Aramak

Ali Yurtgezen

İstikamet
Üzere miyiz?

Nefsimizi temize çıkarmadan, hiçbir asabiyenin tesirinde kalmadan davranışlarımızı sorgulamalı; kendimize sık sık ve samimiyetle “İstikamet üzere miyiz?” diye sorup dürüstçe cevap almaya çalışmalı ki ebedi saadete götüren yolda kalabilelim.

Hûd suresinin 112. ayet-i kerimesinde, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem ile birlikte O’na ittiba eyleyen ümmeti de “müstakim”, yani “istikamet üzere olma”ya çağırılır. İstikamet üzere olmak, meallerde daha ziyade “dosdoğru olmak” şeklinde karşılanmaktadır. Bu ise ancak dosdoğru yol anlamındaki “sırat-ı müstakim”de bulunmakla mümkündür. Dolayısıyla istikamet sahibi olmak, yalpalamadan her daim sırat-ı müstakimde olmaktır ki, hayli zordur. 

Zordur, çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vessellemin, “Hûd suresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” dediği rivayet edilir. Efendimiz aleyhissâlatü vesselamı vaktinden önce ihtiyarlatacak kadar yıpratan endişenin hususen Hûd suresinin 112. ayeti olduğu söylenir. “Hud suresinin kardeşleri” ifadesiyle de yine bu ayetteki istikamet emrini vurgulayan başka ayetler yahut nefse ağır gelen mükellefiyetlerin beyan buyurulduğu sureler kastedilmektedir. 

Tefsirlerde de izah edildiği üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellemin endişesi, “kendilerine karşı çok düşkün, çok şefkatli ve merhametli” olduğu ümmetiyle alakalıdır elbette. Onların sürekli istikamet üzere olmak gibi zor bir yükümlülüğü layıkı veçhile yerine getiremeyecekleri kaygısıdır. 

Yine bu zorluk sebebiyle olmalı, beş vakit namazımızda okuduğumuz Fâtiha’daki, “Bizi sırat-ı müstakime, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” niyazıyla her gün en az kırk defa Rabbimiz’in yardımını talep ederiz. Öte yandan sırat-ı müstakimin, kendilerine iman-ı kâmil nimeti verilen peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihlerin yolu diye tanımlanması, yolun onlar gibi yürünmesi gerektiğine de delalet eder. Bu dahi zordur. 

Zor ama imkânsız değil

Lakin bir şeyin zor olması, imkânsız olduğu manasına gelmez. Kaldı ki zorluk çoğu zaman teklifin kendisinde değil, o teklife muhatap olanların itibarî kabulündedir. Şüphesiz Allah Teâlâ, bizleri ancak “gücümüzün yettiği kadarıyla mükellef kılmaktadır.” (Bakara 286) Ama güç veya kapasitemizin ne kadarına yettiğine birtakım zorluklara samimiyetle tâlip olmadan, nefsânî sâiklerle karar vermemek gerekir. Güç yetiremediğimiz mükellefiyetlerden muafiyetimiz ise o mükellefiyetlerin hilafına davranmamıza ruhsat vermez. 

Hülasa, “bir şey büsbütün elde edilemezse, tamamen terk de edilmez” fehvasınca, hepimiz gücümüz ya da kapasitemizin son sınırına kadar sırat-ı müstakimde istikamet üzere yürümek üzere gayretle mükellefiz. 

Bugün çoğu Müslümanı bu gayretten alıkoyan sebeplerden biri, sırat-ı müstakim terkibindeki yol benzetmesiyle alakalı bir anlayış problemi sanki. Evet, hepimiz ezelden gelip ebede giden birer yolcuyuz. Dünya hayatımız bu yolculuğun bir safhası. Burada Elest Bezmi’nde verdiğimiz söze sadakatle sınanıyoruz. Tuttuğumuz yol eninde sonunda bizi ya sa’idler ya şakiler zümresine dâhil edecek. 

Ancak, Cenâb-ı Erhamurrâhimîn kullarının yanlışa saparak azaba müstahak olmasını istemiyor. İmtihan gereğince yol tercihini bize bırakmakla beraber, ebedi saadete ulaştıracak yegâne yol olan sırat-ı müstakime çağırıyor bizleri. Rabbimiz’in “işte bu benim yolumdur” dediği sırat-ı müstakim, “hiçbir eğriliği ve sapması olmayan, dosdoğru, dengeli, güvenli yol” diye tarif edilse de bir ölçüler yahut kurallar manzumesidir aslında. Netice itibariyle İslâm’ın kendisidir. 

Fakat “Ben Müslümanım” demek, İslâm’ı yaşamadıkça “sırat-ı müstakimde istikamet üzereyim” demek değildir. Çünkü yol yürümek içindir. Sırat-ı müstakimdeki doğruluğu, dengeyi ve emniyeti sağlayan da Müslümanın bu yürüyüşte attığı her adımda Allah ve Resûlü’nün koyduğu ölçülere uymasıdır. 

Sırat-ı müstakimde istikamet üzere olmak sadece namaz kılmaktan, oruç tutmaktan vird çekmekten ibaret değildir.

Kur’an ve Sünnet ölçüleriyle yaşamak 

Ortada “dosdoğru bir yol” tarifinin olması o tarife uygun bir tarzda yürümeyince tutulan yolu sırat-ı müstakim kılmadığı gibi, kişiyi istikamet sahibi de yapmıyor. Yahut sırat-ı müstakimi her halükârda Kur’an ve Sünnet ölçüleriyle sürekli kat etme gayreti yerine, bir merhalesinde durup sabit bir mülk gibi sahiplenmek de istikamet üzere olduğumuz manasına gelmiyor. 

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de hep bir eylemle tarif ediliyor sırat-ı müstakim. Allah Teâlâ’ya şirk koşmamak, O’na verdiğimiz sözü eksiksiz yerine getirerek hakkıyla kulluk etmek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesselleme tâbi olmak, her hususta Allah ve Resûlü’nün belirlediği sınırların dışına çıkmamak, ana babaya ihsanda bulunmak, kötülüklerin gizlisine de açığına da yaklaşmamak, yakınlarımızın aleyhine bile olsa adaletten ayrılmamak, yetimin malına el sürmemek, ölçü ve tartıyı hakkaniyetle yapmak, tefrikadan sakınmak… sırat-ı müstakim bağlamında ifade buyurulan eylemlerin bazıları. 

Dünya imtihanımız bir yol tutuştan, yürüyüş tarzından ibaret olduğuna göre, sırat-ı müstakim mihnetsiz, meşakkatsiz bir yol da değil. Bu yolda bazen yoklukla, bazen varlıkla sınanırız. Zulme, haksızlığa uğradığımız, bir fitnenin tam ortasında kaldığımız olur. 

Müminleri azdırmak için üzerinde şeytanın pusu kurduğu bir yoldur bu. Attığımız her adımda nefsin hevâsına, dünyanın cazibesine, şeytanın iğvasına kapılmadan, Allah ve Resûlü’nün emir ve tavsiyelerine uyma hassasiyeti ister bizden. İtikadı muhafazayı, ibadette ihlâsla devamlılığı, güzel ahlâkı kuşanmayı, her durumda edepleri gözetmeyi gerektirir. 

Bütün bunlar sabır ister, azim ister, gayret ister, süreklilik ister, bedel ister. Zordur şüphesiz ama bu zorluklar, sırat-ı müstakimde istikamet üzere olmaktan imtinaya değil, ölçülere riayet hususunda teyakkuza sevk eden bir nimet bilinmelidir.

Hesaba çekilmeden evvel

Nihayet, sırat-ı müstakimin “kendilerine nimet verilen peygamberlerin, sıddîklerin, şehitlerin ve sâlihlerin yolu” diye nitelenmesi, örneklik ve irşat mükellefiyetimiz için istikamet üzere olmamızın zaruretine de işaret eder. Güzel bir örneklikle irşat mükellefiyeti ise sırat-ı müstakimde meşru olanın da ötesinde fazilet olanı tercih etmeyi gerektirir. 

Allah Teâlâ’nın sırat-ı müstakimi böyle tarif buyurması, her işimizi sulha ve ıslaha vesile olacak tarzda sâlih amel kılmaya, sâlih amellerimizi de olabildiğince güzel yapmaya teşviki de ihtiva etmektedir. Mesela; 

• Bir fazilet olarak kötülüğe iyilikle mukabele, istikamet üzere olmaktır. 

• İstikamet üzere olmak, sana kötülüğü dokunanı bağışlamandır. 

• Gelmeyene gitmek, vermeyene vermektir. 

• Cenâb-ı Mevlâ’nın lütfu kadar kahrını da hoş karşılayabilmektir. 

• Haklı olduğu bir konuda dahi fitneye, tefrikaya yol açar korkusuyla, mümin kardeşiyle münakaşadan kaçınmaktır. 

• Öfkeyi yenebilmek; hilm ile, akl-ı selim ile davranmaktır. 

• İstikamet üzere olmak, her daim iffetli, hamiyetli ve cömert olmak; sadece bollukta değil darlıkta da tasadduk edebilmektir. 

• Tevazu ve itidali elden bırakmamaktır. 

• Musibetler karşısında sabr-ı cemil; nimetler karşısında ise sadece dilde kalmayan, o nimeti veriliş maksadına uygun olarak meşru çerçevede kullanmak suretiyle fiilin de şükürdür. 

• İstikamet üzere olmak; farzlarla yetinmemek, nafilelerle Hak Teâlâ’ya yaklaştıran yola koyulmaktır. 

• Maruz kalınan her türlü mihneti yahut sıkıntıyı, kulun Allah katındaki derecesini yükseltmeye vesile birer fırsat bilip, bunlardan şikâyet etmemektir.

Sözün kısası, sırat-ı müstakimde istikamet üzere olmak sadece namaz kılmaktan, oruç tutmaktan vird çekmekten ibaret değildir. 

Bu ibadetlerin sıhhatinin de alameti olan meşruiyyet, edep ve güzellik hassasiyetini; yemeden içmeye, oturmadan kalkmaya kadar hayatın her alanında sürekli gözetme gayretidir. 

Süreklilik şartı ise yine sürekli bir muhasebe ile mümkündür. Çünkü bir kere sırat-ı müstakimde bulunmak, hep orada olunacağını garanti etmez. Çoğu zaman türlü sebeplerle sürçtüğümüz, ilâhî ölçüleri ihlâl ettiren anlık bir gafletle savrulup yoldan çıktığımız olur. 

Öyleyse nefsimizi temize çıkarmadan, hiçbir asabiyenin tesirinde kalmadan davranışlarımızı sorgulamalı; kendimize sık sık ve samimiyetle “İstikamet üzere miyiz?” diye sorup dürüstçe cevap almaya çalışmalı ki ebedi saadete götüren yolda kalabilelim.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy