İnsan Şahittir
Şahitlik sorumluluktur. İnsan şahit olduklarına karşı sorumluluk yüklenir. Öncelikle kendisine ve sonra bir şekilde müşahidi olduğu olaylara, kişilere karşı sorumludur. İnsanı insan kılan ana özelliklerinden biri olan sorumluluk, akıl sahibi olmanın bir getirisidir.
Hayat şahitliktir. İnsan öncelikle ve daima kendisinin şahididir. Yaptıklarının ve yapması gerekirken yapmadıklarının zorunlu şahidi. Konuştuklarının ve sustuklarının. Kendisine yalanlar söylemekten çekinmeyen ve üzerine elbise biçmekten bıkmayan bir şahit. Elbise olmayınca olurmuş gibi yapan, -mış gibi anların şahidi…
Her hâlükârda insan şahittir ve bu şahitliği zorunludur. Gözlerini kapatmasıyla hiçbir şey değişmez.
Hayat, aynı zamanda beraber yürünen arkadaşların, dostların da şahitliğidir. Yolumuza denk düşen hayatlara şahit oluruz. O hayatlar bize şahit olur. İşin acı yanı ise yol, şahitlerden bir bir ayrılma sahnesidir. Yolculuğumuza hasbelkader eşlik edenler, eninde sonunda kendi yolunu bulup bizi terk eder. İnsan terklerin de şahididir. Etrafına baktığında gördüğü yalnızlığın, kendi yalnızlığının şahidi. Ve elbette birilerini yalnız bıraktığının da...
Şahitlik, varlığı (şeyleri) hissetmektir. Var olduğunu hissetmek. Bu hisse başkalarını da ortak etmek... Her hâlükârda şahitlik, ben’de başlayan ve biz’le devam eden onaylamalar ve karşı çıkmalar silsilesidir. Çünkü şahitlik, ben’in biz’e açılması ve biz’de ben’i arama çabasıdır. Biz’deki ben’i görmemek, insanın içine kapanması ve şahitliğin tadına varamaması demektir. Şahitlik, nasıl olursa olsun aslında ve sadece ben’in şahitliğidir.
Hayatı ihanet ve güç mücadelesi olarak görmek de bir şahitliktir; sadakat ve var olmanın sevincine eşlik etmek olarak görmek de. Her şahitlik bir çift göz ile sınırlıdır. Bu sebeple her şahitlik kendine özgü ve kendincedir. Kendi aklı ile sınırlandırılmıştır. Evet, insan kendi aklıyla sınırlıdır. Kendi aklının hapishanesinde günlerinin solmasını bekler. Şahitliği de bu hapishanede gerçekleşir. O halde şahitliği kutsamak ya da değişmez bir doğru ve sabit kabul etmek, insanın aklının zindanlarında mutlu bir şekilde yaşadığını gösterir. Hâlbuki insan kendisinden kaçışına da şahit olmalıdır. İnsan olmak biraz da böyle bir şeydir. Eflatun’un mağarası, insanın kendi aklından başka nedir? Ve mağarayı var kılan yine insanın kendi aklı değil midir?
İnsan kendisinden gidişlerine de şahittir, kendisiyle savaşlarına da. İnsanın kendisiyle savaşının sebebi de kendisine şahit olmasıdır. Şahit olduklarından (kendinden) memnun olmayan insanın, kendisine açtığı savaş bir şahitlik mücadelesidir. Bu savaş, tekâmülün (gelişimin) ya da zevalin (çöküşün) izlenişidir. Yahut tekâmülü görme niyetinin izlenişi... Ama insan, en çok da kendi yenilgilerinin şahididir. Gözlerini kapatsa da böyledir. İnsan kendine yenilendir, bile isteye…
Gidişattan memnun olmayıp, kendisinde işleyen sisteme (kendisine) dur diyen insanın şahitliği yenilgi yahut zafere sahnedir. Zaferler kadar yenilgilerin de inşâ ettiği insan hayatı, şahitlikler altında akıp gider. Mesele her şahitliği değerlendirebilmek ve yola dair öğrenilmesi gerekenleri şahitliklerden çıkartabilmektir. Kendisinin körü bir insanın, şahitliklerinden ders çıkarmasını beklemek ise safdilliktir. Böyle kişilere göre hatalı hep diğerleridir. Bu sebeple şahitliği de kendince diğerlerine şahitlikten ibarettir. Kendine şahit olmak, kendini olduğu gibi görmeyi gerektirir. Ama insan kendisini kendi gözü ve aklıyla gördüğü için, kendisine karşı müsamahakârdır. Kendisinin (ben’inin) şahitliğinde âdil değildir. Kendisinin savcısı olmak gibi bir yetiye herkes sahip olamaz. Olamadığı için de şahitlikler başkalarının hatalarının şahitliğidir. Hayat böyle de geçer. Kör şahitliklerle…
Şahit olmak, öznel bir pencereden sonsuz pencerelere sahip hayata bakmaktır. Her şahit, kendi penceresi ile sınırlıdır. Bu sınırın farkına varan ve acı çeken insan, başkalarının şahitliklerini kendi şahitliğine ortak eder. Böylece şahit olduğu pencere sayısını artırır. Karşılaştığı olaylar karşısında hemen karar vermez, diğer bakış açılarını duymak ve görmek ister. Ama kendisini kibir sarayının ufkunda gören insan, şahitliğini diğerlerinin şahitliğinin üstünde konumlandırır. Kibrin kollarında kendisiyle barışık insan için şahitlik, kendi büyüklüğünü başkalarının küçüklüğünde görmekten ibarettir. Bu sebeple kördür ama gördüğünü sanır. Zavallı insan!
Var olmak, şahit olmaktır, şahit olmak ise sorumluluk üstlenmek. Üstlenilen her sorumluluk insanın aklî ve kalbî gelişimini sağlar ve sağlam bir kişiliğin oluşumuna destek olur.
İnsan, öncelikle ve daima günlerin elinden kaçışının, seneleri rüzgâra hediye edişinin, tabiri caizse eskimesinin şahididir. İnsan kendi ölüm yolculuğunun aslî şahididir. Buna rağmen kendisine karşı kör olabilen de bir canlıdır. Her an ölüme doğru koştuğunu gördüğü halde, ölümü kendine yakıştıramayan ve bu sebeple gündemine almayan insanın kendisine şahitliği şaibeli değildir de nedir? Bu durumda insanın şahitliği gözlerini kapamaktır. Görmek istemediği ya da kendisine yakıştıramadığı durumlara karşı gözlerini kapatarak şahitlik eder. Ama şahitlik kaçınılmazdır.
İnsan kendi gelişiminin ve büyümesinin şahididir. Büyümek sadece yaş almakla ilgili değildir hâlbuki. Büyümek, insanın kendine şahitliğinin bilincine varmasıdır. Kendi büyümesinin bizatihi şahidi olarak büyüdüğünün idrakine ermesi. Şahit olduğunu unutmadan nefeslerinin farkına varması… Bu farkına varış, her bir nefesin son derece önemli olduğunun bilgisine ulaşmak ve böylece nefeslerin şahidi olmaktır.
Şahitlik sorumluluktur. İnsan şahit olduklarına karşı sorumluluk yüklenir. Öncelikle kendisine ve sonra bir şekilde müşahidi olduğu olaylara, kişilere karşı sorumludur. İnsanı insan kılan ana özelliklerinden biri olan sorumluluk, akıl sahibi olmanın bir getirisidir. İnsanın kendine şahitliği kendisine karşı sorumlulukları, topluma şahitliği ise topluma karşı sorumlulukları doğurur. Bu sorumlukların en basiti haksızlık karşısında susmamak, düşeni kaldırmak için harekete geçmek olarak sayılabilir. Kendisine karşı sorumluluğu ise bedenine baktığı gibi aklının ve kalbinin ihtiyaçlarını da gidermektir.
Sorumluluğu üstlenmekten kaçınmak, insanın kendi şahitliğine ihanet etmesidir. Kötülük karşısında susanın dilsiz şeytan olması, şahitliğinin gereği olan sorumluluktan kaçmasının sonucudur. Var olmak, şahit olmaktır, şahit olmak ise sorumluluk üstlenmek. Üstlenilen her sorumluluk insanın aklî ve kalbî gelişimini sağlar ve sağlam bir kişiliğin oluşumuna destek olur. İnsanın kişiliği şahit olduklarının doğurduğu sorumlulukları yerine getirdikçe olumlu yönde, sorumluluklardan kaçtıkça olumsuz yönde gelişir. İnsan kişiliğinin şahididir.
İnsan, başkalarının şahitliklerine de şahittir. Çoğu bilgimiz bir başkasının şahitliğine dayanır. Her kitap bir şahitliktir. Kitaplardan öğrendiğimiz her bilgi bir şahitliğin bilgisidir. Her yazılan kitap da başka kitapların şahitliklerine dayanır. Kısaca hayat, şahitliklerimizin üzerine kurulmuştur. İnsanlık olarak şu anki bilgi seviyesine gelmemizin sebebi, bizden öncekilerin şahitliklerinde yazılan kitapların, bırakılan belgelerin varlığıdır. Aynı şekilde biz de bizden sonrakilerin şahidi olacağız. O halde şahitlik, insanî bir meseledir ve bu sebeple hakkıyla yerine getirilmelidir.
Varlık da şahittir. Her varlık (şey) var olması hasebiyle, kendisini var edenin birincil şahididir. Şeyler ya da nesneler varlık sahasına çıktıkları an, lisan-ı halleri ile kendilerini var edenin şahidi konumuna yükselir. Bu sebeple varlığa bakan göz, varlıkta var edene dair bir işaret görür ki bu da şahitlik doğurur. O halde tüm varlık, Mutlak Varlığın şahididir. Mutlak Varlık da tüm var olanların şahididir. Kur’an-ı Kerim’de bu konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah muhakkak ki kendisinden başka ilâh olmadığına şahittir. Melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri de şahittir ki O’ndan başka ilâh yoktur. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.”
(Âl-i İmrân18)
Okumak da şahitliktir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk 1) ayeti varlığın okunmasından bir şahitlik doğduğunu da göstermektedir. Kitabın, var olanların okunması başlı başına bir ilim doğurur ki, bu ilim de esasında şahitliktir. Varlığı okumak, yani insanın etrafında gördüğü şeyler hakkında tefekkür etmesi hem varlığın hem de varlığı var edenin şahitliğine sebep olur. Bilgi şahitliktir.
İnsan şahittir ama şahitliği kısıtlıdır. Zira aklı sınırlıdır. Olayların künhüne her zaman vâkıf olamaz. Yanlış değerlendirme yapmaya meyyaldir. Bu sebeple Elmalılı Hamdi Yazır meşhur tefsirinde; “Hak Teâlâ’dan başka hiçbir âlim ne kendine ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde de varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece bir yöndendir. ‘Ben benim’ diyebilen insanın bile kendi özüne uygunluğu, bütün yönleriyle tam ve mutlak ve hakka’l-yakîn değildir. Onun kendi bedenî ve ruhî varlığında daha bilmediği ve şehadet edemediği izafetlerle dolu nice yönler bulunmaktadır” diyerek hem gerçek şahidin Allah olduğunu hem de insanın şahitliğinin nâkıslığını vurgular.
Sözün özü, insan şahittir. Kalbine, aklına, fiillerine, etrafında gerçekleşen olaylara, gördüğü her bir varlığa ve varlığı var edene… Şahitlik, insan olmanın bir getirisi ve sonsuz bir imkândır. İmkânları değerlendirmemek de insanın kendi zevaline şahitliğidir.