Aramak

Derviş Bohçası

Akıl

Sözlüklerde “alıkoymak, bağlamak, engellemek” gibi anlamlara gelen “akıl”, düşünmeyi, anlamayı ve kavramayı sağlayan, insana özgü vasıftır. Hâris el-Muhâsibî, aklın Allah tarafından iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmesi için insana doğuştan lütfedilen bir özellik olduğunu ve sadece etkileri ile bilenebileceğini söyler. Genel olarak âlimlerimiz, aklın ilâhî hitabı anlamaya yarayan araç olduğunu belirtir. 

Kur’an-ı Kerim’de aklın görevi, akıl sahiplerinin özellikleri, aklını kullanmayanların düşeceği durumlar ve tefekkür etmenin önemi ile ilgili pek çok ayet-i kerime vardır. Kur’an’da akıl; insanı Allah’a kulluğa, tevhide, dolayısıyla imana yönlendiren bir vasıta olarak öne çıkar. 

“Şüphesiz ki, Allah katında canlıların en şerlisi, (ilâhî gerçekleri) düşünüp anlamayan o sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfâl 22)

“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Şüphesiz âhiret yurdu korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?” (En’âm 32)

“O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.” (Yunus 100) gibi pek çok ayet-i kerimede Allah Teâlâ akletmenin önemini vurgulamış ve aklını kullanmayanların sonunu haber vermiştir. 

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ise, “Gerçekten akıllı kişi, nefsinin kötü arzularına hâkim olup âhireti için çalışandır. Aciz kişi ise, hevâ ve heveslerinin kurbanı olup Allah’tan olmayacak şeyleri isteyendir.” (Tirmizî) buyurarak akıllı kişinin ana özelliklerini belirtmiştir.

İnsanın duyma ve görme yetisinin bir sınırı olduğu gibi aklının da sınırı vardır. İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyh, aklın da aciz olduğunu ve bu sebeple kendisi gibi olan aciz varlıkları bilebileceğini söyler. Âlimlerimiz, aklın sınırları sebebiyle Allah’ın zâtını düşünmemesi gerektiğini, çünkü buna gücünün yetmeyeceğini; O’nun isim ve sıfatlarını düşünerek Allah’a dair gerekli bilgiye ulaşılabileceğini söyler.

Sûfîler, nefs terbiyesi sayesinde aklın en üst düzeye çıkacağını, şehvetlerin ise insanı aklından uzaklaştıracağını söylemişlerdir. Ebû Ali es-Sakafî hazretleri, “İstekleri ağır basanın aklı devreden çıkar” derken, Hakîm Tirmizî de, “Akıllı kişi, Rabbi’ne karşı takva sahibi olan ve kendisini hesaba çekendir” diyerek nefs ve akıl ilişkisine değinmişler, nefs terbiyesinin önemini dile getirmişlerdir.

Cafer-i Sâdık hazretleri, Ebu Hanife rahmetullahi aleyhe “Akıllı kimdir?” diye sorduğunda, “Hayır ile şerri ayırt edendir” cevabını alır. Bunun üzerine “Hayvanlar da bunu yapabilir; döven ile yem vereni birbirinden ayırırlar. Peki, bu durumda akıllı kimdir?” deyince bu sefer Ebu Hanife şu cevabı verir: “İki hayır ile iki şerri birbirinden ayırıp, iki hayırdan daha hayırlısını, iki şerden ise daha zararsız olanını tercih edendir!”

Yahya b. Muâz er-Râzî hazretleri akıllı kimseleri üçe ayırır: 

Dünya kendisini terk etmeden önce kendisi dünyayı terk eden,

İçine girmeden önce kabir için hazırlık yapan,

Rabbi’ne kavuşmadan önce O’nun rızasını kazanan!

Ebû Süleyman Darânî kuddise sırruhû hazretleri buyurur ki: 

“Akıllı kimse ameline bakıp nasıl kendisini beğenir ki? Aslında amel de Allah’ın bir lütfudur, O’na şükür de yine O’nun ihsanıdır.” 

Bu söz akıl ve tevazu ilişkisinin altını çizer. Gerçekte aklın kendisi, onu taşıyan beden Yüce Yaratıcı ile kaimdir; O’nun eseridir. Aklın sevk ettiği hayırlı işleri, bu nailiyete teşekkürü ihsan eden yine O’dur. Böyleyken aklın kibre kapılması, bildiğini iddia etmesi, çıkarımlarına güvenmesi saçmadır. Akıl bir tartı aracıdır; akıllı kişi iyiyi kötüden ayırır, kendi fiillerini sorgulayarak dünyada huzuru âhirette saadeti bulabilir.

Ahmed bin Asım Antâkî, “En faydalı akıl Yüce Allah’ın nimetini sana tanıtan, buna şükretmek için sana yardımcı olan ve nefsinin heveslerine karşı durandır.” der. Bir başka sûfî ise, “Akıllı bir kimseye gereken, zamanını bilmek, dilini korumak ve kendi hâline yönelmektir” diyerek, aklın kulluk için kullanılabilecek bir araç olduğunu hatırlatırlar. Bu sözler “Aklınızı kullanasınız diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor.” (Bakara 242) ayet-i kerimesini esas almaktadır.

İbn Acîbe el-Hasenî hazretleri aklın üç belirtisini şöyle sıralar: “Takva, doğru sözlülük ve kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi.” O halde bir insan gereksiz işlerle vaktini öldürüyor, Allah’tan gereğince sakınmıyor ve yalan söylemekten çekinmiyorsa aklını kullanmıyor demektir. Aklını kullanmayan kişilere ise ahmak denir. 

Sûfîler aklı bu kadar çok övmelerine rağmen sınırlarını da iyi bilirler. Bu sebeple Mevlânâ hazretleri aklı “Allah’ın yarattığı en yüce varlık”, “doğru yola ulaştıran bir yoldaş”, “gönül padişahının veziri” gibi sıfatlarla överken, aklın dostun aşkıyla kurban edilmesi gerektiğini de belirtir. Yine “Akıllara bir yol gösterici gerek. Her yolda böyledir bu. Hele deniz yolu olursa. Kalk da yolu vurulmuş kervana bir bak; her yanda kaptan kesilmiş bir gulyabani var.” diyerek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme uyulmadıkça aklın bir fayda vermeyeceğini hatırlatır. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy