Aramak

Saâdet Asrı'ndan

Adiy b. Hâtim et-Tâî
radıyallahu anhu

Adiy b. Hâtim, Hicaz bölgesi kabileleri arasında en kalabalık olanlardan birinin, Tay kabilesinin reisiydi. Babası Hâtim cömertliğiyle ün salmış, bu özelliği sebebiyle “Hâtim kadar cömert” deyimine konu olmuş bir kişilikti. 

Adiy Müslüman olmadan önce amansız bir İslâm düşmanıydı ve kabilesini İslâm’dan olabildiğince uzak tutuyordu. Kendisi, Hıristiyanlığın ve Mecûsiliğin bir karışımı olan “Rekûsî” dinine mensuptu. 

50 yaşından sonra Müslüman oldu ve önemli savaşlardan Kadîsiye, Cemel ve Sıffîn savaşına katıldı.

İslâm’la tanışmasına vesile olduğu için Hz. Ali radıyallu anhuyu çok severdi. Nitekim onun halifeliğinde Kûfe’ye yerleşti ve orada vefat etti. 

Allah ondan razı olsun.

İslâm’la tanışma hadisesini naklediyoruz...

Hz. Adiy b. Hâtim babasından sonra kabilesinin reisi olmuştu. Hem inandığı dine hem de Arap geleneklerine aykırı şekilde kabilesinin elde ettiği ganimetlerin dörtte birini kendisine ayırırdı. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem İslâm’ı tebliğ etmeye başladığında, kendisinden üstün bir lider ortaya çıkmasından hoşlanmadı ve İslâm’a düşman oldu. 

Henüz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi bir defa bile görmeden, hakkında duyduklarına dayanarak O’na öfkeleniyor, İslâm’ı kölelerin dini olarak görüp küçümsüyordu. Bu nefreti İslâm’a girmesini yirmi yıl geciktirdi.

Hz. Adiy İslâm’la tanışmasını şöyle anlatıyor:

“Allah Resûlü’nden ve İslâm’dan nefret ediyordum. Fakat İslâm gittikçe yayılıyor, Müslümanların sayısı sürekli çoğalıyordu. Arap topraklarının dört bir yanında Müslümanların orduları, seriyyeleri geziyordu. Gidişatın nereye varacağını anlayınca hizmetçime dedim ki:

Git, develerin en besili ve en kolay güdülenlerini seç, elimin altında olacak şekilde yakın bir yerlere bağla. Muhammed’in ordusundan ya da seriyyelerinden birinin topraklarımıza girdiğini duyarsan vakit kaybetmeden bana haber ver. 

Bir gün hizmetçim geldi ve telaş içinde şöyle dedi:

– Efendim, Muhammed’in ordusu topraklarımıza girdiğinde yapmayı planladığınız şeyi şimdi yapın!

– Neden, ne oldu?

– Falancanın topraklarında bayraklar, sancaklar ve mızraklar taşıyan atlılar gördüm. Kim olduklarını sorduğumda “Muhammed’in ordusu” dediler. 

– Hemen hazırlamanı emrettiğim develeri buraya getir, diye talimat verdim.

Hizmetçiyi yolladıktan sonra akrabalarımı toplayıp İslâm ordusundan kaçmak için hazırlanmalarını söyledim. Vaktimiz azdı. Hızlıca dindaşlarımızın olduğu Şam’a gitmeliydik. 

Hazırlıksız yakalandığımız için bütün akrabalarıma haber veremedim. Müslüman askerler yaklaştıkça tehlike artıyordu. En sonunda bazı akrabalarımı geride bırakarak vatanımızdan ayrıldık. Kız kardeşime ulaşamadığım için onu yanıma alamadım. Müslümanların eline esir düştü. 

Öğrendim ki başka esirlerle birlikte kız kardeşimi Muhammed’in huzuruna çıkarmışlar. Muhammed’i görünce kardeşim ona şöyle demiş:

– Ey Allah Resûlü! Babam vefat etti, yakınlarım kaçıp gitti. Bana cömert davran, Allah da sana cömert davransın!

Bunun üzerine Hz. Peygamber sormuş: 

– Kaçan yakının kimdi?

– Kardeşim Adiy b. Hâtim. 

– Allah ve Resûlü’nden kaçan adam mı?

Bu konuşmadan sonra Hz. Peygamber yürüyüp gitmiş. 

Ertesi gün kız kardeşim aynı şekilde eman dilemiş ama sonuç değişmemiş. Birkaç gün sonra kardeşim ümidini kaybetmişken Hz. Peygamber’in yanındaki adamlardan biri (Hz. Ali) kardeşime tekrar sorması için işaret etmiş. 

Kardeşim yine eman isteyince Resûlullah kabul etmiş. Ona yiyecek, giyecek, binek hayvanı ve yanına koruma olarak birini verip Şam’a gitmesi için izin vermiş.

Kardeşim Şam’a gelirken onu karşılamaya çıktım. 

– Zalim! Akrabalarını ardında bırakıp kaçtın, diyerek bana kızmaya başladı. 

Güzel sözlerle onu yatıştırdım. Bana başından geçenleri anlattı ve Hz. Peygamber’e gitmemi ve teslim olup İslâm’a girmemi tavsiye etti. 

Medine’ye gidip Hz. Peygamber’i görmek için mescidin kapısından içeri girdim. İçeridekilere selam verince Hz. Peygamber; 

– Sen kimsin, diye sordu.

Kim olduğumu söyler söylemez kalktı, elimden tuttu ve mescitten dışarı çıkardı. Elimden tutarak beni evine kadar götürdü. Yolda yanında küçük çocuğu olan yaşlı bir kadın bizi durdurdu ve Hz. Peygamber’le konuşmaya başladı. Kadının derdini dinleyip sorunlarıyla ilgilendi. O an içimden şöyle dedim:

– Vallahi bu adam hükümdara benzemiyor!

Sonra elimi tekrar tuttu, evine girdik. Hasırdan yapılmış bir minderi bana uzattı; “Buna otur” dedi. 

Ben de; “Hayır, sen üzerine otur” dedim. Israr edince mindere oturdum. O da yere oturdu. Çünkü evde başka bir eşya yoktu. Tekrar içimden dedim ki;

– Vallahi bu hükümdara benzemiyor!

Sonra bana şöyle dedi: 

– Evet Adiy, sen Hıristiyanlıkla Mecûsilik karışımı Rakûsî dinine mensup değil misin?

– Evet, öyleyim.

– Dinin sana yasakladığı halde kavminin ganimetlerinden dörtte birini kendin almıyor muydun?

– Evet, alıyordum. 

O anda anladım ki bu adam Allah’ın gönderdiği bir nebîdir.

– Ey Adiy, dedi; belki de seni İslâm’ı kabul etmekten alıkoyan, gördüğün Müslümanların fakirliği, muhtaç durumda olmalarıdır. Ama Allah’a yemin ederim ki öyle bir gün gelecek, Müslümanların malı öyle çok olacak ki, fazlalık malı almaya kimse tâlip olmayacak.

Ey Adiy, belki de seni bu dine girmekten alıkoyan Müslümanların azlığı, düşmanlarının çokluğudur. Ama Allah’a yemin ederim ki öyle bir gün gelecek, Kadîsiye’den devesine binen bir kadının Allah’tan başka kimseden korkmadan Kâbe’ye kadar gelebildiğini duyacaksın.

Belki de seni İslâm’dan alıkoyan şey Müslüman bir hükümdar, bir kral görmemendir. Ama Allah’a yemin ederim ki öyle bir gün gelecek, Irak şehirlerinin kapıları Müslümanlara açılacak, Kisrâ’nın hazinesi Müslümanların olacak.

– Kisrâ dediğin Pers (bugünkü İran) kralı Kisrâ b. Hürmüz mü?

– Evet, Kisrâ b. Hürmüz. 

Hz. Adiy b. Hâtim radıyallahu anhu dedi ki:

– İşte o anda gerçekten teslim oldum ve kelime-i şehadet getirdim. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy