Kur'an-ı Kerim
Genel kanıya göre “karae” yani “okumak” kökünden gelen “Kur’an”, sözlüklerde “okumak, çok okunan şey, toplamak, bir araya getirmek” gibi manalara gelmektedir. Âlimlerimiz ise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i şöyle tanımlar:
“Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevâtürle (yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir toplulukla) nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça bir kelâmdır.”
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’i şöyle tanımlar:
“Oysa Kur’an âlemler için öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem 52)
“Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, içinde tam bilgiye dayalı açıklamalar yaptığımız bir kitap getirdik.” (Arâf 52)
“Şüphesiz o müminler için bir hidayet rehberi ve bir rahmettir.” (Neml 77)
“Bu bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl izan sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik.” (Sâd 29)
“O, gerçekten kesin bilginin kendisidir.” (Hâkka 51)
Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ise Kur’an-ı Kerim’in önemini ve sıfatlarını şöyle anlatır:
“Sizden öncekilerin haberi, sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O hak ile bâtılı birbirinde ayıran kesin bir hükümdür; saçmalama değildir. Her kim zorbalık yaparak ondan uzaklaşırsa Allah onun işini bitirir. Her kim de doğru yolu o Kur’an’dan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O Sırat-ı müstakimdir. O Kur’an arzu ve isteklerin bozamadığı, dillerin karışıklığa düşüremediği, ilim adamlarının kendisine doyamadığı, fazla tekrarlamakla eskimeyen ve bıkkınlık vermeyen, hayranlık veren yönleri bitip tükenmeyen öyle bir kitaptır ki: Cinlerden bir grup onu dinleyince şöyle demek mecburiyetinde kalmışlardır: ‘De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu: Biz doğru yolu gösteren harika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık kesinlikle Rabbimiz’e kimseyi ortak koşmayacağız.’ (Cin 1-2) Ona dayanarak konuşan doğru söz söylemiştir. Onunla amel eden sevap kazanır, onunla hükmeden adaletli davranmış, ona davet eden doğru yola iletilmiş olur.” (Tirmizî; Dârimî)
İbn Mesûd radıyallahu anhu bütün ilimlerin kaynağının Kur’an olduğunu şöyle anlatır:
“Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen kimse Kur’an’ı araştırsın. Kur’an’ın en büyük ilimleri Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatları altındadır. İnsanların çoğu o isim ve sıfatlardan ancak kendi anlayışlarına uygun manalar çıkarmışlardır. Oysa onların derinlerine nüfuz etmemişlerdir.”
Yine İbn Mesûd, “Kur’an, insanlara kendisiyle amel etsinler diye indirilmiştir. Onlar ise sadece okunmasını amel kabul ediyorlar. Onlardan biri Kur’an’ı Fâtiha’dan sonuna kadar tek bir harfini terk etmeden okur, fakat onunla amel etmeyi terk eder!” buyurarak Kur’an’ın okunup hayata aktarılması gerektiğinin altını çizer.
Elbette Kur’an okumak bir hayırdır, ibadettir. Fakat içindekilerle amel edilmedikçe ondan gerçekten faydalanılmış olunmaz. Okumaktan kasıt, okunanların yaşanması da olmalıdır. Bu konu ile ilgili Hasan Basrî hazretleri ise şöyle der:
“Sizden önce yaşayanlar Kur’an’ı Hak’tan kendilerine gönderilen bir mektup olarak bilir, gece üzerinde düşünür ve gündüz de gereğine göre hareket ederlerdi. Siz ise yalnızca onu öğrenirim diyor, ama ona göre amel etmiyorsunuz. Onun telaffuzunu ve harflerini öğreniyor ve onunla meşgul olmayı geçim aracı haline getiriyorsunuz.”
İmam Gazâlî hazretleri de şöyle der: “Tefehhüm, okuduğu her âyetten gücü nispetinde anlamaya çalışmak demektir. Zira Kur’an, Allah’ın sıfatlarını, fiillerini, peygamberlerin hallerini, peygamberleri yalanlayanların hâllerini ve onların nasıl helâk olduklarını, Allah’ın emirlerini, yasaklarını, cennet ve cehennem zikrini ihtiva etmektedir.”
İbn Arabî hazretleri, Kur’an-ı Kerim ile Peygamberimiz arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder:
“Ümmetinden kendisine yetişmemiş olanlardan Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi vesellemi görmek isteyen Kur’an’a bakmalıdır. Kur’an’a bakmak ile Peygamber’e bakmak arasında fark yoktur. Adeta Kur’an, adına Abdullah oğlu Muhammed denilen bir beden şekli meydana getirmiştir. Kur’an Allah’ın sözüdür ve O’nun bir niteliğidir. Böylece Muhammed sallallahu aleyhi vesellem Hakk’ın bir niteliği olmuştur.”
Kur’an-ı Kerim’i en kâmil manada Peygamber Efendimiz’in hayatında yani yaptıklarında, ahlâkında ve konuşmalarında görebiliriz. Çünkü O, hem ilâhî vahyi bizimle buluşturan hem de o vahyi en iyi anlayıp hayata aktarandır.
Ebû Hafs el-Haddad kuddise sırruhû, Allah’a yakın olmanın Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamberimiz’in sünnetine uymaktan geçtiğini ifade eder: “Bir kimse bütün hallerini ve işlerini Kur’an ve Sünnet’le ölçmez ve aklına gelenleri kusurlu görmezse, onun adını ricalullah yani Allah yolunun erleri listesine kaydetmezler.”
Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın kullarına bir lütfu ve kopmayan bağıdır. Bu bağ, tutunanları Allah’ın yakınlığına (dostluğuna) ulaştırır. Bunu da okuyup içindekilerle amel edenleri inşa ederek gerçekleştirir. Hasan el-Basrî kuddise sırruhû hazretleri Kur’an’ın insan üzerindeki etkilerini şöyle sıralar:
“Allah’a yemin olsun ki, bu Kur’an’ı inanarak okuyan kulun hüznü artar, rahatı azalır ve ağlaması çoğalır; gülmesi azalır, ibadetlerle meşgalesi artar. Bunun yanında rahatı ve boş şeylerle meşguliyeti de azalır.”
Çünkü Kur’an, insanı kendi varlığı ve âlem hakkında düşünmeye ve ibret almaya yöneltir. Böylece “gereksiz işler” dediğimiz mâlâyâniden elini ve kalbini çeker.