Aramak

Büyüklerin Sözleri

Güzel Hayatın Anahtarı

“Güzel hayat, tefekkür kapısını açıp, nefsin hevâ ve heves karanlığından kurtulmakla mümkün olur.”

(Hâce Yusuf-ı Hemedânî kuddise sırruhû)

Her insan güzel, huzurlu, mes’ut bir hayat yaşamak ister bu dünyada. Fakat güzellik, huzur veya saadetin ne olduğu da vesileleri de herkes için aynı değildir. Kimi dünya metâında, maddi zenginlikte, konforda arar bunları. Kimi mevki’, makam ve itibarda. Kimi sağlıklı kalmaya, meşakkatsiz bir ömür sürmeye çabalar, kimi de nefsinin hevâsı peşinde zevk ü safaya yönelir. 

Lâkin bunların hiçbiri hayatı güzel kılmaya yetmez yine de. Kalbin itminansızlığı, eldekileri kaybetme ve gelecek endişesi, fakirlik korkusu, ölüm hakikati karşısındaki acizlik, türlü meşguliyetlerle hissedilmemeye çalışılsa da içten içe huzursuz eder insanı.        

İşte ser-silsile-i Hâcegân Abdülhâlık-i Gücdüvânî kuddise sırruhû hazretlerinin mürşidi Hâce Yusuf Hemedânî kuddise sırruhû, böyle bir huzursuzluğa dûçar olmamamız için, “Güzel hayat, tefekkür kapısını açıp, nefsin hevâ ve heves karanlığından kurtulmakla mümkün olur” diyerek, dünya hayatını güzel yaşamanın sırrını veriyor bizlere. 

“Güzel hayat” derken de Allah azze ve cellenin Nahl suresi 97. âyet-i kerimesinde, “sâlih amelleri âdap ve inceliğine riâyetle güzelce işleyen müminlere vaadeylediği” âsûde ve huzurlu bir dünya hayatını; Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle “hayâten tayyibe”yi kastediyor. 

“Tayyib” veya “tayyibe”; nitelediği şeyin güzelliği ve hoşluğu yanında, “temiz, meşrû, helâl, iyi, doğru, verimli, bereketli, ferah, iffetli, izzetli, güvenli” olduğunu da belirleyen bir sıfat. Güzel hayatı yahut hayâtü’t-tayyibeyi bütün bu sıfatlarla muttasıf bir dünya hayatı diye anlamak lâzım. Nitekim müfessirler, zikrettiğimiz âyet-i kerimedeki hayâtü’t-tayyibeyi, yani güzel hayatı, rızâ makamında, kanaatkârlıkla, dünyalıklardan istiğna ile yaşanan bir hayat diye anlamışlardır. 

Bu hakikat, şairlerimiz tarafından; 

“Künc-i istiğnâ kadar bir kûşe-i râhat mı var
Lokma-i hân-ı kanâat gibi bir ni’met mi var?”

Mısralarıyla terennüm edilmiş; bugünün Türkçesi ile, “İstiğna köşesi kadar rahat ve huzurlu bir köşe, kanaat sofrasının lokması gibi güzel ve leziz bir nimet olmayacağı” hatırlatılmıştır. 

Dünyalıklardan istiğna, her ne olursa olsun dünya metâını ihtiyaç addetmeye, maksat hâline getirmeye mani, zühd alâmeti bir tavırdır. Gözün gönlün tok olması, dünya nimetleri hususunda hırs gösterilmemesidir. Kanaatkâr olmak, yetinmesini bilmek, varlık ve âfiyette şükretmek, yokluk ve sıkıntıda sabretmektir. Her hâlükârda kanaat, şükür ve sabır, kişinin meşrû dairede çalışıp maişetini kazanmasına; kulluk vazifelerini aksatmadan, mümin izzetine halel getirmeden rızkını aramasına mani değildir. 

Kaldı ki istiğna yahut kanaat, güzel bir hayatın yegâne imkânı olan asıl zenginliğin ta kendisidir. Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın, “Hakiki zenginlik mal çokluğu değil gönül tokluğudur” hadis-i şerifinde Türkçeye “zenginlik” diye aktarılan kelime “ğınâ”dır; istiğna ile aynı kökten gelir. 

Hâsıl-ı kelâm istiğna, dünyanın bin bir türlü derdini, mihnetini değil; âhiret encâmını dert eylemektir. Bu dahi kulun niçin yaratıldığını, dünyanın faniliğini, burada bir imtihana tâbi tutulduğunu, eninde sonunda huzûr-ı ilâhîye çıkarılıp hesaba çekileceğini idrakle mümkündür. 

Fakat imtihan mucibince süslü ve cezbedici gösterilen dünyaya nefsin meyli bu idrake imkân vermez çoğu zaman. Nefsin bitip tükenmeyen hevâ ve hevesinin peşinde hırsla koşturan insan, dünyaya aldanıp imtihanda olduğunu, ölümü, âhireti, hesabı unutabilir. Bu sebeple Hâce Yusuf kuddise sırruhû, nefsin hevâ ve hevesine tâbi olmayı, kişinin kendisini karanlık bir hücreye kapatmasına benzetmiş. 

Karanlık; hakikati görmeye, anlamaya, idrake mani olması yanında korku, endişe, darlık, huzursuzluk ve bedbinliğin de sebebidir. Hazret, bu gaflet ve sıkıntılardan kurtulmamız; hakikate vâkıf bir kalbin sekînet ve itminânı ile huzura ermemiz için tefekküre, düşünmeye, akletmeye çağırıyor bizi. Tefekkür kapısını açıp hakikatin aydınlığına ulaşmayınca hevâ ve hevesin bunaltan karanlığını dağıtamayacağımızı söylüyor. 

Tefekkür; akledebilmenin, hakikati görmenin; gafletten, aldanışlardan kurtulmanın imkânıdır. Dünyanın faniliğini, ölümü, âhireti, hesap gününü hatırlayıp nefsin tasallutundan âzâde olmaya vesiledir. Her an ve her yerde Cenâb-ı Mevlâ’nın huzurunda olduğumuz idrakiyle huzura ermektir. Hulûs-i kalp ile “hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl” diyebilmektir. Böylece yegâne var ve yar olan Allahu azîmü’ş-şândır diyebilenler için gam yoktur elbette. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy