DİN KELİMESİNİN ANLAMI
Dinin “şeriat” kelimesiyle Kur’ân-ı Kerim’de ifadelendirilmiş olması, dinin bütün esaslarının bir kural ve kaideyle bağlı olması anlamına gelmektedir. Kurallar ve kaideler ise keyfi tutumların önüne geçmek için ihdas edilmiştir. Buna göre Allah’a ibadetlerimiz, beşerî münasebetlerimiz, yaşadığımız dünya ile ilişkilerimiz keyfi değil, kurallar çerçevesinde belirlenmiş demektir.
İnsan daima “Bu dünyadaki görevim nedir, dünyaya neden gönderildim?” gibi hayata dair sorulara cevap bulma arayışı içinde olmuş ve kendisinden yüce bir varlığa bağlanma, sığınma ihtiyacı hissetmiştir. İnsanın bu sorularına ve ihtiyaçlarına din cevap verir.
Din kelimesi, sözlükte “borç almak veya borçlanmak, karşılık” anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de 92 kez geçen bu kavram; “itaat etmek, teslim olmak, ibadet, karşılık ve düzen” anlamlarında kullanılmıştır. Genel çerçevede ise din, kul ile yaratıcısı arasındaki münasebeti düzenleyen esaslardır.
Mekkî ve Medenî surelerde din kavramının anlamı farklılık arz etmektedir. Mekke döneminde din, ilâhî vahyin muhatabı olan Mekkeli müşriklerin zihninde şeriat kuralları anlamında din tasavvuru bulunmaması sebebiyle “zamanın sahibi, kural koyan ilâhî otoriteye teslim olma ve O’na itaat etme, ceza-mükâfat” anlamlarında kullanılmıştır.
Ancak Medine döneminde ilâhî hitabın muhataplarından olan Yahudiler ve Hıristiyanlarla münasebetler başladığı için, din kelimesi “hayat nizamı” yani “şeriat” anlamında kullanılmıştır.
Tercih edilen, bilerek seçilen
Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle iyi olanı tercih etmeye sevk eden ilâhî kurallardır. (Yazır: I/202) Bu tanıma göre dinin temel şartı akıl ve iradedir. Eğer insanda hayatını idame ettirecek seviyede akıl yoksa dinle sorumlu değildir.
İrade olmadan, zorlanarak dini yaşamak ve kabul etmek de mümkün değildir. Buradan hareketle bir insan bağlı olduğu dinin vecibelerini yerine getirmede zorlansa, dinine tam teslimiyetle bağlanmamış demektir.
Onun için Hak Teâlâ “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğrulukla eğrilik apaçık ayrılmıştır. Artık her kim ‘tağut’u inkâr edip Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan sağlam bir tutamağa yapışmış olur. Allah her şeyi işitir, bilir.” buyurmaktadır. (Bakara 256)
Bu ayetin mensuh, yani lafzı baki olmakla birlikte hükmü kaldırılmış olduğuyla ilgili görüşler olsa da bu doğru değildir.
Din, zorlama olmaksızın gönülden bağlanılan bir ilâhî yoldur. Çünkü din; inanç, bilgi ve amelden oluşan bir bütündür. Zorlamayla insanların inanmaları sağlanamaz. İman kalbin tasdiki/onayıdır ve kalpte olanı kişinin kendisinden başkası bilemez.
“Dinde zorlama yoktur” ifadesiyle başlayan Bakara suresinin 256. ayeti, Medine’de bulunan ve çocuklarıyla ilgili adakta bulunan Ensar’dan bazı aileler hakkında nâzil olmuştur. İslâm’dan önce bu aileler, eğer çocukları olursa onları Yahudi veya Hıristiyan yapacaklarına söz vermişlerdi. Çünkü çocuklarının müşrik olmasındansa Yahudi veya Hıristiyan olmalarını istiyorlardı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemle birlikte Medine’ye İslâm gelince bu aileler Müslüman oldular. Ancak çocukları Müslüman değillerdi. Onları Müslüman olmaya zorladıklarında ayet inmiştir. (Taberî: V/408)
Bu ayet bir yönüyle çocuk eğitimine dair önemli ipuçları vermektedir. İslâm dininin güzellikleri ebeveynler olarak anlatılmalı ve ev ortamında yaşanmalıdır. İslâm’ın öğrenildiği en doğal ortam çocuğun büyüdüğü evidir.
Ebeveynler çocukların en önemli rol modelleridir. Gençlerin akıllarını çelebilecek şeylerin çok fazla bulunduğu günümüzde çocukların İslâm’ı doğal ortamları olan evlerinde zorlamadan ve nefret ettirmeden öğrenmeye her zamankinden daha çok ihtiyaçları vardır.
Bütün peygamberlerin ortak mesajı
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Dinden Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyeylediğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye kıldığımızı sizin için şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin...” (Şûra 13)
Bu ayet, Peygamberimiz’e kadar gelen temel esasların insanlığın dünyadaki serüveniyle birlikte başlayan bir gerçeklik olduğunu bildirir. İlâhî mesaj, Hz. Adem aleyhisselâmla başlayarak Allah’ın elçileri tarafından çeşitli zamanlarda insanlara hatırlatılmıştır. Din bütün peygamberlerin tevhid temelindeki mesajlarıdır. Yani Allah Teâlâ ilâh, Rab ve Mabud olarak tektir. Hiçbir eşi ve benzeri yoktur.
İlgili ayetler dikkatli bir şekilde okunduğunda İslâm’daki birçok ibadetin Kur’an’da belirtilen bütün peygamberlerin risaletinde yer aldığı görülecektir. Mesela namaz Kur’an’daki birçok peygamberin tebliğ ettiği bir ibadettir.
“Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resul, bir nebî idi. Ailesine ve yakınlarına namazı ve zekâtı emrederdi. Ve o, Rabbi’nin katında beğenilmiş, hoşnutluğa erişmişti.” (Meryem 54-55)
Allah’ın bir mucizesi olarak Hz. İsa aleyhisselâm bebek olduğu halde konuşmuş ve dudaklarından dökülen ilk sözlerinden biri namaz olmuştur.
Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı. Bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.”
Din, millet, şeriat
Kur’an-ı Kerim’de din kavramı “millet ve şeriat” anlamında da kullanılmıştır. (Yazır: I/200) Millet, kelime olarak gidilen yol demektir. Bu kelime çoğunlukla “Millet-i İbrahim” terkibiyle Kur’an-ı Kerim’de on beş yerde geçmektedir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi veselleme gelen risaletin, özü itibarıyla Hz. İbrahim aleyhisselâmın tebliğ ettikleriyle aynı olduğunu bildirmek için “millet” kelimesiyle ifade edilmiştir. İlgili ayetler okunduğunda Hz. İbrahim aleyhisselâmın milletinin/dininin, hanif ve tevhid inancı olmak üzere iki temel özelliği olduğu görülecektir.
“Allah yolunda O’na yaraşır biçimde savaşın. O sizi seçti ve dinde size bir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim’in milletine/dinine (uyun). O, bundan önce bu kitapta da size ‘Müslümanlar’ adını verdi ki Elçi sizin üzerinize tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanık olasınız. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. Çünkü O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!” (Hac 78)
Millet ve din kavramı sanki bir gerçeğin iki farklı görünümü gibidir. İlâhî kurallar kendisine uyulması itibarıyla din, insanları etrafında toplaması itibarıyla millettir. (el-Cürcânî: 105)
Din, toplumda ortak akıl, ortak vicdan ve ortak iman oluşturan, insanları bir arada tutan değerler bütünüdür. Mesela şehitlik milletimizin ortak değeridir ve Kur’anî bir kavramdır. Kur’an dilinde Allah yolunda ölene cennette kendisine verilecek nimetlere şahit olacağı için şehit denilmiştir.
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar. O şehitler Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetlerle sonsuz bir mutluluk duyarlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Âl-i İmrân 169-170)
Şeriat, kelime kökeni olarak suya giden yol veya insanların suya ulaşmak için kullandıkları yol demektir. Nasıl ki insan gittiği yolun sonundaki sudan susuzluğunu gideriyorsa, hayat kaynağı olması itibarıyla dinin koyduğu kurallarla insanlar hayat bulmaktadır. Sanki kaynağının sağlamlığı ve güzelliği sebebiyle hak yola götüren ilâhî yola şeriat denilmiştir. (el-İsfehânî: 450)
Dinin şeriat kelimesiyle Kur’ân-ı Kerim’de ifadelendirilmiş olması, dinin bütün esaslarının bir kural ve kaideyle bağlı olması anlamına gelmektedir. Kurallar ve kaideler ise keyfi tutumların önüne geçmek için ihdas edilmiştir.
Buna göre Allah’a ibadetlerimiz, beşerî münasebetlerimiz, yaşadığımız dünya ile ilişkilerimiz keyfi değil, kurallar çerçevesinde belirlenmiş demektir. Mesela namazın şartları ve rükûnları, vakitleri, hangi hallerde bozulduğu belirlenmiştir. Hayata dair temel meseleler de bir kurallar bütünü içerisinde çözümlenmektedir. Aile hayatı, sosyal hayatımız bu kurallar içerisinde yaşanabilir olmaktadır.
Bu bağlamda Câsiye suresinin 18. ayeti bu gerçekliği açık bir şekilde ortaya koymaktadır. “Sonra da seni bütün peygamberlerin insanlığa tebliğ ettikleri bu dinde yeni bir şeriat, mükemmel bir hukuk düzeni ile görevlendirdik. Öyleyse sen de ona uy; gerçeği bilmeyenlerin istek ve arzularına uyma!” (Câsiye 18)
Din kelimesi doğrudan İslâm anlamına da gelmektedir (el-İsfehânî: 323). Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde kullanılan Dînu’l-Kayyim, Dînu’l-Hak (Sâf 9), Dînillâh (Nasr 2) ifadeleri İslâm anlamındadır. (Celâlyen: II/275) Âl-i İmrân suresi 19. ayetteki “Allah katında din İslâm’dır” hükmü üzere din İslâm’dır. Çünkü İslâm, dinin tarihsel serüveninde aslına dönmesidir. Allah’ın insanlığa bildirdiği ilâhî buyrukları kapsayan din İslâm’dır. Kendisinden önceki bütün dinlerin hükümlerini kaldırmıştır. Bunun için Hak Teâlâ buyurur ki:
“…İnkâr edenler, bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden sakının. Ben bugün dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…” (Mâide 3)
Bu ayet-i celile Veda Haccı sırasında Arefe günü ikindiden sonra nâzil olmuştur. Dinin tamam olması farzlarının, sünnetlerinin, hükümlerinin, helal ve haramlarının apaçık beyan edilmesidir. (el-Vâhidî: 7/255)
Faydalanılan Kaynaklar:
Celaleddin el-Mahallî ve Celadddin es-Süyûtî: Tefsir el-Celâleyn.
Ali b. Muhammed eş-Şerif el-Cürcânî: et-Ta’rifat.
Halil b. Ahmet el-Fürhûdî: Kitâbu’l-Ayn.
İbn Kesîr: Tefsîru’l-Kur’âni’l-Âzim.
Râgıb el-Isfehânî: el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân.
İbn Cerîr et-Taberî: Câmiu’l-Beyan an Te’vil-i Âyi’l-Kur’ân.
el-Vâhidî: et-Tefsîru’l-Basît
Muhammed Hamdi Yazır: Hak Dini Kur’ân Dili.