Aramak

Timur Karahan

Kendi Hayatının Misafiri

Tasavvufta bazı temel esaslar var. Kemâlât yolculuğunda kişiyi olgunlaştıran, insan-ı kâmil olmak için uyulması gereken esaslar bunlar. 

Hûş der dem mesela. Allah’tan gafil bir şekilde tek nefes dahi almamak… 

Veya Nazar ber kadem. Bakışlarını kademinden yani ayaklarından ayırmamak… Hem harama bakmamak hem etrafla ilgilenip dikkatini dağıtmadan kendi yürüyüşüne, hedefine odaklanmak. 

Yahut Sefer der vatan... Beşerî özelliklerden sıyrılıp ilâhî sıfatların tecellilerine doğru yolculuk halinde olmak. 

Ya da halvet der encümen... Halk içinde Hak ile birlikte, kalabalıkların arasındayken bile ilâhî huzurda olmak.

Bizi Görselerdi

Bugünkü küresel sistemin, dünyacı kültürün dayattığı, merkezine hazzı ve çıkarları koyduğumuz bir yaşam tarzı için son derece üst düzey kavramlar bunlar. Çünkü içerisinde bulunduğumuz çağ görmeyi ve göstermeyi, beşerî özellikleri besleyen ne varsa onları öncelemeyi, kendimizi kitlelere kabul ettirmeyi öğütlüyor. Açıkça söylemek gerekirse, yeryüzüne gönderiliş gayemize uygun yaşamak artık son derece zor. 

Sahabi sonrası neslin büyük zâtlarından olan Hasan-ı Basrî Hazretleri, dönemindeki Müslümanlara şöyle diyor: 

“Bedir savaşına katılmış yetmiş sahabiye yetiştim. Çoğu zaman giysileri (en fakirlerin giydiği) kaba yündü. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin en iyilerinizi bile görseler, bunların âhirette bir nasibi yok, derlerdi. Eğer kötülerinizi görseler, bunlar hesap gününe inanmıyor, derlerdi.” 

Vefatının üzerinden yaklaşık 1300 sene geçen Hasan-ı Basrî Hazretleri bugünün iyilerini ve kötülerini görse ne düşünürdü acaba?

Kendi Hazinemiz

Eşref-i Mahlukât, yani yaratılmışların en şereflisi olarak yeryüzüne gönderilen insan, Rabbi’nden uzaklaştıkça ayet-i kerimede de buyrulduğu gibi “esfel-i sâfilîn”e yani aşağıların aşağısına dönüşüyor. Âhiretin tarlası olan dünyayı, cehennemin sermayesi haline getiriyor. 

Oysa Allah Azze ve Celle her kulunun kalbini eşsiz bir hazine olarak yaratmış. Kâinattan daha geniş ve uçsuz bucaksız. Fakat o kalp içine dünyanın tozu dumanı, nefsin zevkleri ve şeytanın fısıltıları doldukça bulanıyor. Dahası, daralıyor, burkuluyor, acı çekiyor. 

Kalp nazargâh-ı ilâhî. Âlemlerin Rabbi’nin baktığı yer. Biz onu kirletiyoruz. O nurânî cevher mâlâyâni/boş işlerle, günahlarla simsiyah oluveriyor. Hâlbuki “nazar ber kadem” yapsak, etrafa değil yürüyüşümüze odaklansak, kendi nefsimizle meşgul olsak bambaşka ufuklara kanat açacağız. Yalnızca kendimiz için değil; toplum için, insanlık için taze ümitlerin taşıyıcısı olacağız. 

Sadık Yalsızuçanlar’ın dediği gibi kalabalıklardan arındığımızda ilâhî merkeze dönecek, oraya odaklanacak ve çokluktan sıyrıldıkça ruhumuzun bereketli alanına girebileceğiz. 

Kendisini Unutan Allah'ı Unutur

Ali Ayçil, Yenilgiden Dönerken isimli kitabında, “İnsan başkalarını seyrettikçe kötürümleşir, başkalarını seyrettikçe kendi hayatının misafiri haline gelir...” diyor. 

“Kendi hayatının misafiri olmak” ifadesine dikkat çekmek isterim. Sanırım dünyada insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri bu. Kendi varlık evini mamur etmek ve gönül bahçesini eşsiz çiçeklerle süslemek varken etrafındakilerin sahip olduklarıyla meşgul olma halini anlatıyor. 

Sultan Bahaeddin Veled’e göre “Kişinin kendisiyle meşgul olması, gönlünde hazine bulduğunun delilidir.” Başkalarıyla uğraşması ise manen iflas ettiğine işaret. 

Allah, her kulu için bir hikâye yazmış. Ona irade vererek, doğruyla yanlışı ayırt etme kabiliyeti bahşederek hayat yolculuğunu başarıyla tamamlamasına imkân sağlayarak. 

Kimse başkasının günah yükünü çekmeyeceği gibi, amelleriyle de ödüllendirilmeyecek. Öyleyse başkalarının hikâyelerine ucundan kıyısından dâhil olmak için çırpınmak, manen iflas bayrağını çekmek demek. Kendi hikâyemizin kahramanı olarak yaşayıp, kendi hazinemize ulaşmaya çabalamak daha doğru olmaz mı? 

Şunu aklımızdan çıkarmayalım: Kendisini unutan Allah’ı unutur. Şeytanın, nefsinin esiri olur. Ve Haşr suresi 19. ayet-i kerimede buyrulduğu gibi yoldan çıkmışların, fâsıklar zümresinin parçası haline gelir. Ne bu dünyası huzurlu olur ne öte dünyası. Hüsran denilen hal var ya, işte bu odur. Allah korusun. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy