Haniye’nin Şehadeti Bize
Ne Söylüyor?
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırmasıyla başlayan süreç, insanlık tarihine kara leke olarak geçecek bir kâbusa dönüştü. Tel Aviv yönetimi, sanki birilerinin düğmeye basmasını beklermiş gibi hava sahasına atılan füzeleri, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen ölüleri ve rehin alınan İsraillileri bahane ederek Gazze’ye en merhametsiz kişilerin bile vicdanını yaralayacak şekilde saldırdı. Resmî rakamlara göre büyük çoğunluğu bebekler ve çocuklardan oluşan şehitlerin sayısı 50 bini geçmiş durumda. Gerçekte ise vaziyet çok daha kötü. Sayının resmî rakamların en az iki katı olduğu konuşuluyor. İsrail buna rağmen durmuyor, durmak istemiyor. Ateşkes ümitleri yavaş yavaş yeşermeye başlarken bu kez de İran’da gerçekleştirilen suikast, barışa dair bütün planları altüst etti. İran Cumhurbaşkanı seçilen Mesut Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için Tahran’a giden Hamas’ın Siyasî Büro Başkanı İsmail Haniye, İsrail’in gerçekleştirdiği ve akıllarda birçok soru işareti bırakan operasyonla şehit edildi.
Kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi, en önemli komutanı Kasım Süleymani’yi koruyamayan İran, başkentin merkezinde, devrim muhafızlarının kontrolünde bulunan bir binada misafir edilen Haniye’yi de koruyamadı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı güvenlik gerekçesiyle törene davet etmeyen Tahran yönetimi, her ne hikmetse Haniye için tehdit olacak herhangi bir durumu öngörememişti! Resmî makamlar binanın uzaktan atılan füzeyle vurulduğunu iddia ediyordu. Ancak başka kaynaklara göre binaya iki ay önceden bomba yerleştirilmişti. Her iki ihtimal de değerlendirildiğinde İran için durum hiç de iç açıcı değildi. İntikam yeminleri edilse de tıpkı daha önce yaşanan saldırıların ardından yaşandığı gibi konu kapatıldı ve herkes evine döndü!
Bütün bu parçalar birleştirildiğinde ortaya çıkan resim tek bir şey söylüyor: Haniye suikastında bir acem oyunu var. Ve İran, terör devleti İsrail’in düşmanı değil müttefiki. Önümüzdeki süreçte bunu çok daha net bir şekilde göreceğiz.
Hamas’ta Yeni Dönem
İsmail Haniye’nin şehadetiyle Filistin davasının ve terör devleti İsrail’le silahlı mücadelenin sona ereceğini düşünenler fena halde yanılıyor. 1987’de Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisi ve Muhammed Taha tarafından kurulan Hamas, aradan geçen 27 senede pek çok şehit vermesine rağmen davasını büyük bir kararlılıkla sahipleniyor. Şeyh Ahmed Yasin ve Abdülaziz Rantisi de tıpkı merhum Haniye gibi İsrail tarafından yapılan suikastla şehit edilmişlerdi. Fakat ardından Hamas, eskiye nazaran daha güçlü bir şekilde Gazze’deki varlığını tahkim etti. Liderlerin şehadeti halkların umudunu kırmak yerine cesaretlenmelerini sağladı. Bugün Gazze’de tarihin en büyük katliamlarından birinin yaşanmasına rağmen; ölümlere, parçalanmış cesetlere, yıkılan yuvalara, tarumar olmuş hayatlara rağmen hiç kimse Gazze’yi terketmiyor. Bu inançla ve şuurla şehadet Gazzeliler için ideal, bir hedef haline geliyor.
Haniye’nin şehadetiyle Hamas’ın yeni siyasî büro başkanı Yahya Sinvar oldu. 1962’de Han Yunus mülteci kampında dünyaya gelen Sinvar, Gazze İslâm Üniversitesi’nde Arapça Çalışmaları bölümünde eğitim aldı. 1989’da iki İsrail askerinin ve işbirlikçi olarak gördüğü dört Filistinlinin kaçırılıp öldürülmesini organize ettiği için İsrail tarafından dört kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Tam 22 sene sonra 2011’de esir takasıyla serbest bırakıldı. 2017’de Gazze Şeridi lideri olan Yahya Sinvar, göreve geldiği ilk günlerde barışçıl metotların uygulanması gerektiğini savunurken, İsrail’in amansız saldırılarının ardından bu tavrından vazgeçerek silahlı mücadelenin öncüllerinden oldu. 2021’de İsrail tarafından tertiplenen suikast girişiminden kurtuldu.
Hamas, Sinvar’la birlikte mücadelesine daha sert bir şekilde devam edecek. Haniye suikastı ilk değildi, son da olmayacak. Ancak İsrail, kaybedene kadar karşısında hep daha fazla güçlenmiş, kendisine karşı daha fazla bilenmiş çelikten bir kılıç bulacak.
İsrail Bölgesel Savaşın
Fitilini Ateşliyor
Birkaç aydır bu satırlarda İsrail’in bölgesel bir savaş çıkarmaya çalıştığını yazdık. “Görünen köy kılavuz istemez” diye meşhur bir atasözümüz var, malum. 7 Ekim’den bu yana Tel Aviv yönetiminin Gazze’deki masumlara yönelik tavrı, aslına bakılırsa yalnızca orada yaşayan Müslümanlara yönelik değildi. İsrail tüm İslâm âlemini hedef alıyor. Özellikle de Sünnî Müslümanları.
Hikâyenin en başına döndüğümüzde, bir tarafta kendilerine güya vaadedilmiş olan toprakları isteyen Siyonistler, diğer tarafta da onlarla vatanlarını korumak için savaşan Filistinliler var gibi görünüyor. Ancak perde arkasında bambaşka bir güç var: Muntazaman İsrail’i ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’yi şeytan olarak tanımlayıp tehdit eden ve bölgeyi karıştırıp kenara çekilen İran! Kasım Süleymani suikastından sonra intikam yeminleri ettiği halde kılını bile kıpırdatmayan, Suriye’deki başkonsolosluk binası vurulduğunda Tahran’dan Tel Aviv’e yedi saatte ulaşan dronlarla karşılık veren ve İsmail Haniye’nin göz göre göre şehit edilmesine neden olan “kağıttan kaplan” İran!
İran acaba gerçekten bunu kağıttan kaplan olduğu için mi yapıyor? Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip, bölgenin en köklü ülkelerinden biri olan İran’ın kabile devleti olmadığını az çok biliyoruz. Yıllardır nükleer silah yapma potansiyeli olduğu dillendiriliyor. Molla rejimi de kendinden emin bir şekilde bu iddiaları yalanlamıyor. Uygulanan ambargolara rağmen de ayakta kalmaya devam ediyor.
Bunlarla birlikte İsrail’in her türlü gayrimeşru yolu kullanarak bölgede kurmaya çalıştığı zorba düzenin tesisi için nasıl yapması gerekiyorsa, harfiyyen uyguluyor. İran, Sünnî grupları destekleyerek ya da İsrail’e komşu ülkelerde bulunan Şii milisleri harekete geçirerek Sünnîleri hedef haline getiriyor.
Evet; İsrail Ortadoğu’da bölgesel bir savaş çıkarmaya çalışıyor, İran da ona zımnen destek oluyor. Ancak kim destek verirse versin, İsrail sapkın fikirleriyle ilmek ilmek örmek istediği Büyük İsrail Devleti’ni kuramayacak.
Dünya Yeni Bir Virüsle Karşı Karşıya
Covid-19, dünyada pek çok şeyin değişmesine neden oldu. Çin’de ortaya çıkan ve birden bire bütün dünyaya yayılan virüs, insanoğlunun algılarını allak bullak etti. Hayat standartları, rutinler ve alışkanıklar, yerini içe kapanmaya, durgunluğa ve mesafeye bıraktı. Teknoloji kullanımı hayal bile edemeyeceğimiz kadar yaygınlaştı. Kendisini eve hapsetmek zorunda olan insanoğlu için sosyal medya maalesef ekmek gibi, su gibi gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasına girdi. Bu da ister istemez inançlara, kültürlere ve değerlere önemli ölçüde zarar verdi.
İçe kapanmak, kendine dönmek aslına bakılırsa Müslümanlar için bulunmaz bir nimetti. Hayatın debdebesinden, hızdan ve hazdan uzak bir zaman dilimi kendimizi muhasebe etmek için güzel bir fırsat sunmuştu bize. Ama maalesef onu da değerlendiremedik. Salgının toplum üzerinde oluşturduğu etkiler uzun süre devam edeceğe benziyor.
Kapanmanın kaldırılmasının üzerinden iki seneden fazla zaman geçti. Her şey en azından şimdilik normale dönmüşken, bu sefer de Afrika’da ortaya çıkan ve Avrupa’da yayılmaya başlayan maymun çiçeği (mpox) salgını gündemimize oturdu. Dünya Sağlık Örgütü reddetse de daha şimdiden kapanma ve kısıtlama ile ilgili iddialar havada uçuşuyor.
Allah muhafaza, salgın yayılırsa elbette tedbir almakla mükellefiz. Fakat, “Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa mutlaka dikin” buyuran peygamberin ümmeti olan bizler, öleceğimizi anlasak da kalan vaktimizi boşa geçirmemeliyiz. Bize Cenâb-ı Hak tarafından uygun görülen her şeyi nimet bilip, o şartlardan bile Allah rızası için vazife çıkarmalıyız.
Allah bizi yeniden bir salgınla imtihan etmesin. Ama başa geldiğinde nefsimizin yakalandığı manevi salgınlardan nasıl kurtulacağımızı ve “Allah için, kendimiz için, Âlem-i İslâm için ne yapabiliriz”i düşünmeliyiz.
Terör Kabinesinde Çatlak Sesler
İsrail Başbakanı Netanyahu, 1948’de devletin resmen kurulmasından bu yana gerçekleştirilen en büyük katliamlardan birine imza atıyor. Yıllar önce hayatını kaybeden başka bir katil Ariel Şaron’a “Beyrut Kasabı” lakabı verilmişti. Netanyahu ise Şaron’un kıyımlarını gölgede bırakarak şimdiden “Gazze Kasabı” oldu. Kuşkusuz İsrail’de bu işler tek başına yürütülmüyor. İktidarıyla muhalefetiyle ve gerilimden beslenen halkıyla hep birlikte bu süreci yönetiyorlar. Netanyahu kendisi gibi düşünen ve inanan bir kabine olmaksızın adım atamaz. İsrail’in mevcut hükümeti de tıpkı Netanyahu gibi Gazze’nin yerle bir edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Hatta kabinenin şahinlerinden olarak bilinen Savunma Bakanı Gallant, yakın zamana kadar neredeyse Netanyahu’dan sert açıklamalara imza atıyordu. Lakin Gazze’de tek bir canlı bırakmamaya azmetmiş İsrail için evdeki hesap çarşıya uymadı. Gazze direnişi öyle kolay bertaraf edilemedi. Ve savaş çığırtkanları kendi kendilerini sorgulamaya başladı.
Daha düne kadar “Bu savaş, esirlerimizi geri alana, Hamas’ın yönetimini ve askeri yeteneklerini yok edene, İsrail devletini refah ve yaratıcılığına geri döndürene ve vatandaşlarının yüzüne yeniden gülümseme yerleştirene kadar devam edecek” şeklinde açıklama yapan ve savaş sonrası planını bile hazırlayan Savunma Bakanı, Netanyahu’yu Gazze’ye plansız bir şekilde saldırmakla eleştirdi. Aylardır kabine toplantısında işgalin bir savunma planı doğrultusunda yürütülmesi gerektiğini söylediğini ifade eden Gallant, yoğun bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Hükümet ortakları; başbakandan kabineye savaş sonrası yönetimine Filistinlilerin katılımını reddeden bir karar getirmesini ve eğer bu yönde hareket etmezse Gallant’ın görevden alınmasını istedi.
Tel Aviv’de işler iyi gitmiyor. Yığınlara zafer kazanmış edasıyla mesaj veren iktidar, artık kendi içerisinde de çatırdama emareleri gösteriyor. Bu hırs ve zulüm, İsraillilere atalarının başına gelen felaketleri yaşatacak inşallah.
Sabotaj mı İhmal mi?
Ormanlar tıpkı yer altı zenginlikleri gibi, denizler gibi ülkelerin en önemli varlıkları arasında bulunuyor. Bitkilerin olmadığı bir dünyada insan da varlığını sürdüremez. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yukarıda paylaştığım hadis-i şerifini iki şekilde anlamalıyız diye düşünüyorum. İlki, zamanın değerlendirilmesiyle, ikincisi de ağaçların önemiyle ilgili. Her ikisi de o kadar kıymetli ki, kıyametin kopacağını, her canlının hayatının sona ereceğini bilseniz bile vazgeçmeyin, diyor Efendimiz.
Türkiye, ağaç ve bitki örtüsü bakımından zengin bir ülke. Toprak yapısı bakımından da büyük bir çoğunluğu ağaç dikimine, bitki yetiştirmeye müsait. Fakat hoyratça kullandığımız diğer nimetler gibi ormanları da yok etmekte mahir bir milletiz maalesef. Bina yapmak için kesilen ağaçlar sürekli gündeme geliyor. Bununla birlikte neredeyse her yaz özellikle sıcak bölgelerde çıkan yangınlar geleceğimizi karartıyor.
Birkaç sene evvel Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkan yangılar sebebiyle yüzlerce hektar arazi mahvolmuştu. Bu yıl da üzülerek ifade edelim ki benzeri bir tabloyla karşı karşıyayız. Geçen ay Türkiye’nin pek çok yerinde çıkan yangınlar yüzünden yine onbinlerce ağaç, içerisinde barındırdığı diğer canlılarla birlikte küle döndü. Daha önce terör örgütünün sabotajı söz konusuydu. Siyasete zarar vermek için ülkenin en önemli kaynaklarını tutuşturan hain şebeke, Akdeniz’de ciddi zarara neden olmuştu. Her ne kadar yerine yenileri dikilse de meydana gelen zararı tazmin edebilmek için yıllara ihtiyaç var.
Bu yıl çıkan yangınlara ise mangalcıların neden olduğu söyleniyor. Aynı anda pek çok yerde mangalcılar sebebiyle yangın çıkması akıllara soru işareti getiriyor. Ama her ne olursa olsun vatan toprağını nasıl koruyorsak ormanlarımızı da öyle korumakla mükellefiz. Umarız herkes bu konuda gerekli hassasiyeti gösterir.