Huy Değişir mi?
12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah “Kimyâ-yı Saâdet” adlı eserinde şöyle der:
Bazıları şöyle diyor: “Nasıl ki insanın zâhirî görünümü değişmiyor, mesela kısa ise uzamıyor, uzun ise kısalmıyor ya da çirkin ise güzelleşmiyor, yaratıldığı şekilde kalıyorsa, bâtınî sûreti olan ahlâkı da bunun gibi değişmez!”
Böyle söyleyenler hataya düşüyor. Çünkü eğer böyle olsaydı terbiye vermenin, riyazete girmenin ve güzel nasihatte bulunmanın hepsi geçersiz olurdu. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem de “Ahlâkınızı güzelleştirin” (Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 8/619) buyurmazdı.
Ahlâkî değişim nasıl imkânsız olabilir! Binek hayvanlarını bile açlıkla ile azgınlıktan yumuşaklığa döndürmek, vahşi hayvanları ehlileştirmek mümkündür. Dolayısıyla bunu dış yaratılış ile kıyaslamak yanlış olur.
Çünkü hareketler iki kısımdır ve bazıları insan iradesine bağlı değildir. Mesela kişi hurma çekirdeği ekip elma yetiştiremez. Fakat ondan yetiştirme ve bakım şartlarına uyarak hurma ağacı çıkarabilir. Bunun gibi öfkenin ve şehvetin aslını insan tercihi ile yok etmek mümkün değildir. Ancak riyazet yoluyla bunları dengeli hale getirmek mümkündür. Nitekim bu durum tecrübeyle bilinir.
Fakat bazı huylarda değişim ya da terbiye zor olabilir. Bu zorluğun iki sebebi vardır: Birincisi o huy kişinin fıtratında daha güçlü yaratılmıştır. İkincisi de kişi o huyları uzun zaman taşıyarak onların idaresi altına girmiştir.
İnsanlar bu hususta dört dereceye ayrılır:
Birinci derece: Kişi her şeyden habersiz (ham, eğitilmemiş) bir insandır. Henüz iyiyi kötüden ayıramaz. Fakat huyu güzel işe yatkındır ve kötülüğe düşmemiştir, yaratıldığı hal üzere kalmıştır. Böyle bir kimse işlenmeye hazırdır ve hızlıca ıslah edilir. Ancak kendisini terbiye edecek, ona kötü ahlâkın âfetlerini bildirecek ve yol gösterecek bir kimseye ihtiyacı vardır. Bütün çocuklar fıtratlarının evvelinde böyledir. Onların yollarını anne ve babaları keser. Çocuklar dünyaya hırslı olmayı onlardan öğrenirler. Anne babaları terbiye etmek yerine onları diledikleri gibi yaşamaları için kendi hallerine bırakırlar. Fakat o çocukların veballeri anne babalarının boyunlarındadır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm 6)
İkinci derece: Kişi henüz bozuk bir itikada düşmemiş, fakat ahlâkı şehvete ve öfkeye bağlanmıştır. Böyle biri yaptıklarını yapmaması gerektiğini bilir. Bunun terbiyesi birinciden daha zordur ve iki şeye ihtiyacı vardır: Birincisi, kötü ahlâkı çıkarıp atması gerekir. İkincisi, kalbine iyilik tohumunu ekmesi icap eder. Böyle bir kimsede bu işin ciddiyeti ve gerekli olduğunun şuuru meydana gelirse hızlı ıslah olur ve kötü huyundan sıyrılır.
Üçüncü derece: Kişi kötü ahlâkın yapılması gereken şey olduğuna inanır ve yaptıklarının yapılmaması gerektiğini bilmez. Onun gözüne yaptığı kötü işler güzel görünür. Böyle kimselerin ıslah olduğu nadir görülür.
Dördüncü derece: Kişi işlediği kötülüklerle övünür, yaptıklarının marifet olduğunu zanneder. Bu hal bazı kimselerin, “Şu kadar insan öldürdüm, şöyle şarap içtim” demesi gibidir. Bu durum, ilâhî yardım yetişip de o kimsenin bu halden kurtulmasını sağlamadıktan sonra tedavi kabul etmeyen bir hastalıktır.