Aramak

Ali Yurtgezen

İncitmek ve İncinmek

Üzerine

Mahlukatı incitmek, onların yaratıcısı ve yegâne sahibi olan Allah Teâlâ’ya hürmetsizliktir. Günah olması sebebiyle de rıza-yı ilâhîye uymayan, Rabbimiz’in gazabını celbeden bir yöneliştir.

Büyük sûfîlerden Ebu Hafs el-Haddâd kuddise sırruhû, “Tasavvuf baştan sona edepten ibarettir” buyurur. Bu edebe bütün mahlukata muhabbetle, merhametle, rıfk ile muamele de dâhildir. Nitekim “Tasavvuf terbiyesinin ilk dersi incitmemek, son dersi ise incinmemektir” denilmiştir. 

Tasavvuf uluları söz, sohbet ve şiirlerinde bizi hem nobranlıktan, muhatabı kırıp incitmekten hem de cahillerin nezaketsiz tutum ve davranışları karşısında incinmekten sakındırmışlardır. Bu konudaki telkin ve ikazlarıyla öne çıkan mürşidlerden biri, son devir meşayihinden Alvarlı Efe namıyla da maruf Muhammed Lutfi Efendi kuddise sırruhû hazretleridir. Onun “Hulâsâtu’l-Hakâyık” adını verdiği Divan’ında incitmemek ve incinmemek üzerine bir hayli şiiri vardır. Bunlardan birinde her bölüm sonunda tekrarladığı, 

“Felekte hâsıl-ı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i Zî-şân’ı incitme” 

Mısralarıyla meselenin “incitmek” bahsine geniş bir açıdan ışık tutar.

Efe hazretleri evvela “bir canı incitme” diyerek, sadece insanları değil, bütün canlı varlıkları incitmekten, onlara eza etmekten kaçınmayı öğütler. Bunun bir “günah” olduğunu ve işlenen her günah gibi rahmet peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi vessellemi üzüp inciteceğini söyler. Efendimiz aleyhissâlatu vesselamı incitmek Rabbimiz’i incitmektir. Kur’an-ı Kerim’de, Ahzâb suresinin 57. ayetinde “Allah ve Resûlünü’nün incitilmesi”nden bahsedilir. Buradaki “incitilme”, diğer insanların ve canlıların incitilmesi yahut incinmesi gibi değildir elbette. Ayet-i kerimedeki “eza” yahut “incitme”, kulun Allah ve Resûlü’ne hürmetsizlik anlamına gelen, onların razı olmadığı davranışlarından mecazdır. 

Mahlukatı incitmek, onların yaratıcısı ve yegâne sahibi olan Allah Teâlâ’ya hürmetsizliktir. Günah olması sebebiyle de rıza-yı ilâhîye uymayan, Rabbimiz’in gazabını celbeden bir yöneliştir. “Bir canı incitmemek” her şeyden önce Allah’a ve Resûlü’ne imanın, muhabbet, hürmet ve sadakatin iktizası bir mükellefiyettir şu hâlde. 

“Hazer kıl, kırma kalbin kimsenin"

Meselenin özü yahut esası bu olmakla birlikte, tasavvuf erbabı incitmeme bahsini, büyük günah saymaları hasebiyle daha ziyade iman ehlinin gönlünü incitmek, kalbini kırmak bağlamında ele almışlardır. Çünkü mümin kalbi, ilâhî tecellilerin mazharı olmakla beytullahtır, arş-ı Rahman’dır. Bu sebeple hürmet edilmeli, aziz bilinmeli, incitilmemelidir. 

Aksi bir tutum sergilemek, yani kalp kırmak, gönül yıkmak, Kâbe’yi veya Rahman’ın arşını yıkmak gibidir ve büyük günahtır. Velev kalp bir asinin, bir günahkârın kalbi olsun, yine de incitilmemelidir. Zira beytullaha dönüşme kabiliyet ve ihtimalini taşımakla her halükârda tazime lâyıktır. Kaldı ki Allah Teâlâ katında kimin hangi derecede olduğu meçhulümüzdür. Yarın kimin nasuh bir tevbe ile Rabbi’ne yöneleceğini, kimin sırat-ı müstakimden çıkıp dalâlete sapacağını da bilemeyiz. O yüzden Erzurumlu İbrahim Hakkı kuddise sırruhû hazretleri Tefviznâme’sinde; 

“Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma” 

telkininde bulunur. 

İncitmek, bir kusur işlemiş olsa bile incinenin değil, incitenin noksanlığına delalet eder. Muhatabı hor ve hakir görmeye sevk eden bir kibrin, üstünlük vehminin eseridir. Bu vehmi ekseriya sahip olunan servet, makam, nüfuz, konfor veya sayı çokluğu husule getirir. Başkalarını incitenlerin mesnetsiz bir haklılık duygusu ile her konuda nefslerine yan çıkmalarının sebebi de budur. 

Öte yandan incitilenlerin yetimler, kimsesizler, fakirler veya sığınmacılar gibi güçsüz kimseler olması, onları incitenlerin mürüvvetsizliğine yahut insanlıklarını kaybettiklerine işarettir. Çünkü sürekli itip kakarak, aşağılayarak, sadece dilleriyle değil elleriyle de incittikleri bu acz içindeki insanların bir mukabelede bulunamayacaklarından emindirler. 

Bütün bunların dışında bir kimseyi, mesela gizlediği bir ayıbını, bir günahını ifşa ederek incitmek de mürüvvetsizliktir; Müslümana yakışmaz. Sebebi ne olursa olsun incitmenin, gönül yıkmanın her türlüsü muhabbeti öldürür, kalpleri katılaştırır. Haklı olmamız dahi kabalığı, nezaketsizliği, kalp kırmayı meşrulaştırmaz bu yüzden.

Ancak insanları incitmekten kaçınmak, onların alenen yaptıkları yanlışları, işledikleri günahları olumlamak anlamına da gelebilecek bir duyarsızlığa yol vermez. Sırat-ı müstakimden sapanları uyarma, Hakk’a ve hayra çağırma sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla muhatabın iyiliğini istemek kaydıyla tatlı dille ve tenhada yapılan uyarı, tenkit, tedip ve hatta tekdirler incitme değildir. 

Buna rağmen yanlış ve günahlardan vazgeçmiyorsa buğz etmek, yani o kişiden sevgiyi esirgemek, ona yaptıklarını yadırgadığımızı, doğru bulmadığımızı hissettirecek şekilde soğuk davranmak da bir ıslah metodu olarak haktır ve bu dahi incitmek değildir. Bütün mesele buğzumuzun nefsaniyetimizden kaynaklanmadığından, Allah için buğzettiğimizden emin olmaktadır. Bu çerçevedeki buğzu, yani bir tedip metodu olarak yanlışlarında ısrar edenden sevginin esirgenmesini nefret ve düşmanlıkla karıştırmamalıdır. Buğz günahkâradır ama nefret ve düşmanlık günahadır. 

Bir kimseyi, gizlediği bir ayıbını, bir günahını ifşa ederek incitmek mürüvvetsizliktir; Müslümana yakışmaz.

İncitenden incinmemek mümkün mü?

Konunun bir de incinmek tarafı vardır ki bunun kusur olduğunu kabul etmek bir yana neredeyse bir hak olduğunu düşünür; incitmekten sakındığımız kadar incinmekten sakınmayız. Oysa Alvarlı Efe kuddise sırruhû hazretleri o meşhur manisinde;

“Âşık der inci den-den
İncinme incitenden
Kemâlde noksan imiş
İncinen incitenden.” 

buyurur. 

Hazretin sözü baş göz üstüne deyip, incinmemeye çalışalım da bu mümkün mü? İncinenin nefsimiz, enaniyetimiz olduğunu biliyoruz ama neticede hepimiz beşeriz ve nefsimizle baş edemiyoruz. Nefsimizi bazen en ağır sözlerle kendimiz yeriyor, kınıyoruz fakat başka birisi aynı şeyleri söylediğinde darılıp inciniyoruz. Uğranılan hakaret veya haksızlıklardan geçtik, bazen imalı bir söz, küçümseyen bir bakış, bir burun kıvırma karşısında bile alınıyor, güceniyor, kırılıyoruz. Bir mecliste görmezden gelinmemiz, dikkate alınmamamız, iltifat görmememiz gönlümüzde bir burukluğa sebep olabiliyor. Karşılaştığımız bir muameleyi hak etmediğimizi düşünüp canımız sıkılabiliyor. 

Bu türlü incinmelerin tamamı kişinin ucbunun, yani kendini beğeniyor oluşunun, benlik duygusunun alametidir. İncinmeyenler, ancak nefsini yenen, tevhid-i ef’al mertebesinde her şeyin gerçek failinin Allah Teâlâ olduğunu idrak eden ve rıza makamında O’ndan gelen kahrı da lütfu da hoşça karşılayan, mahviyyet sahibi sâlih kimselerdir. Böyle kimseler için incinmemek bir fazilettir. Bu mertebede olmayanların haklı veya haksız bir gerekçeyle incinmemesi ise pişkinlik yahut arsızlıktır ki rezilettir. Sıradan insanlar için incinmemek zordan da öte imkânsız gibidir yani. 

Peki, öyleyse bizden incinmememiz istenirken güç yetiremeyeceğimiz bir şey mi istenmektedir? Değil elbette. Sakındırıldığımız şey incinme duygusu değil, o duygunun davranışa, eyleme dönüştürülmesidir. Öfke gibidir bu. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ve Resûlü’ne tâbi olanlar için “Onlar öfkelenmezler” denmez, “Öfkelerini yutarlar” (Âl-i İmrân 134) yani “öfkelenirler ama öfkelerinin sevkiyle hareket etmez, öfkelerine yenilmezler” buyurulur. 

İncinme konusu da böyledir. İster istemez inciniriz ama bizi inciteni hoş görmek yahut affetmek suretiyle bu duyguyu nefsânî bir buğz, nefret, hatta düşmanlığa dönüştürüp bir tefrikaya, kalıcı bir fitneye sebep olmaktan sakınabiliriz. Küsmeye, Allah yolunda hizmetten imtinaya, cemaatten ayrılmaya bahane yapmayabiliriz. İncinmişliğimizin bizi ümitsizliğe, karamsarlığa, yılgınlığa düşürmesine; istikametimizden saptırmasına, ilâhî ölçüleri ihlale sevk etmesine izin vermeyebiliriz. Öç alma duygusuyla bizi inciteni incitmeye yönlendirmesine kapılmayabilir, böylece yanlış üstüne yanlış yapmaktan kaçınabiliriz. 

Alvarlı Efe hazretlerinin; “Kemâlde noksan imiş /İncinen incitenden” dediği budur. Çünkü inciten bir yanlış yapmışsa; incinen, hem incinmişlik duygusuna yenildiği hem de bu yenilginin rövanşını almak üzere kendisini inciteni incittiği için iki yanlış yapmıştır. Hacı Bektaş-ı Veli kuddise sırruhûnun “İncinsen de incitme” ikazı da bu katmerli yanlıştan sakındırmaya matuftur. “Birileri seni incitip üzebilir ama sen büyüklük gösterip, af yolunu tutarak o kırgınlığı kalbinden gider, hakkın bile olsa onları incitmeyi tercih etme” demektir. 

Şu sıralar Allah dostlarının sıkça tekrarladığı “Mazlum olun ama zalim olmayın” telkini dahi bu minvaldedir ve amasız fakatsız uymak gerekir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy