Aramak

Hüseyin H. Arslan

HURDA

MOTOSİKLET

Onun hikâyesini bir gün yazarım, demiştim kendi kendime. Ne zaman görsem hâlâ neden yazmadığıma hayıflanırdım, güzel bir hikâye çıkar diye ümit ediyordum. 

Hurda haline rağmen niye orda durup durduğunu bilmiyordum. Kafamda bir şeyler kuruyordum her gördüğümde. Her seferinde yeni bir hikâye. Öyle ki belki gerçek hikâyesini öğrensem inanmaz, kurguladıklarıma tutunurdum yine de. Çünkü kurgularımız bizimdir. 

Hayatta çoğu zaman kendi kurgularımıza inanırız. Hakikat olabildiğine yalın ve serttir. Bu sebeple cesareti olmayanlar kaçarlar ondan. 

Ben de öyle yaptım. Kurgularım bana yetti. Üstüne kendimce nice hikâyeler yazdığım o motosikletle ilgili gerçekleri öğrenmeye hiç uğraşmadım. Bazen sahibini orada görüyor olmama rağmen. 

Çarşıya inerken kullandığım yolun üzerinde, iki katlı bir binanın önünde duruyor. Ne zamandır orada bilmiyorum. Dikkatimi, sahibinin başında uğraştığı bir gün çekmişti. Yanında torunları mı, çocukları mı, yoksa mahalleden meraklı komşular mı olduklarını bilmediğim ufaklıklar da vardı. Meraklı gözlerle adamı izliyorlardı. 

Tamir dedim ama daha çok onu toparlamaya çalışıyor gibiydi adam. Etrafta takılmayı bekleyen bir sürü parça vardı. Boyası yer yer dökülmüş açık mavi bir motosikletti. Yanına takılabilen bir kişilik yolcu sepeti kenardaydı. Motorunu hep sökülmüş olarak görüyordum ama o gün yerinde miydi şimdi hatırlamıyorum. 

O gün, oradan öylece geçerken burada bir hikâye olması gerektiğini düşündüm. Gerçeğin ne olduğunun önemi yok, burada tamamen benim ürettiğim bir hikâye yazılmayı bekliyor! Asıl eksik olan bu. 

Neden uğraşıyordu bu adam bu hurda motorla? Aklıma ilk gelen kurgusal cevap, adamın emektar motorunu hayata döndürüp, vefasını göstermek istiyor olabileceği idi. Bu motor belki adamın ilk aracıydı. Onunla nice hikâyesi, hatırası vardı. Belki bu motor ona babasından yadigârdı. Belki eşini ilk kez bu motorla evine getirmişti. Ya da ilk çocuklarının doğumu için hastaneye bu motorla yetiştirmişti. Belki de uzun yolculuklar yapmış, nice maceralar yaşamıştı. 

İnsan bazen eşyalarına böyle bir vefa duyar. Hatıraları yüklüdür onda çünkü. Vefa bir duygudan ibaret değildir neticede; korumayı, kollamayı, onarmayı gerektirir. Belki adam bunu yapıyordu. Öyle olmalıydı. 

Siz bana bakmayın, hepsi kurgu işte. Böyle durumlarda hangisini şık buluyorsanız seçebilirsiniz. Siz de yaşadıklarınıza, gördüklerinize böyle kurgular yapmakta özgürsünüz.

Fakat ben kendi yazdığım hikâyelerle yetinemedim işte. Bir gün, yine oradan geçerken, yine adam motorla uğraşırken başında duruverdim. Selam verdim, aldı.

– Kusuruma bakmayın, dedim, hayli zamandır ilgimi çekiyor. Böyle ıskartaya çıkmış bir motorla neden uğraşıp duruyorsunuz?

Adam çömeldiği yerden doğruldu, elindeki ingiliz anahtarını selenin üzerine koydu. Buz gibi bir sesle;

– Ben, dedi, bunu hurdalıkta buldum. Eğer tamir edebilsem satacağım. İhtiyacım olduğundan değil, bu devirde üç kuruş da olsa para paradır!

Kurgularım bütün ağırlığıyla birlikte bir anda içime çöküverdi. Bir şey diyemedim. Soğuk bir “kolay gelsin”le yürüdüm gittim.

Anladım ki yalın gerçekliği romantize etmek bir oyalanma biçimiymiş. Onunla yüzleşmek, avunup durduğu oyuncağı zihnin elinden çekip almak imiş.

Bu hayal kırıklığı kendi hurda motosikletlerimi düşündürdü bana. Dışarıdan bakıldığında şık görünen, yakışıklı duran kimi ilgilerimin arkasında hangi sert gerçeklerin olabileceğini...

Ürperdim. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy