Aramak

Başyazı

Kadere Gizli İtiraz

Yüce Rabbimiz, Kitab-ı Kerimi’nde mealen şöyle buyurur: “Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara verdiği şeylere haset mi ediyorlar? Muhakkak ki biz İbrahim’in soyuna kitap ve hikmet verdik. Ayrıca onlara büyük bir mülk ve saltanat da verdik.” (Nisa 54)

Haset, başkasının sahip olduğu maddi veya manevi nimetleri çekememek, kıskanmak ve o imkânın elinden gitmesini istemektir. En tehlikeli manevi hastalıklardan biridir.

Yüce dinimiz müminleri hasetten sakındırmıştır. Birçok ayet ve hadis hasedin zararını bildirmiştir.

Mevlâ Teâlâ her kuluna farklı nimetler bahşeder. Bu farklılık hem nice hikmetlerle doludur hem imtihan gereğidir. İnsan bir takım maddi nimetlere ulaşmak ister, çabalar fakat elde edemez. Bir müddet sonra işin hikmetini anladığında ise haline şükreder. 

Bunun en bariz örneği, Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Musa aleyhisselâmın kavminden ve yakın akrabası olan Karun’un ibretlik kıssasında haber verilir.

Karun öyle zengindi ki hazinelerinin anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir topluluk ancak taşıyabilirdi. Böyle olağanüstü bir zenginliğin sahibi olarak gücü ile böbürleniyor, hak hukuk tanımıyor, kendisini ikaz edenlere kulak asmıyordu. Karun’un bu gücünü ve ihtişamını görenler; “Keşke ona verilenin benzeri bize de verilseydi! O ne kadar şanslı!” diyor, imreniyorlardı. 

Nihayet Allah Teâlâ ilâhî bir ceza olarak Karun’u bütün servetiyle birlikte yerin dibine batırdığında, daha dün onun yerinde olmayı isteyenler bu defa şöyle demeye başladılar: 

“Yazıklar olsun bize! Demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol, dilediğine de kısıtlı veriyormuş. Allah lütufta bulunmuş olmasaydı bizi de yerin dibine geçirmişti. Vah ki vah! Demek inkârcılar iflâh olmazmış!”
(bkz. Kasas 76-82)

Tarihten ve yaşadığımız çağdan bunun gibi daha nice örnekler karşısında Allah Teâlâ’nın vermesinde de vermemesinde de hikmetler olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla akıllı kişi kimde ne olduğu ile değil; kendisi ile, kendi imtihanıyla ilgilenmelidir.

Haset, Allah Teâlâ’nın takdirine gizli bir itirazdır. Bazılarına daha çok vermesine kızgınlıktır. Halbuki mülkün sahibi O’dur. Birçok ayet-i kerimede bütün mülkün Allah Teâlâ’nın tasarrufunda olduğu, dilediğine verip dilediğinden çekip aldığı haber verilir. O dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır.
(bkz. Âl-i İmrân 26)

Bizim şer sandığımız nice şeylerde hayır, hayır sandığımız bazı şeylerde de şer olabilir. Her şeyin hikmetini yalnız O bilir, biz bilemeyiz. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurur ki: “Bir insanın kalbinde iman ile haset bir arada bulunmaz.” (Nesâî, Cihad 8) Demek ki hasedin kalpteki imanın durumu ile irtibatı var. İmanın gereği haset etmemektir.

İnsanlık tarihinde ilk haset eden, Hz. Âdem aleyhisselâmın oğlu Kabil’dir. Allah Teâlâ’nın, kardeşi Habil’e verdiği nimeti kıskandı, haset etti, başkaldırdı. Babasının uyarı ve öğüdüne kulak asmadı. İçinde beslediği haset büyüdü; kin, nefret ve düşmanlığa dönüştü. Nihayet kardeşinin canına kıydı ve böylece yeryüzünde ilk işlenen günahın sahibi oldu. Kabil’i günaha sürükleyen sebep haset idi. Bu kötülüğü sebebiyle Hz. Âdem aleyhisselâmın huzurundan kovuldu. Kötü nesiller yetiştirerek yeryüzünde şerrin yayılmasına sebep oldu.

Allah Teâlâ’nın seçip risalet vazifesi verdiği peygamberlere de haset edilmiştir. Onlar inkârcılar tarafından bu makama layık görülmemiş, alaya alınmış, hor görülmüştür. Son Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi de inkârcıların bir kısmı hasetleri yüzünden reddetmişler, şirk ve küfür karanlığından çıkamamışlardır. Üstelik bu hasetçiler O’nun doğruluğundan, mükemmel ahlâkından emin idiler.

Bu kişiler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nübüvvete layık olmadığını ileri sürüyorlardı. Kendileri gibi zenginlik ve güç bakımından önde gelenler varken O nasıl peygamber olabilirdi? Peygamberlik verilecekse buna ancak kendileri layık olabilirdi. Hâlbuki bu kişiler Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemi kendi çocukları gibi tanıyor, kendisine indirilen ilâhî vahyin hak olduğunu çok iyi biliyorlardı. Fakat hasetleri O’nu kabul etmeye engel oldu.

Şu halde haset, hakkı tasdik etmeye engel olan bir perdedir. O perde kalbe inerse hakikati idrak ve tasdik kabiliyeti elden gider.

Efendimiz aleyhisselâm ümmetini hasetten şiddetle sakındırmış, bu hastalıktan korunmalarını istemiştir. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Hasetten sakının. Şüphesiz haset, ateşin odunu yakıp tükettiği gibi iyi amelleri yakar, bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 44)

Haset, manevi kalbi tuttuğu için gözle görülmeyen sinsi bir hastalıktır. Kurtçukların koca bir ağacı kurutup devirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.

Haset sahibi tehlikelidir. Çekemediği kişinin zarar görmesi için çabalar durur. Haksızlık, gıybet, iftira, yalan gibi nice günahlara da sürüklenir. Başka nicelerini de günahına ortak eder. Hasedi onu yer bitirir, Allah’ın takdirinin önüne de geçemez. Elinde kalan tek şey kendi zararı ve iflasıdır.

Bu sebeple Cenâb-ı Mevlâ, Habibi’ni hasetçilerden gelecek zararlardan sakındırmış ve Felâk suresinde “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden sabahın Rabbi’ne sığınırım” (Felâk 5) şeklinde dua etmesini öğretmiştir. Bu dua O’nun ümmeti için de bir rahmettir. 

Başkasında bulunan nimetleri görüp, güzel bir niyetle onların kendisinde de olmasını dileme durumuna “gıpta etmek” denilir. Bu haset değildir. Gıpta etmede, haset duygusunda olan nimetin kişinin elinden gitmesi isteği, çekememezlik, düşmanlık ve kötü niyet yoktur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: 

“Sadece şu iki kişiye gıpta edilir: Biri Allah’ın Kur’an öğrettiği kimsedir. Bu kişi gece gündüz Kur’an okur. Komşusu onun okuyuşunu duyunca ‘keşke şu kişiye lütfedilen bu nimet bana da verilseydi, ben de onun gibi amel etseydim’ der. Diğeri ise Allah’ın mal verdiği, o malı hak yolunda harcayan kimsedir. Onu gören biri, ‘keşke falancaya verilen bana da verilseydi de, ben de onun gibi amel etseydim’ der.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 20)

Efendimiz aleyhisselâmın şu ikazı bütün dargınlıkları bitiren, huzuru temin eden, Allah Teâlâ’nın rızasına ulaştıran tesirli bir ilaçtır: “Birbirinize kin beslemeyin, haset etmeyin, sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!”
(Buhârî, Edeb 62)

Mevlâ Teâlâ Müslümanları bütün kalbî hastalıklardan, özellikle de haset etmekten ve haset edenin zararına uğramaktan muhafaza eylesin. 

Tevfîk ve inâyeti ile… 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy