iyi şairlerdi. Hatta torunları ve halaları dahi şiirleri meşhur olmuştu. 

Hz. Ka’b, kardeşi Büceyr ile birlikte şiir sanatını babasından öğrendi. İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz. Peygamber’i ve sahabileri hicveden çok ağır şiirler yazmıştır. Bunlardan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çok rahatsız olunca yakalanması için haber saldı. Aramak için gönderilen adamlar daha onu bulamadan gelip Resûlullah’a teslim oldu ve önünde biat etti. 

Biat ederken ayağa kalkıp “Bânet Suâdu” diye başlayan kasidesini okudu. Kasideyi çok beğenen Resûlullah Efendimiz etkilenerek giydiği hırkasını çıkartıp Ka’b b. Züheyr’e giydirdi. Okunan bu kaside “Kaside-i Bürde” yani “Hırka Kasidesi” ismiyle meşhur oldu. Allah ondan razı olsun. 

Müslüman oluşunu ve kasideyi söylediği ânı naklediyoruz. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme vahiy gelmeden yıllar önce Ka’b b. Züheyr’in babası, rüyasında gökyüzünden bir ipin yeryüzüne doğru uzandığını gördü. Tutunmak için elini uzatıyor fakat tutunamıyordu. Uyanınca, bu rüyanın âhir zamanda gelecek peygamberin habercisi olduğu ve kendisinin ona yetişemeyeceği şeklinde yorumladı. Evlatları Ka’b ve Büceyr’i yanına çağırarak rüyasını anlattı ve şöyle nasihat etti:

– Eğer rüyamda gördüğüm bu peygambere yetişirseniz ona tâbi olun. Getirdiği haberlere iman edin. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin tebliği Medine’ye ulaşınca, Ka’b belagatinin ve şiir kabiliyetinin sağladığı şöhret yüzünden iman etmekten geri durmuştu. 

Ka’b sadece iman etmemekle kalmamış, şiirini Müslümanlara özellikle de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme karşı silah olarak kullanmaya başlamıştı. Çok ağır hicivler yazıyordu. Müşrikler onun bu şiirlerini dilden dile aktarıp Müslümanları rencide ediyordu. 

Mekke’nin fethinden sonra bir gün Ka’b, Müslüman olduğu haberini de alınca kardeşine öfke ve hiciv dolu bir mektup yazdı. Mektupta Hz. Peygamber için de çok ağır sözler olduğunu gören Büceyr durumu Resûlullah’a nakletti. 

Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz Ka’b hakkında yakalama kararı çıkarttı. Büceyr radıyallahu anhu son bir defa kardeşine nasihatte bulunarak mektuba cevaben şöyle haber gönderdi:

– Ey Ka’b! Boş, bâtıl diye yerdiğin bu dinden daha gerçeği, daha sağlamı sende var mı? Kurtulmak istiyorsan putları bırak. Bir Allah’a yönel! O’na teslim ol! Kıyamet gününde O’na iman edenlerden başka kimse cehennem ateşinden kurtulamayacak. Eğer yakalanıp öldürülmek istemiyorsan Medine’ye gel. Resûllah’a pişman olduğunu söyle. O kendisinden özür dileyip, tevbe edenlerin hepsini affetti. Eğer dediğimi yapmazsan ben sana yardımcı olamam. Başının çaresine bak. 

Hakkındaki yakalama kararından sonra Ka’b’ı görenler “Sen artık ölü birisin” şeklinde onu korkutmaya başladı. Bu korkuyla kendisini gizleyerek Medine’ye, Mescid-i Nebevî’ye geldi. 

Resûlullah’ın karşısına oturdu. Resûlullah onu hiç görmediği için tanımıyordu. Bunun farkında olan Ka’b sordu:

– Ya Resûlallah! Ka’b b. Züheyr yaptıklarından pişman olmuş, Müslüman olmuş, senden af dilemeye gelmiş. Ben onu sana getirsem eman verir, onu bağışlar mısın?

Rahmet Peygamberi;

– Evet, dedi.

Bunun üzerine Ka’b başındaki örtüyü tamamen kaldırarak kelime-i şehadet getirdi. Resûlullah ona kim olduğunu sorunca;

– Ben Ka’b b. Züheyr’im. Sana iman ettim. Yaptıklarımdan tevbe ettim, cevabını verdi. 

Sonra ayağa kalkıp “Bânet Suâdu” kasidesini okumaya başladı. Kasidede bir deve sahibinin başından geçenleri kendi başından geçenlere benzeterek Resûlullah’a ima ile övgüler düzüyor, yaptıklarından pişman olduğunu tasvir ediyordu. Hz. Ka’b kasidenin ortalarında şöyle diyordu:

“Suâd’ın ayrılığı yetmezmiş gibi iki taraf arasında söz taşıyanlar bana;
‘Ey Ebû Sülmâ’nın oğlu! Sen artık kendini ölmüş bil, dediler.
Kendisine güvenip başvurduğum dost ise bana;
‘Seni teselli edemem, başının çaresine bak’ dedi.
Ben de ‘çekilin yolumdan’ dedim.
Rahman’ın takdir ettiği şüphesiz olacaktır.
İnsanoğlunun mutlu hayatı ne kadar uzun olursa olsun
Mutlaka bir gün tabutta taşınacaktır.
Resûlullah’ın beni öldürteceği haberini aldım.
Oysa onun yanında tek umduğum beni bağışlamasıdır.
Özrümü beyan ederek Resûlullah’ın huzuruna geldim.
Onun yanında özür kabule şayandır.
Ya Resûlallah! Merhamet ile muamele et bana!
İçinde birçok hüküm ve nasihat olan Kur’an’ı sana ihsan eden Allah hidâyetini arttırsın!
Rakiplerimin dedikodusuyla bana muamele etme!
Hakkımda pek çok dedikodu olsa da ben o kadar suçlu değilim!
Şimdi öyle bir durumdayım ki
Benim yerimde bir fil olsa, gördüklerimi görse
Duyduklarımı işitse korkudan titrerdi.
Ben o Yüce Peygamber’e karşı hiçbir itirazda bulunmadan sağ elimi onun adeletli eline uzatıyorum.
Şimdi söz onun sözüdür.
Şüphe yok ki Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için kınından çıkarılmış Allah’ın kılıçlarından bir kılıçtır...”

Kasidenin bu kısmına geldiğinde, gelmiş geçmiş Arapların en fasihi ve belagatlisi olan, kendisine hiç kimsenin benzerini getiremediği Kur’an-ı Kerim inzal edilen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, kasideyi tamamlamasını beklemeden ayağa kalkıp, üzerindeki bürdesini (hırkasını) Ka’b’ın omuzlarına koydu.

Allah Ka’b b. Züheyr efendimizden razı olsun...

***

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hediye ettiği bu hırkayı Ka’b b. Züheyr oğullarına bırakmış, onlar da Emevî hükümdarlarına satmıştır. Daha sonra İslâm halifesinin bu hırkayı teslim alması gelenek haline gelmiştir. 

Mısır’ı ve Hicaz bölgesini fetheden Yavuz Sultan Selim bu hırkayı teslim almış ve İstanbul’a, pâyitahta getirmiştir. 

Hırka günümüzde Topkapı sarayında “Mukaddes Emanetler” bölümünde Hırka-ı Saadet Dairesi’nde sergilenmektedir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy