Aramak

Ayın Konusu

KALP EVİMİZ

Kalbimiz hakikatte kendi kişisel evimizdir. Evimizi korumak, kapısını penceresini sağlam tutmamız, harîmimizi kötü niyetli ellerden uzak tutmamız gerekiyor. Özellikle şeytan sinsi bir düşman olarak pusuda bekliyor. Eve girmek, sahip olmak istiyor. 

İlâhî huzurda kalp evimize bakılacak. Ayet-i kerimede “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar. Ancak Allah’a selîm bir kalp ile gelen kurtulur” buyuruluyor. (Şuarâ 88, 89) 

Şu halde kalbimizi korumalı, ne haldedir bilmeli ve bize emanet ettiği şekilde en temiz haliyle onu yaratıcısına teslim etmeliyiz.

İnsan yaratılmışların en üstünü ve en değerlisidir. (İsrâ 70) Bu üstünlük ve değer, insanın Allah Teâlâ’yı bilme ve tanıma kabiliyetine sahip olması sayesindedir. “Marifetullah” denilen bu Allah’ı bilme ve tanıma hali insan için aynı zamanda âhiret hazırlığı ve azığı demektir.

Bu bilme ve tanıma hali başka bir duyu vasıtasıyla değil, ancak manevi kalple mümkündür. İman, İslâm, Allah’a teslimiyet söz konusu olduğunda manevi kalbimiz bir bilme, tanıma âzâsıdır. Diğer bütün âzâların marifetullah aydınlığından nasiplenmesi ancak kalp vesilesiyle olur. 

Özetle kalp, Allah’ı bilen, O’na yaklaşan, itaat eden, O’nun için amel eden Rabbânî bir lâtifedir ve bu yüzden Cenâb-ı Mevlâ insanların sûretlerine yani dış görünüşlerine değil, kalplerine bakar.
(Bkz. Şuarâ 89. ayet; Müslim, Birr 33) 

Madem Allah Teâlâ kulda bir tek kalp ile muhatap oluyor, öyleyse müminin vazifesi kalbini Mevlâ’sının katında değerli, kabule layık hale getirmektir. Çünkü kalp isyan, günah, mâlâyanî gibi yanlışlar sebebiyle kabule layık olmaktan çıkabilir. Gaflet ve günahla nefsin ve şeytanın evi haline gelebilir. Kuldan istenen, muhabbet, marifet ve ilâhî huzurun evi olan kalbi, fıtratındaki temizliğine döndürmesidir.

Kalp temizliği hakkında İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh şu benzetmeyi yapar:

“Kalp bir havuza benzer. Bu havuza beş duyu organı aracılığıyla beş su akar. Fakat bu suların üzeri açık olduğu için birtakım kirleticiler de bu suya karışarak havuza yani kalbe dolar. Her ne kadar görünüşte o havuz temiz ve saf görünse de o kirler havuzun dibine çökmüştür. Karıştırıldığı zaman suyun üstüne çıkar, fark edilir hale gelir. Havuzun renginin ve temizliğinin bozulduğu anlaşılır.

Bu havuzu temizlemek için her şeyden önce kirleri de beraberinde getiren su yollarını kesmek gerekir. Sonra, zikrullah süpürgesi ile o havuzun dibini temizlemelidir. Bu işlemden sonra o havuzun dibinden bir su çıkar ki, bu suyun asıl kaynağından gelir. Son derece berrak ve saftır. İşte bu su keşifler, ledün ilmi, hikmet ilmi, nurlar, sırlar ve ilâhî hakikatin sularıdır.”

Kalbimiz ne durumda?

İnsan bazen ibadetlerini yaparken zorluk hisseder. Kılacağı namaz, tutacağı oruç, vereceği zekât aslında çok kolay olmasına rağmen yine de zor görünür. Allah yolunda adım atmak ister, iyiliği emredip kötülükten alıkoyması gerektiğini bilir, kılması gereken bir namaz, tutması gereken oruç olduğunun idrakindedir, ama yine de yapamaz.

Bazı zamanlar da her şeyi düzgün yapar. Hazırlıklarını tam yapmış, emredilen şeyleri harfiyyen yerine getirmiştir, ama yine de ibadetlerinden tat alamaz. Namazları ruhsuz, oruçları tatsız, infakı gönülsüz olur. 

İşte bu durumlara sebep olan şey kalbin durumudur. İbadetleri doğru yaptıran, onlardan zevk aldıran şey kalptir. Bu yüzden maddi kalbin sağlamlığı vücudumuz için ne kadar önemliyse, imanımız için de manevi kalbin durumu o kadar önemlidir. 

Kalbimizde bir hastalık olduğunda vücudumuz nasıl rahatsızlanıyorsa, manevi olarak kalp sağlıklı olmadığında ibadetlerimiz de hasar görür, eksik, tatsız kalır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de bu duruma işaret etmiş ve şöyle demiştir:

“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi ve düzgün olursa bütün vücut iyi ve düzgün olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!” (Buhârî, İmân 39)

Kalp evini korumak

Kalbimiz vücudumuzun evi gibidir. Şeytan sinsi bir düşman gibi bu eve gizlice girmek, ona sahip olmak, üzerinde hakimiyet kurmak ister. Bunun için çeşitli yollar arar. 

Evi düşmandan korumak için girişlerini, düşmanın girebileceği bütün imkânları gidermek, önlem almak gerekir. Bunun için de ne yapacağını bilmek gerekir. 

Konuya fıkhî açıdan yaklaşırsak durumu şöyle açıklayabiliriz: Kalbi şeytanın bozma çabalarından korumak farzdır. Çünkü onun yönlendirmeleri bizi günaha sürükler ya da sevaplardan alıkoyar. Kalbi şeytanın vesveselerinden korumak için giriş yollarını bilmek de farzdır. Çünkü fıkhî bir kaide olarak “farzı yerine getirmek için yapılması gereken şeyler de farzdır.” 

Şeytanın kalbe girebildiği kapıların başlıcaları şunlardır:

• Öfke
• Haset ve Hırs
• Yeme içme düşkünlüğü
• Süs ve gösteriş
• Aşırı isteme (tamah)
• Mal sevgisi
• Bazı fikirlere ve nefsin isteklerine körü körüne bağlılık (taassup)
• Şüphe
• Kötü zan.

Bunların her biri kişinin âhireti için tehlikeli zaaflardır. Bunlardan kaçınmak için de bunlar hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Hepsinden kısaca bahsedelim.

Öfke

Öfke şeytanın kalbe girebileceği ana yollardan biridir. İnsan çok öfkelendiğinde aklı başından gider, ne dediğinin, ne yaptığının farkına varamayabilir. Aklın hakimiyeti gidince insanın şeytana karşı kullanacağı askerlerden biri zayıflamış olur. Şeytanın orduları hemen hücuma geçer. Öfkeyle kendisinden geçmiş o insanla, çocuğun topla oynaması gibi oynar. 

Öfkelendiğinde insanın aklına hakim olabilmesi çok zordur. Bu yüzden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Gerçek pehlivan güreşte rakibini yenen değildir. Gerçek pehlivan öfkelendiğinde nefsine hâkim olandır.”(Müslim, Birr 106)

Öfkeyle güreş insanla güreşe benzemez. Bu güreşin sonunda âhirette hüsrana uğrama, şeytanın oyuncağı olma tehlikesi vardır.

Anlatıldığına göre velîlerden biri Şeytan’a;

– İnsana karşı nasıl gâlip geldiğini bana göster, dedi. Şeytan şöyle cevap verdi:

– O kızınca ya da nefsinin peşinden gidince onu yakalarım ve istediğimi yaptırırım. (İbn Mübarek, Zühd, nr. 1471)

Haset ve Hırs

İnsan bir şeyi çok severse kalbinde ona karşı hırs duyabilir. Sevgisi daha da artınca o şeyin sadece kendisinde olmasını ister, başkasında görmeye tahammül edemez. Oysa olması gereken, her şeyi Allah için sevmek, hiçbir şeyin sevgisinin O’nun sevgisinden çok olmasına izin vermemektir. 

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: “Bir şeyi aşırı sevmek (onun dışındaki şeylere karşı) gözü kör, kulağı sağır eder.” (Ahmed, Müsned 5/194)

İnsana şeytanın kalbe giriş yollarını gösteren, farkına vardıran silahlarından biri basîret nurudur. Basîret, bir şeyin sonucunu bilmek, görünenin arkasında ne olduğunu sezebilmektir. O nur haset ve hırs tarafından örtülünce insan manevi anlamda kör ve sağır olmuştur. Düşmanının kör ve sağır olduğunu gören şeytan fırsat bulur. Haset eden, hırsına kapılan kişiye, kötü ve çirkin de olsa nefsinin isteklerine ulaştıracak her şeyi güzel gösterir.

Haset ve hırs zenginlik ve fakirlik işi değildir. Nice fakirler vardır ki bir lokma ekmek bulunca Allah’a şükreder, onu da mümin kardeşiyle paylaşmak ister. Nice zenginler de vardır ki milyarlarına milyar ekleyemediği için kalbi daralır, elindeki malı paylaşmaktan korkar. 

Haset öyle bir hastalıktır ki, insanın imanını tehlikeye sokabilir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemezse iman etmiş olmaz.”(Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 59)

Yeme İçmeye Düşkünlük

İnsan karnını tıka basa doyurduğunda şeytan o kişinin kalbine girmek için fırsat bulur. Çünkü tokluk nefsin isteklerini kuvvetlendirir. Bu istekler de şeytanın en güçlü silahlarıdır. 

Rivayet edildiğine göre Hz. Yahyâ aleyhisselam bir gün İblis ile karşılaştı. İblis’in omzunda her çeşit ve renkte çengeller gördü. Ona;

– Bu çengeller nedir, ne işe yarar, diye sordu. İblis;

– Bunlar nefsin tutkularıdır. İnsanları bunlarla avlarım, dedi. Hz. Yahyâ aleyhisselam;

– Bunlar arasına beni yakaladığın bir şey var mı, diye sorunca İblis;

– Bir defasında fazla yemek yemiştin. Namaz kılarken ve zikir esnasında sana ağırlık vermiştim, dedi. Bunun üzerine Yahyâ aleyhisselam şöyle dedi:

– Allah adına yemin ederek söylüyorum, bundan sonra doyasıya yemek yemeyeceğim.
(Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 2/373)

Denilmiştir ki: Çok yemenin altı kötü sonucu vardır:

• Kalbinden Allah korkusu gider.

• İnsanlara acıma duygusu kaybolur. Çünkü herkesi kendisi gibi tok zanneder.

• İbadetten geri kalır.

• Hikmetli söz işitince kalbinde yumuşama olmaz.

• Vaaz verse ya da insanlara hikmetli bir söz söylese tesir etmez. 

• Vücudunda hastalıklar harekete geçer.

İnsanlara Tamah Etmek

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür dileği.”(Buhârî, Rikak 5)

Fahr-i Kâinat Efendimiz’in de buyurduğu bu iki özellik, kişiyi başkalarının elindeki şeye tamah etmeye yönlendirir. Dünyanın kısalığını unutur, âhiret hatırına gelmez ve bu dünyada elde edebileceği her şeyi arzulamaya başlar. Sonra bu tamah kalbinde baskın hale gelir ve şeytan için kalbe giriş kapılarından biri açılmış olur. 

Şeytan tamah yoluyla kalbine girdiği kişiye yapmacık işleri ve süslenmeyi sevdirir. Tamah ettiği kişi onun idolü haline gelir. Daima ona şirin görünmenin yollarını arar. Ona ulaşmak için her yolu dener. Onda olmayan özelliklerle tamah ettiği kişiyi över. İyiliği emretmeyi, kötülükten alıkoymayı bırakır ve yağcılık yapmaya başlar. 

Bu hale gelen kişi artık şeytanın esiri haline gelmiş, kalp kalesini şeytana teslim etmiş demektir.

Süs ve Gösteriş

Allah Teâlâ ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmayıp, gösteriş için malını harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakarak ve gönül kırarak boşa çıkarmayın...” (Bakara 264)

Kalbinde insanlara gösteriş için bir şey yapma sevgisi bulunan kişi kalbini şeytana açmış olur. Gösteriş yapma tutkusunun belirtisi, kişinin kendisini ve evini süsleme arzusu, malı mülkü sevmesidir. Şeytan kalpte bu sevgiyi gördüğünde onu daha da arttırır. Bu kişiyi durmadan evini güzelleştirmeye, çatısını ve tavanını süslemeye, binalarını genişletmeye, elbise ve binekleriyle övünmeye teşvik eder. 

Şeytan bu duyguları yerleştirdikten sonra o kalbe bir daha gelmeye gerek duymaz. Çünkü bir istek sürekli diğerlerini doğurur. Kişi devamlı başka bir şey ister. Hedeflerinin sonu gelmez. Sürekli süslenecek, kendi bedenini ve sahip olduklarını daha da güzel hale getirecek şeyler arar. Bunlar için bahaneler üretir.

İnsanların eksik ve kusurlarını aramakla meşgul olmak, yırtıcı hayvanların sıfatlarından biridir ve imtihan gereği insanın tabiatına konulmuştur. Bilindiği gibi yırtıcı hayvanlar avlarının zaaflarını kollarlar; çaresizlik ve gaflet anında hamle yaparlar. Başkalarına karşı böyle yırtıcılık yapmak mümin onuruna yakışmaz.

Süs ve gösteriş tutkusu kişiyi, imkânı olmadığında haram yoldan da olsa hedeflerini gerçekleştirmenin peşine düşürür. Ömrünü bu şekilde heba eder. Nihayetinde şeytanın yolunda ve hevâsına tâbi olmuş şekilde eceliyle buluşur. Bunun sonucunda da kötü akıbet üzere ölmüş olur. 

Dünya Malı

İnsanın günlük yiyeceği ve ihtiyaçlarının dışındaki şeyler şeytan için karargâh gibidir. Sadece ihtiyacı kadar dünyalığı bulunan kimsenin kalbi rahattır. 

Düşünün: Bir adam bir miktar altın bulsa, kalbinde on şeyin isteği uyanır. Her bir isteği yerine getirmek için daha çok altına ihtiyaç duyar. Böylelikle bulduğu ona yetmez; aksine daha fazlasına ihtiyaç duyar. 

Halbuki o altını bulmadan önce bunların hiçbirine ihtiyacı yoktu. Altın bulunca kendisini zengin zannetti. Kendince güzelleştireceği evi satın almak, ihtiyaçları için bir hizmetçi tutmak, eşya temin etmek, lüks elbiselere sahip olmak için artık daha fazla altına ihtiyacı oldu.

Bu isteklerin sonu yoktur. Bu haldeki kişi için cehennem çukurundan başka son yoktur. 

Rivayet edildiğine göre Hz. İsa aleyhisselam bir gün bir taşı başının altına yastık yaptı. O sırada yanından geçen İblis ona;

– Ey İsa, dünyaya mı rağbet ettin, dedi. 

Bunun üzerine Hz. İsa aleyhisselam taşı başının altından kaldırıp attı. 

Dünyadan kalbi koparmak pek çok insan için imkânsız ya da imkânsıza yakın derecede zordur. Hz. İsa aleyhisselamla ilgili rivayetin bize söylediği bir şey var: Olmasa da yapabileceğimiz, aslında ihtiyaç duymadığımız her malımız şeytanın bize ulaşması için bir araç, bir silahtır. Şeytan o eşyalar sebebiyle insanı sürekli rahata alıştırır, ibadetlerden geri koyar. 

Hz. İsa aleyhisselam bir taşa başını koyduğunda dünyaya rağbet etmiş gibi hissediyorsa, bugün yumuşak yastıklara, son derece rahat yataklara sahip bizlerin durumu nasıl olur? Bu kadar rahat içinde insan ne zaman ibadet gayretine düşer? 

Bazı Fikirlere ve Nefsin İsteklerine Körü Körüne Bağlılık

Fikirlere, ideolojilere ve nefsin isteklerine taassup göstermek, aynı görüşlere ve isteklere sahip olmayanlara kin beslemek, onları küçümsemek, hakir görmek de şeytanın kalbe gireceği büyük kapılardan biridir. Bu taassup âbidleri de fâsıkları toptan helâk eder. 

İnsanların eksik ve kusurlarını aramakla meşgul olmak, yırtıcı hayvanların sıfatlarından biridir ve imtihan gereği insanın tabiatına konulmuştur. Bilindiği gibi yırtıcı hayvanlar avlarının zaaflarını kollarlar; çaresizlik ve gaflet anında hamle yaparlar. Başkalarına karşı böyle yırtıcılık yapmak mümin onuruna yakışmaz. 

Şeytan kişiye kendi görüşünün hak olduğunu düşündürdüğünde, bu fikrin tadı kalbini sarar. Artık bütün fikrini ve imkânlarını kullanarak onunla meşgul olur. Sahip olduğu görüşle sevinir ve huzur bulur. Onu savunurken din hakkında gayret ettiğini zanneder. Halbuki şeytanlara uymakta, onların peşinde koşmaktadır.

Mesela böyle kimselerden birisi Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhuyu çok sevebilir. İftira atanlara karşı onu savunur. Fakat bu arada kendisi haram, boş ve yalan sözleri rahatça konuşur, türlü fesatlar yapar. Eğer Hz. Ebû Bekir görseydi ona düşman olurdu. Çünkü onun dostu olan kişi, onun yolundan giden, ahlâkına uyan ve dilini boş konuşmadan uzak tutan kimsedir. 

Allah ondan razı olsun, Hz. Ebû Bekir mâlâyânî konuşmadan korunmak için ağzına taş koyardı. Gereksiz işlerle uğraşan bu adam ise onun ahlâkının zıddına hareket ederken nasıl onun dostu olduğunu, onu sevdiğini iddia edebilir? 

Şeytan bu kişilere şunu düşündürür: Kim Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali’yi (Allah hepsinden razı olsun) severek ölse ateş ona yaklaşmaz, onun için korku yoktur. Halbuki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, canından bir parça olan Hz. Fâtıma radıyallahu anhâya; “Kızım sâlih amel işle. Çünkü ben Allah’tan gelecek şeyi senden gideremem” uyarısında bulunmuştur. (Buhârî, nr. 2753)

İmam Şafiî, İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Ahmed ve diğer imamlar hakkında gösterilen taassup da bu hükümdedir. Her kim bir imamın mezhebinde olduğunu iddia eder, fakat onun ahlâkına uymazsa, yolundan gitmezse kıyamet günü o imam bu kişinin düşmanı olur. Ona der ki: “Benim mezhebim konuşmak değil, amel etmektir. Sen amelde benim mezhebime muhalefet ettin, sonra kalkıp yalandan benim mezhebimde olduğunu iddia ettin.
Bu nasıl iştir?”

Avamın Şüphesi

Şeytanın kalbe giriş yollarından bir diğeri de, ilimde derinleşmemiş kişileri Allah Teâlâ’nın zâtı, sıfatları ve akılların ermediği işler konusunda düşünmeye sevk etmesidir. Böylece şeytan onları dinin asılları hakkında şüpheye götürür. Şüpheye götürmediği durumlarda ise Allah Teâlâ’ya yakışmayan şeylere inandırır. 

Kişi bu düşüncelere daldığında memnun ve mutlu olur. Sahip olduğu düşüncelerin gerçek marifet ve basîret olduğunu, kendi aklı ve ileri derecede zekâsı sayesinde bu düşüncelere ulaştığını zanneder. 

Oysa insanların en akıllısı nefsini en fazla kusurlu bulan ve âlimlere en fazla soru soranı, yani dinini öğrenendir. İnsanların en ahmağı ise kendi aklına en fazla güvenendir.

Şeytanın kendisine bu yoldan yaklaştığını gören kişi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şu tavsiyesine sarılmalıdır:

“Şeytan sizden birine gelir ve ona;

– Seni kim yarattı, diye sorar. O da;

– Allah Teâlâ diye cevap verir. Sonra şeytan;

– Allah’ı kim yarattı, diye sorar. Sizden biri böyle bir soruyu içinde bulduğunda “Ben Allah’a ve Resûlü’ne imân ettim” desin. Bu ondan vesveseyi def eder.

Bu hadis-i şerifte şunu görüyoruz: Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem kendisine böyle vesveseler geldiğinde konuşmayı ya da düşünmeye devam etmeyi emretmedi. 

Sıradan insanlara düşen iş iman edip teslim olmak, ibadetleri ve geçimleriyle meşgul olmak ve ilmi âlimlere terk etmektir. Aksi halde bu sorularla fazlaca meşgul olarak farkında olmadan küfre düşme tehlikesi vardır. 

Müslümanlar Hakkında
Kötü Zan

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Şüphesiz zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurât 12)

İnsan kötü zanna kapılıp başkaları hakkında kötü şeyler düşünürse şeytan onu o kimsenin gıybetini yapmaya sevk eder. Böylece helâka doğru sürüklenir. Gıybetini yapmasa bile, hakkında kötü zanna kapıldığı kişinin haklarını yerine getirmede kusurlu davranmaya, kendisini ondan daha hayırlı görmeye başlar. Bu da kişiye günah olarak yeter. 

Mümine düşen görev ise kendisini zandan alıkoyduğu gibi Müslüman kardeşini de bu duruma düşmekten alıkoymaktır. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: 

“Töhmet yerlerinden (hakkınızda kötü zanna sebep olacak işlerden) sakının!” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 88)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem dahi kendisini itham edilebileceği durumlardan alıkoymuştur. Hz. Safiye radıyallahu anhâ annemiz naklediyor:

“Bir gün Resûlullah itikafa girmişti. Ben de yanına gidip bir müddet konuştum. Akşam olunca ayrıldım. Resûlullah da kalkarak benimle birlikte mescidin kapısına kadar yürüdü. O sırada Allah Resûlü’ne Ensâr’dan iki adam geldi, selam verdi ve geri döndü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arkalarından onlara seslendi:

– Bu gelen Safiye binti Hüyey’dir (eşimdir). 

Onlar da;

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sizin hakkınızda hayırdan başka bir şey düşünmeyiz, dedi. 

Bunun üzerine Resûlullah şöyle cevap verdi:

– Şüphesiz şeytan insanın içinde kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun size vesvese vermesinden korktum.” (Müslim, nr. 2175)

Beş Çeşit Kalp

Gülzar-ı Sâminî isimli eserde nakledildiğine göre Osman Bedreddin rahmetullahi aleyh kalbi beş kısma ayırır:

1. Kasvetli kalpler 

Bu kâfirlerin, müşriklerin ve bunlara dâhil olanların kalbidir. Bunlara emir ve yasak, korkutma ve müjde asla tesir etmez. Kur’an-ı Kerim’de bunlara işaret olarak şöyle denilmiştir: “Kalpleri Allah’ın zikrinden (bomboş ve) kaskatı kalmış olanların vay haline!” (Zümer 22)

2. Münafıkların kalpleri

Bunların kalbi dünya ve nefs ile tatmin olmuştur. Bu kalp âhiretten, Rabbimiz’in emirlerinden ve Allah sevgisinden uzak kalmıştır. Bunlar en alt seviyededir. Böyle bir kalp dünyayı, hayvanî ve bedenî bir hayatı ebedî hayata tercih eder ve sadece dünyaya tâlip olur, yalnız onu sever.

3. Unutan Kalpler

Bu, müminlerin avam tabakasının kalpleridir. Bunlar beşeriyet gereği Cenâb-ı Hakk’ı unuturlar. Nefslerine uyup Hakk’a muhalefet eder, büyük küçük günahlarla türlü isyanlara dalabilirler.

4. Mutmain Kalpler

Bu kalp evliyaullahın kalbidir ve Kur’an-ı Kerim’deki “Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28) işaretine mazhar olmuşlardır. 

Avam müminlerin kalpleri, kendi varlığıyla Cenâb-ı Hakk’ı zikredebilir. Seçkinlerin kalplerinin mutmain olması ise Hakk’ın kendilerini zikretmesiyle olur. Bunlar zikreden değil, zikredilenlerdir.

5. Vicdânî Kalpler 

Bunlar peygamberlerin ve kâmil evliyaullahın kalpleridir.

Kalplerin böyle sınıflandırılmasındaki maksat şudur:

Kişi bunlara bakarak kendi durumunu mukayese etmeli, kendi kalbinin hangisine benzediğini tespit etmelidir. Şayet ilk üç sınıfa dâhil bir kalbi varsa derhal mutmain bir kalbe sahip olmaya çalışmalıdır. Saadet ve selâmet budur. 

Hiçbir şeyin fayda vermediği büyük günde altın ve gümüş değil, kalb-i selîm isteniyor. Böyle bir kalbi elde etmenin yeri de ancak burası, yani dünyadır.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy