Aramak

Editörden

Dedem Ne Derdi?

Bugün millet olarak içinde bulunduğumuz duruma dair hemen hemen bütün açıklamalarda bir kırılma noktası olarak Tanzimat Fermanı’ndan söz edilir. Doğrudur; 1839 senesinde Sultan Abdülmecid’in iradesi ile Batılı elçilerin de katıldığı bir törenle okunan bu belge, bizim Batılılaşma kararımızın resmî tescilidir. Bundan sonra Batılı kriterlere göre reformların yapıldığı yıllar Tanzimat Devri olarak adlandırılıyor.  

Tanzimat uygulamaları devlet kurumlarında, hukukta, eğitimde, sosyal hayatta pek çok dönüşümün başlangıcı oldu. Ahali ise, doğal olarak olan biteni kendince anlamaya, yorumlamaya çalışıyordu. İlan edilen fermanda bir madde vardı ki, halka göre adeta işin özünü ve özeti bundan ibaretti: “Bundan gayrı mülk-i Osmânî dâhilinde gâvura gâvur denmeyecek.”

Gâvura gâvur denilmemesi meselesinin o günün şartları ve bağlamıyla sınırlı olduğunu düşünürsek hata etmiş oluruz. Tanzimat Fermanı ile resmen dâhil olduğumuz kültür, kelimelerimize hatta topyekûn dilimize de tasallut etti. “Dil devrimi”ne maruz kaldık. Bizim vahiy kaynaklı anlam ve değerlerimizin taşıyıcısı olan kelime ve kavramlar ya tamamen tedavülden kaldırıldı ya da yerine derinliksiz, çiğ, ancak kabile yaşantısını ifadeye elverişli kelimeler konuldu.

Günümüzde süreç bitmiş değil. Kılık değiştirerek devam ediyor. Mesela “kâfir” kelimesi… İslâm akaidi kaynaklıdır ve iman esaslarının tamamını veya bir kısmını reddeden kişiler için kullanılır. Hem anlamı hem kulağa gelişi bakımından sert ve iticidir. Şimdilerde kelimenin bu iticiliğinden kurtulmak için olsa gerek, “ateist”, “deist” gibi sıfatlar tercih ediliyor. Kâfir kelimesi ise ayıp, geri kafalı, bağnaz görülüyor. Aynı dönüşüm, Türkçede adıyla sanıyla ifade edilen kimi sapkınlıklar için de geçerli. “Eş…” ön takısı almış bazı kelimeleri hatırlayın, sonra aslında bu duruma biz ne diyorduk diye düşünün.

Yine mesela, artık “zina” kelimesi yerine kullanılan “ilişki” ve benzerlerini düşünün. Tuhaf değil mi, kelime gidince dinin şiddetle yasakladığı o çirkinlik de hayatın olağan akışına monte edilmiş oluyor.  

Demek ki mevzu ille de bizim yerli kelimeler mevzusu değil. Dinimizle, şeriatımızla irtibatı olan kelimeler terk edilip, yerine irtibatsız, sadece durumu ifade eden kelimeler konulduğunda dile getirdiği çirkinliği sıradanlaştırıyor, hatta meşrulaştırıyor. Sonra iş dönüp dolaşıp “tercih meselesi”ne dönüşüyor. Ve işte hayat böyle böyle değişiyor.

Bu yüzden şöyle bir teklifte bulunabiliriz: “Karşı karşıya olduğumuz şu meseleyi tarif etmek için mesela dedemiz ne derdi, hangi kelimeyi kullanırdı?” sorusunu soralım. Sanıyorum bulduğumuz cevap o meseleyi net görme imkânı bulacağız.

Kasım sayımızda buluşmak üzere inşallah.

SABAHATTİN AYDIN / saydin@semerkand.com

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy