Toplum Nizamı
İyi bir Müslüman dinin emir ve yasaklarına son derece duyarlı, ahlâklı, içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerine saygılı, kanunlara itaatkâr olmalıdır. İslâm, bireysel iyilikten öte, toplumsal düzeni ve huzuru da hedefler. Dini yalnızca bireysel olarak yaşamak, toplumsal sorunlara karşı ilgisiz kalmak, İslâm’ın getirdiği düzen anlayışını tam anlamıyla kavrayamamak demektir.
Sonsuz kudret sahibi Cenâb-ı Hak, zerreden küreye bütün varlığı muazzam bir sistemle yaratmıştır. Her şey kendisine belirlenen düzene göre hareket eder, görevini yerine getirir.
Bütün kâinat için geçerli bu sistem insan toplulukları için de geçerlidir. Fakat diğer varlıklardan farklı olarak, Allah Teâlâ imtihan gereği insana irade ve kudret ihsan etmiş ve davranışlarında serbest bırakmıştır. İnsan da bu yetenekleriyle doğru veya yanlış kararlar alabilmekte, davranışlar ortaya koyabilmektedir. Toplumsal hayat da buna göre şekillenmektedir.
Bireylerin huzurlu, güvenli bir hayat sürdürebilmesi, azamî faydayı elde edebilmesi, içinde yaşadığı toplumun bir düzen içinde yaşamasına bağlıdır. Bu sebeple en kötü düzen düzensizlikten iyidir, denilir. Kaos ve karmaşada sadece güçlüler istediklerini elde ederler. Düzenin olmadığı yerde zayıflar ezilir, hiçbir hakka sahip olamazlar, sahip oldukları haklar ihlal edilir.
Bu nedenle İslâm, tam anlamıyla bir düzen dinidir. “Makâsıd-ı Şerîa” diye bilinen ve İslâm’ın genel amaçlarını ifade eden beş temel değerin ilki, toplumsal düzenin teminatı olan dini korumaktır. Çünkü İslâmî perspektiften bakıldığında din yoksa dinin gözettiği diğer değerler de yoktur veya tam bir güvenceye sahip değildir. Can, mal, ırz güvenliği, akıl sağlığı teminat altında değildir.
Dolayısıyla “düzen” kavramı İslâm’ın en çok gözettiği gayelerden biridir. Osmanlı’da “nizâm-ı âlem” için kardeş katline bile cevaz veren bazı âlimler dahî bu ilkeye göre hareket etmiştir.
Örf ve adet
Bir toplumda düzen sağlayan dört farklı mekanizma vardır. Çoğu defa bunlar iç içe geçtiği için anlaşılmaz.
Birincisi örf ve adettir. Kanunlar -ki buna şeriat da dâhil- toplumsal hayatın her detayını düzenlemez. Aradaki boşlukları toplumlar kendilerince doğru ve iyi buldukları davranış biçimleriyle doldurur.
Töre, teamül gibi başka isimlerle de anılan örf ve adetler bazen kanunlardan bile güçlüdür. Örf ve âdete aykırı davranışların müeyyidesi toplumsal baskıdır. İhlal edenler toplum tarafından ayıplanır, kınanır hatta dışlanır. Böyle ağır bir yaptırım sebebiyle toplumumuzda kanuna aykırı olmasına rağmen töre gereği işlenen suçlara dair hemen her gün haberler duyarız.
İslâm, örf ve âdeti önemser ve dikkate alır. İslâm’ın temel ilke ve kurallarıyla çelişmediği sürece bunlara riayet edilmesini tavsiye eder.
Ahlâk
Toplumsal düzeni sağlayan bir diğer kurallar bütünü ahlâktır. Ahlâk aslında diğer bütün kuralların da temelini teşkil eder. Müeyyidesi vicdandır. Sizden yardım isteyen birine yardım ederseniz huzur hissedersiniz. Yardım etmezseniz kimse sizi zorlayamaz, kınayamaz. Ama içiniz rahat etmez, vicdan azabı duyarsınız. Vicdan deyip geçmemek gerekir, bazen ızdırabı bir ömür boyu sürer.
Bireyler ahlâken ne kadar gelişmişse o bireylerin oluşturduğu toplum da o kadar mükemmel olur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in yaşadığı döneme “Asr-ı Saadet” denilmesinin bir sebebi de budur. Yüksek ahlâkî erdemlerle donanmış bir toplumda kanuna, polise, mahkemeye pek ihtiyaç duyulmaz. Bütün toplumlarda böyle bir ahlâk seviyesi talep edilir.
Din
Toplum hayatını düzenleyen mekanizmaların üçüncüsü dindir. Dinî kurallar da toplum hayatını düzenler. Müeyyidesi âhiret inancıdır. Yaygın anlayışın aksine, din sadece inanç ve ibadetlerle sınırlı değildir. İslâm açısından bakacak olursak, hayatı bütünüyle kuşatıcı, tüm boyutlarına ilişkin kural ve kaideler koyucu niteliktedir. Aslında diğer semavî dinler de böyledir. Ancak tahrif edildikleri için istenen görevi yerine getiremez.
Bütün dinlerde bireysel sorumluklar yanında toplumsal görevler de mevcuttur. Çünkü ahlâken mükemmel bireyler yetiştirmek için toplumsal düzenin de buna elverişli olması icap eder. Bazı kesimlerin ifade ettiği gibi, İslâm’ın sadece bireysel sorumluluklar öngördüğü, toplum ve devlet düzeni için herhangi bir öngörüsü olmadığı iddiası kesinlikle yanlıştır. Bazı dinî vecibeler bireysel olabilir, ama dinin pek çok emri, devlet olmadan gerçekleştirilemez.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye hicret etmeden önce on üç yıllık Mekke döneminde İslâm sadece itikadî, ahlâki düzenlemeler koymuş, ibadet olarak da sadece namazı farz kılmıştır. Oruç, hac, zekât gibi ibadetlerin yanında toplumsal ilişkileri düzenleyen muamelât hükümleriyle ceza hukukuna dair düzenlemeler Medine’de İslâm devleti kurulduktan sonra gelmiştir.
Müslümanları siyasî hassasiyetlerden uzaklaştırmak, toplum düzenini ilgilendiren konularda duyarsızlaştırmak, İslâm’ın kabul etmeyeceği bir projedir. Günlük siyasetin içinde olup olmamak kişinin kendisine kalmış bir tercihtir. Ancak siyasî ve toplumsal konularda duyarsız olmak, toplum düzenini belirlemede hâkimiyetin gayri İslâmî unsurların eline geçmesi demektir. Her alanda olduğu gibi siyasî ve toplumsal hayatta da Müslümanların rol alması kaçınılmazdır.
Kanunlar
Toplum düzenini sağlayan mekanizmalardan dördüncüsü ve en etkilisi kanunlardır. Müeyyidesi devletin gücüdür. Kanunlara uymayanları devlet uymaya mecbur eder.
Toplumsal hayatta asgari düzen kanunlarla sağlanır. Kanun yoksa düzen yoktur. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, kendisine ve peygamberine itaatten sonra bizden olan ulülemre yani idareye itaati de farz kılmıştır.
İslâm’ın ruhuna ve hükümlerine aykırı olmayan her türlü kanunî düzenleme Müslüman bir toplum için Kur’an ve sünnet gibi bağlayıcıdır. Kanuna itaatsizlik hoş görülmez. Aksi halde toplumda kargaşa ve kaos hakim olur, fitne fesat yayılır.
Kanunların toplum düzenini sağlamada etkili olması da diğer mekanizmalarla uyumlu olmasına bağlıdır. Kendi toplumunun dinini, örfünü âdetini, ahlâkını dikkate almayan hiçbir kanun istenen etkiyi temin edemez. Maalesef günümüzde pek çok suçun önü alınamamaktadır. Çünkü ya kanunların caydırıcılığı yoktur ya da denetim mekanizmaları eksik veya hatalıdır. Kanunları suçları önlemenin tek yolu olarak görmemek gerekir, fakat kanunların da caydırıcı nitelikte olması beklenir.
İyi bir Müslüman dinin emir ve yasaklarına karşı son derece duyarlı, ahlâklı, içinde yaşadığı toplumun örf ve adetlerine saygılı, kanunlara itaatkâr kimsedir. Dini sadece bireysel olarak iyi yaşamak ama toplumsal sorunlara karşı ilgisiz kalmak yanlıştır. Bugün ilgilenmediğimiz sorunların yarın bizim de sorunumuz olacağı açıktır.
Bozuk bir toplumsal ortamda bizim dinimizi iyi yaşamamız da mümkün değildir. Kişi kendinden ve yakın çevresinden başlayarak kademe kademe bütün dünyaya İslâm’ın değerlerini hâkim kılmanın çabası içinde olmalıdır.