Nimet Vereni Unutmamak
Yüce Allah, Müberra Kitabımız’da mealen buyurur ki:
“Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Eğer verdiğim nimete şükrederseniz elbette size nimetlerimi artırırım. Ve yemin olsun ki, eğer nankörlük ederseniz azabım çok çetindir.”
(İbrahim 14)
Allah Teâlâ her şeyi yoktan var edendir. Bütün kâinatı yaratan, nimetlerle bezeyen, türlü hikmetlerle donatan ancak O’dur.
Yarattığı ve en üstün nimetlerini bahşettiği insan; yaratanını tanımakla, şükretmekle, nimetin asıl sahibini unutmamakla, nankörlük etmemekle sorumlu kılınmıştır.
Şükür, nimet verenin yaptığı iyiliği bilmek, nimetin sahibini tanımak ve saygı duymak, ona minnettar olmaktır. Zıddı ise nankörlüktür. İnsan iki halden birindedir. Ya Allah Teâlâ’nın nimetlerine şükür halindedir ya da nankörlük halinde.
Yüce Allah kullarına sayılamayacak kadar nimet bahşetmiştir. O şöyle buyuruyor: “Eğer siz Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız buna güç yetiremez, sayamazsınız.” (Nahl 18)
Böyle bir nimet deryasında yaşarken insan başına gelen zorluk ve sıkıntı karşısında isyan etmemeli, nankör davranmamalı, şikâyetçi olmamalıdır. Hatırlamalıdır ki sabır ve rıza ile mihnetler yani sıkıntılar da nimete dönüşmektedir. Bir türlü memnun olmama, dilinden şikâyeti eksik etmeme, her ağzını açtığında sızlanma hastalığından vazgeçilmelidir.
Hz. Sevbân radıyallahu anhu şöyle rivayet eder:
“Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele” (Tevbe 34) ayeti nâzil olduğu zaman, biz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemle bir seferde birlikte idik. Sahabilerinden bazısı Allah Resûlü’ne sordu:
– Ya Resûlallah, bu ayet altın ve gümüş biriktirmenin kötülüğü hakkında indi. Peki hangi mal daha hayırlıdır? Bilsek de onu edinsek.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
– En değerli şey, Allah’ı devamlı zikreden bir dil, Allah’ın nimetlerine şükreden kalp, imanı konusunda erkeğine yardımcı olan kadındır. (Tirmizî, Tefsir 9)
İnsanın kendini dünyada mahrum ve yoksul sayması da kendi bakışı ile alakalıdır. Neye göre daha az, hangi ölçüye göre yoksul? Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şeriflerinde bize dünya şartları, mal, beden bakımından kendimizden daha aşağıda olanları düşünmemizi tavsiye etmiştir. Böyle yaparsak Allah Celle Celâluhû’nun nimetlerini fark edeceğimizi, nankörlükten uzaklaşacağımızı hatırlatmaktadır. Aynı şekilde şartları bizden daha iyileri gördüğümüzde de kendimizi onunla kıyaslamamayı öğütlemektedir.
(Bkz.Müslim, Zühd 8, 9; Buhârî, Rikâk 30)
Bu ölçü dünyalık imkânlarla ilgilidir. Âhiret hususunda ise sâlih müminleri, hak dostlarını, ameli ve ahlâkı bizden daha ileride olanları örnek almak tavsiye edilmiştir.
İnsan çoğunlukla dünyaya meyleder, varlıklı kişilere özenir. Kendisini onlarla kıyaslar, böylece bitmez tükenmez bir mahrumiyet hissi yaşar. Mümin kişi bilmelidir ki insana ancak Rabbi’nin takdir ettiği kadar rızık ulaşır, fazlası değil. Sabah akşam beş vakit namazdan sonraki tesbihatta okuduğumuz duayı hatırlayalım:
“Allahümme lâ mâni’a limâ a’tayte velâ mu’tiye limâ mena’te: Allahım, senin verdiğini engelleyecek, engellediğini de verdirecek yoktur.”
Bir vesileyle hastaneye gittiğimizde, nice dertlere müptela olmuş, ıstırap içinde kıvrananları görür, ders alırız. En dertli kendimizi sanırken daha büyük sıkıntılarla uğraşanlara bakıp nice nimetler içinde olduğumuzu idrak ederiz. Unutmamalıdır; mahrumiyet içinde bulunduğunu söyleyenden daha mahrum, sıkıntı içinde olduğunu söyleyenden daha sıkıntılı, hasta olandan daha hasta kişiler vardır.
Şükrün bir neticesi de nimetin bereketlenmesi ve çoğalmasıdır. Allah Teâlâ şükreden kullarına nimetlerini artıracağını vaat buyurmuştur. (İbrahim 7)
Tefsir âlimleri şöyle demiştir: “Nimetin artırılması, ya dünya malının ya da âhiret sevabının çoğalması şeklinde gerçekleşir.”
Ebu Tâlip el-Mekkî kuddise sırruhû, Kûtu’l-Kulûb adlı eserinde şöyle anlatır:
Allah Teâlâ Hz. Eyyüb’e vahyetti ki: “Her insanla birlikte iki melek vardır. Kul kendisine verilen nimetlere şükrettiği zaman iki melek: ‘Allahım, ona verdiğin nimetlerine fazlasını ekle. Şüphesiz sen hamd ve şükre layıksın’ derler.”
Seleften birisi demiştir ki: “Nimetler, elden kaçıverecek vahşi hayvana benzer. Onları şükürle bağlayıp elinizde tutun.”
Hz. Âişe radıyallahu anhâ annemiz, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin nasıl şükrettiğini bize şöyle haber veriyor:
“Resûlullah bir gece bana; ‘Ey Âişe, beni bırak, bu gece Rabbim’e ibadet edeyim’ dedi. Ben de ‘Vallahi, ben sana yakın olmayı da seni sevindirecek şeyi de severim’ dedim.
Kalkıp abdest aldı. Sonra namaza durdu. Namazda öyle ağladı sakallarından akan gözyaşları göğsünü, sonra yeri ıslattı.
Sabah ezanını okumak için Bilal geldi. Allah Resûlü’nün ağladığını görünce; ‘Yâ Resûlallah, niçin ağlıyorsun? Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti’ dedi. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi: ‘Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’” (İbn Hıbbân, Sahîh, II, 386, 620)
Yüce Allah, Müberra Kitabımız’da peygamberlerini ve sâlih kullarını “şükreden kulllar” olarak tanıtmaktadır. (bkz. İsrâ 3; İnsan 9)
Şükür kalp, dil, beden ve malla yapılır. Kalbin şükrü, nimetleri yoktan var edenin Yüce Allah olduğunun idrakinde bulunmaktır. Dilin şükrü, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetlere hamd etmek, diliyle senâda bulunmaktır. Bedenin şükrü, Allah’ın sorumlu tutttuğu emirleri yerine getirmek; namaz, oruç, hac gibi ibadetleri eda etmek ve haramlardan sakınmaktır. Malın şükrü ise sadaka ve zekât vermek, Allah yolunda malını infak etmek, ailesine bakmaktır.
Allah dostları tarih boyunca şükür halleriyle örnek olmuşlardır. Kimi zaman maddî imkânsızlıklar, insanlardan eziyet görme, irşadının engellenmesi, haset, çekememezlik, hastalık gibi nice zorluklarla karşılaşsalar da daima şükretmişler, yüzlerini asmamış, şikâyetçi olmamışlardır. Nice darlık ve zorluklara rağmen onların şükrü bırakmadıklarını, bu güzel ahlâkı devam ettirdiklerini gören müminler de onlardan şükrü öğrenmişlerdir.
Allah Teâlâ bizi zikreden dil, şükreden kalp, eşine Allah’ı hatırlatan sâlih ve sâliha kullarından eylesin.
Tevfîk ve inâyeti ile…