Yufka mı Lavaş mı?
Geçenlerde eve doğru yürürken sokağın başındaki marketin kapısının önünde küçük bir çocuğun hüngür hüngür ağladığını gördüm. Bir taraftan marketin kapısını yumrukluyor, bir taraftan “ne olur açın kapıyı, ne olur yalvarıyorum” diye feryat ediyordu.
Neler olduğunu anlamak için biraz daha yaklaştım. Bir süre sonra iki genç, çocuğun yanına geldi, onu teskin etmeye çalıştılar ama olacak gibi değildi. Sonra onlar da rica edip market görevlisinin kapıyı açmasını istediler. Ama bu mümkün değildi, çünkü kapanış saati geçmişti ve çalışanlar içeride temizlik yapıyorlardı.
Kendimi daha fazla tutamadım, yanlarına yaklaştım. Çocuğun elinde market poşeti, poşetin içinde birkaç paket yufka. Elinde de market fişi. Ağlıyor. Ama nasıl bir ağlayış!
Çok geçmeden durumu öğrendim. Annesi çocuğu markete lavaş ekmek almaya gönderiyor, o da nasıl oluyorsa lavaş yerine böreklik yufka alıyor, birkaç paket. Eve götürünce azarı yiyor. Ama çocuğun haline bakılırsa sağlam korkutulmuş. Belli ki, bunu iade etmeden eve gelme, demişler. Çocuk akşamın o vaktinde, kapının önünde feryat figan koparıyor.
Marketin açılma ihtimali yoktu. Elindeki fişi aldım, madem bunları iade etmen gerektiğini söylediler, o halde ben senden iade alayım, parasını vereyim, hem benim de yufkaya ihtiyacım vardı zaten dedim. Anlaştık. Çocukcağız nasıl sevindi, bana nasıl sarıldı anlatamam. O evine doğru gözyaşlarını silerek yürürken ben de elimde bir poşet dolusu yufkayla eve geldim. Bu kadar yufkayı neden aldın, diye sordu ev ahalisi. Canım börek çekti, yapsanız da yesek ya, dedim gülerek.
Uzun süre aklımdan çıkmadı bu gördüklerim. Bir çocuk, hangi korkunun tesiriyle bu kadar ağlamış olabilirdi? Hani çocuk elindeki parayla şekerleme, oyuncak filan almış olsa da ailesi kızsa... Hayır, öyle değil. Öyle bile olsa bir çocuğu bu kadar korkutmanın ne anlamı olabilir ki.
Düşündüm, bir tarafta her istediği derhal önüne gelen çocuklar, diğer tarafta yaptığı ufacık bir hata büyük korkuya dönüşen çocuklar. Kaldı ki çocuğun yaptığı hatayı biz de yapabiliriz. Özellikle de detayları bilmede arızalı erkekler.
Çocuklara merhametli olmamız gerekmiyor mu? Onların gönlünde oluşan küçük kırıklar, büyüdüklerinde fay hatlarına dönüşüp nice sarsıntılara, yıkımlara sebep olmuyor mu? Aşırı otoriter ebeveyn tavrının çocuklarının kalbinde nasıl kırıklar oluşturduğunu durup düşünmek lazım.
Ellerimi Herkes Görmeli
Arkadaşlarla muhabbetli bir ortamdaydık. Çaylar içiliyor, sohbetler ediliyor, çok sevdiğimiz bir abimiz de çiğköfte yoğuruyordu. Ama nasıl bir yoğuruş! Bulgurla dövüşüyor âdeta.
Bir ara etrafındakilerden su istedi, biraz gecikince kızdı. Belki birkaç küçük olay daha olmuştu, kendisine yardım edilmesini istiyordu. Öylece oturup muhabbet eden insanların arasında giriştiği iş belki ağır gelmişti.
O ara telefonu çaldı, lâhavle çekti, cevap vermedi ve yoğurmaya devam etti. Bir süre sonra telefon tekrar çaldı, bu defa telefonu açtı. “Ellerim çiğköfte, görmüyor musun” diye nasıl kızdı, nasıl çat diye kapattı telefonu arayanın suratına, bakakaldık. Telefonun ucundaki her kimse ona acıdık.
Derken bir gülme tuttu bizi. Abinin bu hallerine alışkınız. Ama telefonun diğer tarafındaki kişinin onun ellerinin çiğköfteye bulanmış olduğunu görmesine imkân var mı?
Bazen hayatı fazlasıyla kendi merkezimizde yaşıyoruz. Bazen değil, çoğu zaman. Belki canımız sıkkın, belki kafamızda türlü işler var. Herkesin bizim ne durumda olduğumuzu bilmesini, anlaşılmayı bekliyoruz. Bu yüzden de çevremizdekileri kırıp dökme hakkına sahibiz zannediyoruz. Belki de kırdığımızın farkında bile değiliz.
Ellerimize bulaşan işlerle geziyoruz. Bununla arkadaşlarımızın arasına giriyoruz, evimize geliyoruz, çocuklarımızın yanında oluyoruz. Suratımız beş karış!
Çok yoğun bir günün akşamında, kendi çiğköftemizi yoğurduğumuz bir günün sonunda eve geldiğimizde çocuğumuz bizden ufacık bir şey isteyince hemen celalleniyoruz: “Ellerim çiğköfte görmüyor musun?”
Hayır, görmüyor. O da görmüyor, kalbini kırdığın arkadaşların da görmüyor. Belki görmesi de gerekmiyor. Hep kendi dünyamızın içinden mi konuşacağız, asgari nezakete ne oldu?
Her zaman anlayış beklemek yerine biraz da biz anlayışlı olmayı denesek ne güzel olur! Evet, ellerimiz çiğköfteye bulanmışken bile...