Ebu’l Hasan Harakânî
kuddise sırruhû
Üveysî...
Dönemin gavs-ı âzamı…
Bâyezîd-i Bistâmî’nin manevi öğrencisi...
Makamı, hali, şanı ve şerefi ile eşine az rastlanan bir veli…
Ârifler sultanı Bâyezid-i Bistâmi kuddise sırruhû bir gün Rey şehrinin yakınlarına Harakan köyünün yanına gelmişti. Yanında müridleri vardı. Harakan köyünden latif bir manevi koku geldiğini hissetti. Mest oldu, yüzünün rengi değişmeye başladı. Kâh kızardı, kâh sarardı, kâh bembeyaz oldu. Yanındaki müridlerine şöyle dedi:
– Hz. Peygamber Efendimiz’e Yemen tarafından gelen koku gibi bana da bu Harakan köyünden manevi kokular geliyor. Bu tarafta bir dost kokusu var. Sanıyorum ki bu köyden mana âleminin bir sultanı yetişecek.
Ebu’l-Hasan Harakânî hazretleri 963 yılında dünyaya geldiğinde Bâyezid-i Bistâmi kuddise sırruhû vefat etmişti. Ebu’l Hasan hazretleri her gün onun kabrine gider, yol boyunca Kur’an okur ve Bâyezid hazretlerinin ruhuna hediye ederdi. Kabrin başında edep ve hürmetle dikilir, râbıta ederdi. Manevi bütün talimatları o esnada alırdı.
Kabirden ayrılmadan önce şöyle dua ederdi:
– Allahım. Bâyezid’e ihsan ettiğin ilimlerden, büyüklüğünün hakkı için kulun Ebu’l Hasan’a da ihsan eyle.
Bir gün İbn-i Sîna, Harakan’a, Ebu’l Hasan hazretlerini ziyarete geldi. Onu evde bulamayınca hanımına nereye gittiğini sordu. Hanımı kocasının ormana gittiğini söyledi ve hakkında küçük düşürücü laflar etti. Çünkü kocasının manevi mertebesine, büyüklüğüne inanmıyordu.
İbn-i Sîna ormana doğru giderken yolda Ebu’l Hasan ile karşılaştı. Arkasından sırtına odun yüklenmiş, Ebu’l Hasan’ı takip eden bir aslan geliyordu.
– Bu hal nedir, diye sordu.
Ebu’l Hasan şöyle cevap verdi:
– Evimdekinin sıkıntısını, belâ yükünü taşıdığım için Allah da bu aslana benim yükümü taşıtıyor.
Gazneli Mahmud, Harakan köyü yakınlarına geldiğinde bu büyük velîyi ziyaret etmek istedi. Onun manevî kemâlini yoklamak için elçilerinden birine şöyle emretti:
– Harakânî hazretlerine git. “Gazne sultanı ziyaretine gelecek. Müridlerinizle beraber onu karşılamaya çıkın” de. Eğer tereddüt ederse “Allah’a, Resûlü’ne ve idarecilerinize itaat edin...” (Nisâ 59) ayetini hatırlat.
Elçi kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Harakânî hazretleri şöyle dedi:
– Sultan Mahmud’a de ki: “Ebu’l Hasan Allah’a itaat edin! emriyle o kadar meşgul ki Resûlü’ne itaat edin emrini bile hakkıyla yapamıyor. Seninle ilgilenecek hali ise hiç yok.
Bu sözler Gazne sultanına çok tesir etti. Yanındakilere;
– Kalkın şeyhin huzuruna varalım. Bu zât diğerlerinden çok farklı. Bizim bildiğimiz kimselere benzemiyor, dedi.
Huzura varınca Gazneli Mahmud;
– Bana nasihatte bulun, dedi.
Hazret;
– Dört şeye dikkat et. Takva, cemaatle namaz, cömertlik ve halka şefkat, diye cevap verdi.
Gazne sultanı ve adamları ayrılırken Ebu’l Hasan onları ayakta uğurladı. Sultan Mahmud;
– Geldiğimde iltifat etmemiştiniz, şimdi ise ayağa kalkıyorsunuz, dedi.
Harakânî hazretleri şöyle cevapladı:
– Gelirken sultanlık gururuyla ve bizi sınamak için gelmiştin. Şimdi ise gönül kırıklığı ve dervişlik haliyle gidiyorsun. Daha önce sultan olduğun için kalkmadım. Şimdi derviş olduğun için kalkıyorum.
Şöyle dua ederdi:
“İlâhî! İnsanları incittiğim zaman beni görür görmez yollarını değiştiriyorlar. Seni o kadar incittiğimiz halde sen yine bizden yüz çevirmiyorsun!”
Derdi ki:
“Türkistan’dan Şam’a kadar olan yerlerde birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.”
Derdi ki:
“Sabahleyin yatağından kalkan âlim ilminin artmasını, zâhid ise zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşimin gönlünü neşelendirme, onu sevindirme derdindeyim.”